TÜRK MİLLİYETÇİLERİ VE DÜŞMANLAR…

Türk milliyetçiliği her şeyden önce Türk’ü sevmek ve onun yükselmesini istemektir. Düşmanlık temeli üzerine değil sevgi temeli üzerine kurulmuştur. İnsanıyla, diliyle, kültürüyle, tarihiyle Türk’ü seveceksiniz. Ülkesiyle, tabiatıyla Türk’ü seveceksiniz. Ve elbette sevdiklerinizin üzerine titreyeceksiniz; onları koruyacak ve gelişmelerini isteyeceksiniz. Bir şeyi, bir kimseyi, bir topluluğu seviyorsanız onları korumak da istersiniz. İşte bu “koruma” kavramı dolayısıyla “düşman” kavramı da ortaya […]


Paylaşın:

Türk milliyetçiliği her şeyden önce Türk’ü sevmek ve onun yükselmesini istemektir. Düşmanlık temeli üzerine değil sevgi temeli üzerine kurulmuştur. İnsanıyla, diliyle, kültürüyle, tarihiyle Türk’ü seveceksiniz. Ülkesiyle, tabiatıyla Türk’ü seveceksiniz. Ve elbette sevdiklerinizin üzerine titreyeceksiniz; onları koruyacak ve gelişmelerini isteyeceksiniz.

Bir şeyi, bir kimseyi, bir topluluğu seviyorsanız onları korumak da istersiniz. İşte bu “koruma” kavramı dolayısıyla “düşman” kavramı da ortaya çıkar. Hemen her milletin olduğu gibi Türk’ün de tarih boyunca düşmanları olmuştur ve düşmanlar bugün de vardır. Dünya barışı, insanlık gibi kavramlar güzel kavramlardır ama düşmanlıklar da bir gerçektir.

Türk milliyetçileri Türk’ü sevdikleri için elbette onun korunması konusunda da titiz ve duyarlıdırlar. Tarihteki düşmanların kimler olduğunu bilirler. Bugünkü düşmanları da bilirler; bilmeleri gerekir. Düşmanları bilirler ve ona göre tavır alırlar; almaları gerekir.

Bazı kimseler, Sovyetlerin dağılmasından önceki Rus tehlike ve tehdidini yok sayıyorlar. Böyle bir tehdit ve tehlike olmamış gibi konuşuyorlar, yazıyorlar. ABD’nin, Türkiye hakkında kötü emeller beslemesi, hatta Türkiye’nin başına bela olması, vaktiyle bir Sovyet tehdit ve tehlikesinin olmadığı anlamına gelmez. 1990’dan önce bütün dünyanın gözleri önünde cereyan eden, somut bir Sovyet tehlikesi mevcut olmuştur.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği, Baltık ülkelerini ülkesine katmadı mı? Polonya, Doğu Almanya, Macaristan, Çekoslovakya, Romanya ve Bulgaristan’ı sömürgeleri hâline getirmedi mi? Kimse Varşova Paktı demesin. Bu ülkelerin kendi kendilerine Doğu Bloku’ndan ayrılmalarına izin verildi mi? Macaristan ve Çekoslovakya’nın ayrılma teşebbüsleri tanklarla ve kanla bastırılmadı mı?

Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan Sovyetler Birliği’nin, yani Rusların tutsağı değil miydi? Tutsak değildiyseler niçin onlar için bağımsızlıklarına kavuştu, diyoruz?

Bir diğer komünist ülke olan Çin de istilacı değil mi? İç Moğolistan’ı, Tibet’i, Doğu Türkistan’ı hâkimiyeti altında tutmuyor mu? Beş on yılda bir ayaklanan Uygur Türkleri keyiflerinden mi isyan ediyorlar?

Sovyetler Birliği’nin, tarihî Rus emellerine uygun olarak Afganistan, İran ve Türkiye’yi hedefine aldığı muhakkaktır. Sonunda en zayıf gördüğü Afganistan’a ordularıyla ve silahlarıyla girmiştir. Aynı şey, İran için de Türkiye için de hiç şüphesiz planlanmakta idi. Türkiye’deki gizli Komünist Partisi’nin Sovyetlere bağlı olduğunu kim inkâr edebilir? 1968’deki Çekoslovakya işgali üzerine Mehmet Ali Aybar buna itiraz etmedi mi? Ve Türkiye İşçi Partisi bölünmedi mi? Sovyetlerin dağılmasının ardından KGB arşivlerinde araştırma yapan Cenk Başlamış, Behice Boran liderliğindeki İşçi Partisi’nin ve Barış Derneği’nin Rusya’dan para yardımı gördüğünü Milliyet gazetesinde yazmadı mı?

Haydi hafızaları tazeleyelim. 1960’ların, 1970’lerin gazete arşivlerine girelim. Sosyalist gösterilerde Mao’nun, Lenin’in, Marks’ın resimleri taşınmadı mı? Duvarlara orak çekiç resimleri çizilmedi mi?

Bir de milliyetçilerin gösterilerine bakınız. Gösterilerinde ABD’nin bir sembolünü, bir başkanının resmini görebilir misiniz? Ama şu slogana sıklıkla rastlayabilirsiniz: Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin / Her şey Türklük için.

Antikomünist Toprak dergisini yıllarca çıkaran, Komünizmle Mücadele Derneği’nin başkanlığını yıllarca yürüten İlhan Egemen Darendelioğlu’nun ofisini siz görmemiş olabilirsiniz. Ama benim neslimle birlikte birkaç nesil orayı bilir. Camekânla ayrılmış içerideki bölümde davetiye, kartvizit vb. basan birkaç makine. Camekânın berisinde de Darendelioğlu’nun masası ile iki sandalyenin zorlukla sığdığı daracık bir alan. Bu kadar kıt imkânlarla Amerikancılık mı olur? Darendelioğlu yoksul fakat şerefiyle yaşamış ülkücü bir şehittir.

Hafızaları tazelemek isteyenler kendi kara geçmişlerine baksınlar.

Yazar

Ahmet Bican Ercilasun

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar