Türk Birliği: Kimliğimiz – 2

UNESCO 42.Genel Konferansı İdari ve Mali İşler (APX) Komisyonu’nda; 2024-2025 yılı “Anma ve Kutlama Yıl Dönümleri Programı” arasına Türkiye’nin önerisi ve Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın desteğiyle “Divanu Lügati’t Türk’ün 950.Yıl Dönümü” de alınmıştır.


Paylaşın:

UNESCO 42.Genel Konferansı İdari ve Mali İşler (APX) Komisyonu’nda; 2024-2025 yılı “Anma ve Kutlama Yıl Dönümleri Programı” arasına, Türkiye’nin önerisi ve Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın desteğiyle “Divanu Lügati’t Türk’ün 950.Yıl Dönümü” de alınmıştır. Dolayısıyla bu eserde “Türk Kimliği” hakkında neler denmiş, öncelikle buna bakalım istiyorum.

Prof. Dr. Reşat Genç; Kaşgarlı Mahmud’un bu eserini inceleyerek hazırladığıKaşgarlı Mahmut’a göre XI.Yüzyılda Türk dünyası (Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayını, Ankara 2015)” isimli kitabının “Giriş” kısmında şöyle demektedir: “Büyük bir Türkçü olan Kaşgarlı’nın eserinin her bahsinde görülen ve sezilen hususlardan biri de Arap yazar ve aydınlarının da sık sık başvurdukları hadislerle Türkleri tanıtmak gayretidir. O, Türk milletinin ve dilinin önemini bütünüyle ortaya koymak için eserine, Türkleri tebcil eden hadisleri de almıştır. Bu hadislerin doğruluğundan şüphe edilmemesi için de kaynaklarının açıklamasını yapmayı ihmal etmemiştir.

Kaşgarlı, eserinin baş tarafında Türk milleti hakkında şunlar yazıyor: ‘Allah’ın devlet güneşini Türk burcundan doğurduğunu ve onların mülkleri üzerinde göklerin dairelerini döndürmüş bulunduğunu gördüm. Allah onlara Türk adını verdi ve onları yeryüzüne hâkim kıldı. Zamanımızın hakanlarını onlardan çıkardı. Dünya milletlerinin yularını onların eline verdi. Onlarla birlikte çalışanları, onlardan yana olanları aziz kıldı. Türkler yüzünden onları her dileklerine eriştirdi. Bu kimseleri kötülerin, ayak takımının şerrinden korudu. Oklarının isabetinden kurtulmak için, aklı olana düşen vazife, bu adamların tuttuğu yolu tutmaktır. Derdini dinletmek ve Türklerin gönlünü almak için onların dilleriyle konuşmaktan başka yol yoktur. Bir kimse kendi taifesinden ayrılıp da onlara sığınacak olursa, bunların korkusundan kurtulur, bu adamla birlikte başkaları da sığınabilir.’

O, Türkler hakkındaki bu sözlerden sonra, Türk maddesinde de şöyle der: ‘Biz, ad olarak Türk adını yüce Allah vermiştir dedik. Çünkü bize Kaşgarlı Halef oğlu İmam Şeyh Hüseyin, O’na da İbnü’l Garkî denilen kimse (nin dediğine göre), İbn Ebu’d-Dünya demekle maruf olan eş-Şeyh Ebu Bekr el-Müfidi’l-Cercerâî’nin ahir zaman üzerine yazmış olduğu kitabında ulu Peygambere tanıkla varan bir hadis yazmış. Hadis şöyledir: ‘Yüce Allah -benim bir ordum vardır. Ona Türk adını verdim. Onları doğuda birleştirdim. Bir millete kızarsam Türkleri o millet üzerine musallat kılarım- diyor. İşte bu, Türkler için bütün insanlara karşılık bir üstünlüktür. Çünkü Allah onlara ad vermeyi kendi üzerine almıştır. Onları yeryüzünün en yüksek yerinde, havası en temiz ülkelerinde yerleştirmiş ve onlara -kendi ordum- demiştir. Bununla beraber Türklerde güzellik, sevimlilik, tatlılık, edep, mertlik gibi övülmeye değer sayısız iyilikler görülmektedir.’

O’nun bu ifadeleri kendisinin ne kadar büyük bir milliyetçi olduğunu, Türkleri nasıl bütün milletlerin üstünde gördüğünü, Türk kültürüne nasıl candan bağlı olduğunu açıkça göstermektedir. Bu satırların Arap ülkesinde, Bağdad’da yazılarak Halifeye sunulmuş olduğu da göz önünde bulundurulursa Kaşgarlı’nın büyüklüğü ve şahsiyeti daha iyi anlaşılmış olur. Fakat, bu büyük Türk milliyetçisi bunlarla da yetinmeyerek Buharalı ve Nişapurlu iki hadisçiden işittiği ‘Türk dilini öğreniniz, çünkü onların uzun sürecek hakimiyeti vardır’ şeklindeki bir hadisi naklettikten sonra şöyle diyor: ‘Bu hadis eğer sahih ise Türkçenin öğrenilmesi vacip olur, şayet mevzu (uydurma) ise Türkçenin öğrenilmesini akıl ve mantık icabettirir. İşte zikrettiğim sebeplerden dolayıdır ki, Türkçeyi herkese öğretmek için bu eseri yazmakta manevi bir mecburiyet gördüm.

Kısaca, Arap diline ve İslâm ilimlerine büyük bir vukufu olmakla beraber, millî dilini ve kültürünü, millî benliğini her şeyin üstünde tutan Kaşgarlı Mahmud Türklerin faziletlerini büyük bir vecd ile tasvir etmiştir (s.7-8).”

Prof.Dr.Ahmet Bican Ercilasun ise, “Milletler birbirinden farklıdır (16/12/2009, Yeniçağ)” başlıklı yazısında şöyle der: “Türk milletinin üstün yönlerinden bahsedildiği zaman kimileri hemen, bunun ırkçılık olduğunu, ırkçılığın da kötü bir şey olduğunu ileri sürüyor. Genellikle de bu tutum dini bütün bazı kimselerde görülüyor.

Eğer bir gerçeklik olarak millet denilen bir olgu varsa elbette farklılıklar da var demektir. Bütün sosyal gruplar tıpatıp birbirinin aynı olsa ‘sosyal grup’ kavramından bahsedilebilir mi? Aşiret, kabile, kavim, millet, avam, havas… bunların hepsi ayrı ayrı sosyal gruplardır ve aralarında farklılıklar olduğu için ayrı ayrı isimler almışlardır. Bakınız, Kur’an’da bu gerçeklik nasıl anlatılıyor: Furkan suresi, 54.ayet: ‘O, sudan bir insan yaratıp ondan soy sop (neseben) ve hısımlık (sıhren) meydana getirendir. Rabbin her şeye hakkıyla gücü yetendir.’

Rum suresi, 22.ayet: ‘Göklerin ve yerin yaratılması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olması da O’nun delillerindendir. Şüphesiz bunda bilenler için elbette ibretler vardır.’ (Hucurat suresi 13.ayetten önceki yazımda bahsetmiştim.)

Birbirinden farklı nesepler, diller, renkler, kabileler, milletler varsa tabii ki bunların birbirlerinden farkları, üstün ve aşağı yönleri de olacaktır. Mesela bakınız Kur’an’da Araplar için ne deniyor (Tevbe suresi, 97): ‘Bedevîler (Kur’an’daki kelime a’râb, yani Araplar) inkâr ve nifak bakımından daha ileri (eşedd=daha şedid, şiddetli) ve Allah’ın peygamberine indirdiği hükümlerin sınırlarını tanımamaya daha yatkındırlar. Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.’ Demek ki Araplarda ‘inkâr ve nifak’ özellikleri varmış ve bu konuda çok şiddetli (eşedd) imişler. Bir de Arapların yerine getirilecek kavim için ne deniliyor, onu görelim: (Mâide, 54): ‘Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk (kavm) getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.’ Demek Allah öyle bir kavim getirecekmiş ki bu kavim kınanmaktan korkmayacakmış, korkak olmayacakmış. Üstelik bu nitelik Allah’ın dilediğine verdiği bir lütuf imiş. Yani Allah öyle dileyecek ve bu kavmi korkusuz bir kavim olarak yaratacak. Bu kavim acaba hangi kavim? Tevbe suresinin 39.ayetine bakalım: ‘Eğer Allah yolunda sefere çıkmazsanız, sizi elem dolu bir azap ile cezalandırır ve yerinize sizden başka bir toplum (kavm) getirir. Siz ise ona hiçbir zarar veremezsiniz. Allah her şeye hakkıyla gücü yetendir.’ Araplar Tebük seferine çıkmakta isteksizlik gösterince bu ayet inmiş. Dördüncü Mehmed’in saray hocalarından, müfessir Vânî Mehmed Efendi’ye göre bu ‘başka kavim’ Türk kavmidir. Vânî Mehmed Efendi, tarihte Türklerin, Arapların yerine geçtiğini ve Müslümanlığı savunup yaydığını söyleyerek fikrini delillendirir.

Yukarıda ancak bir kısmını alabildiğim ayetlere göre milletlerin farklılığını, üstün ve aşağı özellikleri olduğunu kabul etmek gerekiyor. Tabii sözüm Kur’an’a inananlar içindir.”

İşte, Türk budur!..

Yazar

Yaşar Yeniçerioğlu

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar