Yükleniyor...
Evet…
Süheyl Ünver Üstadın başka bir öğrencisini daha anlatmaya gayret edelim izninizle:
Üstadın bir bakıma ailesinden sayılan öğrencisi Ahmet Yakupoğlu…
Ve… Hemen hayalimde 2004 yazında yaşadığım o güzel gün canlanıyor:
“-Burada duralım mı efendim?”
“-Şu binalar olmasaydı!”
Anlıyorum ki güzelim manzarayı çirkinleştiren bina dediği o beton yapıları beğenmiyor. Mudanya’dan sonra başlayan ve rengârenk rüyalar gibi görünen bir kıyıdan gidiyoruz. Bir tarafta ufka mavi atlas gibi yayılan Marmara, diğer tarafta yemyeşil bir dünya: Tepelere doğru yayılan zeytin ağaçları, küçücük çam koruları, ara ara ortaya çıkan orman…
Yanımda son zamanların en iyi resim üstatlarından Ahmet Yakupoğlu var. Beğendiği bir manzarada durup resim yapacak.
Kumyaka Köyünü geçtikten sonra birkaç sefer duruyoruz. Lâkin gözümüze o beton evler çarpıyor. Yola devam ediyorum.
Yolumuz Zeytinbağı Beldesi’nde nihayete eriyor. Sahildeki güzel çay bahçesi mekanımız oluyor.
Bu harikulade manzara Yakupoğlu Hoca’ya tesir etmiş olmalı ki deniz kıyısında karar kılıyor. Üstü kilim kaplı taburesini kuruyor. 1941 yılında kullanmaya başladığı tahta çantasını açıyor. Çantanın üst kapağının iç kısmı tuval görevini üstlenmiş hep.
Çalışmaya başlıyor. Sol tarafta engin Marmara uzanıyor: Önde dalgaların ara ara köpürerek iri taşları dövdüğü küçük koy. Sırtını zeytin ve çam ağaçlarıyla dolu yemyeşil bir tepeye dayamış.
Yakupoğlu Hoca sessiz bir güzellik içinde. Başında her zamanki takkesi var. Sevimli kısa sakalı, sade kıyafeti ile orada tabiatın bir parçası adeta.
Biraz sonra o kadar farklı bir hava meydana geliyor ki soru sormamak gerek. Hatta konuşmama şart : Çok güzel bir musiki zaten var, kıyılara türkü söyleyen dalgalar, uğultulu nağmelerle inleyen rüzgar, martıların şarkıları…
Kimi zaman merakına yenilip gelen insanlar da o sessizliğe uyup Hoca’nın o güzel manzarayı resmetmesini hayranlıkla gülümseyerek seyrediyorlar.
İki saate yakın bir sessizlikten sonra resmi bitirdiğine kanaat getiriyor. Çay Bahçesindeki masalardan birine yerleşiyoruz.
Evet… Hayat hikâyesinde öyle güzel hadiseler var ki onu Ahmet Yakupoğlu yapanlar da bu olağanüstü dönemeçler.
Merakım güzel neticesini alıyor, Yakupoğlu Hoca bazen denizin engin maviliğine dalarak, bazen de beş on saniye başını öne eğip gizli bir tefekkürden sonra konuşuyor ve sorularımı dura dura, cevaplandırıyor:
Amelelik yapan gencecik bir yetenek… Ama hem okumak hem de çalışmak zorunda. Resim yapmaya da aşık. Ne görürse onu bulduğu her malzemenin üstüne resmediyor ve biriktiriyor. Azıcık boş zamanı oldu mu derhal Kütahya Kütüphanesine gidip inceleme ve okuma ile vakit geçiriyor. Onu kütüphanedeki müdür dahil, bütün görevliler artık tanıyor.
Bir gün yine kütüphaneye düşüyor yolu. Salonda bir farklılık var: Bir beyefendi köşedeki masaya oturmuş. Tavırları çok farklı. Önünde bir sürü kitap var. Tek tek inceleyip defterine kısa kısa bir şeyler yazıyor.
Meraklanıp kütüphane müdürüne soruyor. Cevap onu çok heyecanlandırıyor: İstanbul’dan inceleme yapmaya gelen Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver. Hep tıp hem de güzel sanatlar Hocası!
Heyecan içindedir. Zira hissetmektedir ki o an hayatının fırsatı Allah’ın büyük bir lütfu olarak altın tas içinde kendisine sunulmaktadır! Müdür Beye yalvarıyor :
“- Beni bu Hocaya tanıtır mısınız?”
Müdür Bey Süheyl Ünver Hocanın yanına gidip büyük bir hürmetle konuşuyor. Biraz sonra genç yetenek, Üstadının yanındadır.
Sonra mı ne olur?
Yaptığı resimlere bakan Ünver Hoca ertesi gün de kütüphaneye gelmesini ister. Çünkü karşısında heyecan içinde duran genç bütün öğrencilerinin üstünde bulunan fevkalade bir yetenektir, elinden tutulması şarttır.
Bu arada Süheyl Ünver Hoca herhangi bir maddi yardım alıp almadığını sorar gence. Cevap bir hayli ilgi çekicidir: İlgililer siyasileri suçlamakta, bu genç yetenek de onlara inanıp boynunu bükmektedir, yani hiçbir destek yoktur!
Üstat karşısında hürmetle duran gence ertesi gün de kütüphaneye, yanına gelmesini söylemiştir. Çünkü bu genç ile ilgili çok güzel bir düşüncesi vardır.
Süheyl Ünver Hoca öyle söylemiştir ama Ahmet Yakupoğlu eve gidince çok farklı bir durum çıkar ortaya: Ertesi gün tarlada çalışmak için onu çağırmaktadırlar. Yapacak bir şey yoktur. Aş, ekmek parası uğruna sabahın erken saatlerinde yollara düşer gencecik Yakupoğlu.
Ama… Süheyl Ünver Hoca da onu Kütüphanede beklemektedir. Yakupoğlu ameleliğe giderken Üstada gelen bir zat vardır: Kütahya Valisi bu ünlü Hocayı duyup ziyaret etmek istemiştir. Aralarında şöyle bir konuşma geçer:
“-Kiminle müşerref oluyorum efendim?”
“-Bendeniz Kütahya Valisi efendim.”
“- Siz burada ne iş yaparsınız efendim?”
Vali susar. Bu sorudaki hassasiyeti, ağır imayı anlamıştır, neticesini beklemektedir. Üstat devam eder:
“-Ben burada bir çocuk keşfettim. Biz akademide böylesini görmedik. Sizlere müracaat edermiş. “”Tahsisat yoktur” dermişsiniz!”
Yakupoğlu o gün, gecenin ileri saatlerinde eve döndüğünde onu kalabalık beklemektedir: Valinin özel kaleminde çalışanlar ve polisi genç yeteneğe ertesi günü derhal Valiliğe gelmesini ve Süheyl Ünver Üstadın da kendisini beklediğini – azıcık da kızarak- bildirirler.
Valilikten derhal mühim miktar para verilir genç yeteneğe. Üstadın arzusu üzerine ömür boyu sürecek efsunlu yolculuk başlar: Güzel Sanatlar imtihanına giren Yakupoğlu yine Üstadının tavsiyesi üzerine Feyhaman Duran Atölyesinde eğitimine devam eder.
Süheyl Ünver Hoca Yakupoğlu’nun elini asla bırakmaz. Akademideki tahsili süresince her ay ciddi ve belli miktardaki parayı cebinden verir. Bu paranın yarısını yaşlı babasına gönderir genç yetenek.
Zeytinbağı’ndaki çay bahçesinde Yakupoğlu Hocadan dinliyorum bu masalsı hikâyeyi. En çok da şu sözleri hoşuma gidiyor, Valiliğin kapısını aşındırırken ilgililerin ona söyledikleri sözler:
“-Gittim devlet kapısına. Oradakiler beni başından savmak için dediler ki: Kör olasıcalar! Bu sene de tahsisatı kestiler. Ah! Bu kör olasıca siyasiler. Bu sözleri söyleyip beni dinlemediler bile!”
Akademide okurken Saraçhane başında temiz bir kahve keşfediyor Yakupoğlu. Gidip orada kartpostal büyüklüğündeki kağıtlara ince ince resimler, ceylanlar, göller, ormanlar, gün batımı manzaraları yapıp akşamları Orman Fakültesindeki arkadaşlarına veriyor. Beş kuruştan satmalarını söylüyor. Onlar on kuruştan satıp beş kuruşunu Yakupoğlu’na veriyorlar.
Sonra yağlı boya tablolar yapıp satıyor, siparişler de alıyor. Büyük Üstat Süheyl Ünver dahi genç öğrencisi için sipariş alıyor.
Yıllar geçip giderken Yakupoğlu Süheyl Ünver Hoca’dan tezhip, minyatür ve diğer Osmanlı Sanatlarıyla ilgili dersler de almaya devam ediyor.
Yakupoğlu: Damad İbrahim Paşa Huzurunda Lâlelerin Sergilenmesi
Çay Bahçesinde sakin sakin, dura dura bu masalsı hayatı anlatan Yakupoğlu Hoca, Üstadı Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’i dilinden hiç düşürmüyor. Onu anlatırken bir babaya duyulan sevgi, itaat, hayranlık ve saygı ile karışık derin, engin duygu demetinin içinde hep.
Sonra… Kumbağı’nın harikulade güzel manzarasını arkada bırakıp dönüyoruz. Aziz misafirim Yakupoğlu ile Emir Sultan’da dolaşıp güzel bir bahçede çay içerken yine söz Üstat Süheyl Ünver Hocaya ve onun yetiştirdiği sevgili kızı Gülbün Mesara’ya geliyor.
Yakupoğlu büyük bir minnetle andığı bu iki muhteşem sanatkârı anlatırken aslında sanatkârın yetişirken ne kadar zor ve çileli yollarda yürüdüğünü, sanatkâr olma cevherinin evvela edepten geçtiğini anlıyoruz. Sanat okyanuslarının ufuk sınırlarının olmadığını anlıyoruz. Zira sanatkâr için zirve yok. Her yükselişin hemen ileride bir zirvesi var ve zirvenin de zirvesi…
Ve…
Geçmişimizin güzelliklerini, güzel sanatlarını keşfedip bu güne taşıyan ve bu sonsuz vadilere yeni yeni güzelliklerle güzel eserler katan Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver, Gülbün Mesara ve Ahmet Yakupoğlu yeni nesle tekrar tekrar anlatılmalı değil mi? Çünkü biz, bu anlatışlarda bize ait güzellikleri ve bizim güzel sanatlarımızı tekrar tekrar keşfedeceğiz.
KAYNAKLAR
1-A. G. Sayar: A. Süheyl Ünver Hayatı, Şahsiyeti, Eserleri , İstanbul, 1994
2- Gülbün Mesara: Süheyl Ünver’in İstanbul’u , İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür ,İşleri Daire Başkanlığı Yayınları, no :31
3- A. G. Sayar: a.g.e.
4-G.Mesara: A.S.Ünver (Basılmamış notları)
5– A. G. Sayar: a.g.e.
6- A. G. Sayar: a.g.e.
7-Gülbün Mesara: Müzehhib Karamemi, Art Decor, Nisan 1977
8- Süheyl Ünver-Gülbün Mesara: The Turkısh Rose Hürol Matbaacılık, 1999
9- Ord. Prof. Dr. A.Süheyl Ünver/ Gülbün Mesara:Türk İnce Oyma Sanatı “Kaat’ı”, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları 1980