Yükleniyor...
Ulusal dil, elbette içinde hiçbir yabancı öge bulunmayan dil değildir ama kimliği tanınamaz olmuş bir dil de değildir. Daha önceki bölümlerde belirttiğimiz gibi Türkçemiz yüzyıllar boyunca Farsça ve Arapçanın baskısı altında değişime uğramıştır. Son yıllarda ise Türkçemiz, bir yandan Arapçanın öte yandan İngilizcenin tesiri altında kalarak, hızlı bir kirlenme dönemi yaşamaktadır.
Dilimiz üzerindeki İngilizce baskısını anlatmak için araştırmacı Cengiz Özakıncı “Dil ve Din” isimli eserinde bir ara başlık olarak “The Türkçe” yi kullanır ki bu başlık, Türkçemizin İngilizce ile kirletilmesini bir bakıma benim kullandığım başlıktan daha güzel ifade etmektedir.
İngilizce diğer dillere genelde Batının teknolojisi ve ürünleri ile nüfuz etmektedir. Eğer siz bir ürünü aldığınızda vakit kaybetmeden bu ürüne ilişkin terminolojiyi dilinize uyarlamazsanız, İngilizce terimler o ürüne yapışıp kalmaktadır.
İki binli yılların başında Ülkemizin Avrupa Birliğine giriş süreci hızlandığında on bine yakın ürün ve hizmet standardı, EN(European Norm) numarası ile TSEN olarak “Türk Standardı” haline getirildi. Birçok ürün 70-80 li yıllarda ülkemize girip rastgele isimler aldığı için, iki binli yıllarda standartlar tercüme edilirken geç kalınmış olmanın zorluklarını yaşadık. Tanık olduğum yüzlerce örnekten uzmanlık alanımla ilgili ikisini vereceğim. İngilizce ismi “chip board” olan ve Türkçeye “yonga levha” olarak tercüme edilebilecek ürün, 70 li yıllarda ilk ithal edildiğinde, mobilyacı esnafı ürüne “sun’i tahta” nın ilk hecelerinden uyarlanan “sunta” demiştir. Sonraları kaplamalı (laminated) olanı imal edildiğinde de adı “sunta-lam” olmuştur. Keza İngilizcesi “medium density fiber board” olan ürünü “orta yoğunluklu lif levha” (OYL) olarak Türkçeleştirdik, o da piyasada İngilizce isminin baş harfleriyle “MDF” olarak yerleşti. Kaplamalı olanı üretildiğinde de adı “MDF-lam” oldu. Türk Standardı oldukları için yasal olarak resmi belgelerde kullanılmaları zorunlu olan bu isimler, belgelerde kaldı, piyasa bildiğini okudu.
Bizde buzdolabı(refrigerator), bilgisayar(computer), biçer-döver(combine harvester) gibi halkımızın çok eskiden Türkçeleştirdikleri ile yakın zamanlarda Türkçeleştirilen yazılım, donanım, yazıcı, tarayıcı gibi bilişim sektörü terimleri olumlu örneklerdir. “biçer döver” isminin hikâyesini, makina Türkiye’ye ilk geldiğinde isim bulmakla görevlendirilen makina mühendisi büyüğümüz TSE Teknik kurulunda şöyle anlatmıştı: “Makinanın yanında köylülerle sohbet ediyoruz. O sırada bir köylü diğerine “yahu bu makine hem biçiyo, hem dövüyo” dedi. Böylece ismi bulmuş olduk”
TSE Teknik kurullarında yapılan uzun tartışmalar sonunda vardığımız sonuç şu olmuştu: Teknik terimler, her konunun uzmanı, akademisyenleri ve Türk Dil Kurumu yetkililerinin oluşturduğu “sürekli komiteler” tarafından ivedilikle Türkçeleştirilmelidir.
İngilizceden alıp olduğu gibi kullandığımız bazı kelimelere göz atalım:
Kutuplaşma gibi Türkçe bir karşılığı var iken tartışma programlarında bilgiçlik taslanarak “polarizasyon” kullanılmaktadır. Reklamlarda “tanıtım fiatları” yerine “Lansmana özel fiyatlar” denilmektedir. Açık alanlardaki duyuru levhalarına(TDK’na göre duyurumluk ) “billboard” deniliyor. Bir sözü veya eylemi onaylamak için “tamam” veya “pekala” yerine “okey”denilmektedir.(bunun yerine şimdilerde bir kesim ısrarla “eyvallah” ı yerleştirmek istiyor.)
Sorumsuzca alıp Türkçemizi kirlettiğimiz kelimeleri sıralamaya devam edelim. Tanıtıma “demo” (demonstrasyon’dan kısaltma), gösteri adamına “showmen”, fiat indirimi yerine “damping”, bilgi alma yerine “brifing alma”, bilgi verme yerine “brife etme”, hava yastığı yerine “airbag”, sergi yeri için “showroom”, çarpıcı haber yerine “flaş haber”, tezgah yerine “stand”, koruma görevlisi yerine “body-guard”, sevimli yerine “sempatik”, küçük yerine “mikro”, büyük yerine “makro”, daha büyükleri için “mega”, “hiper” diyoruz. Kentlerimizin giriş ve çıkışlarına hoş geldiniz ve güle güle yerine “wellcome” ve “good bye” yazıyoruz. Telefonu kapatırken hoşça kal yerine bye-bye diyoruz.
Bugünlerde içinden geçtiğimiz sürece “Salgın” yerine “Pandemi” diyoruz. Virüse yakalananların gösterdikleri “belirtilere” “semptomlar”, belirti göstermeyene ise “asemptomatik” diyoruz. İshal olup doktora gidiyorsunuz, tanı: Enterit
Benim mesleğim de dahil tüm mesleklerde halkın anlamayacağı akademik bir dil kullanmak konusunda Osmanlı’dan miras kalan bir inadımız var galiba. Orman yönetim planlarının adı hala “amenajman planları”
Türkçe karşılığı olduğu halde yabancı kelime kullanmak, ayakları sağlam olduğu halde baston kullanmak kadar doğal olmayan bir durumdur.
Batı’dan bunca kelime aldığımız halde onlara verdiğimiz Türkçe kelime yok mu? Var: Yoğurt. Ne demiştik ürün, ismiyle birlikte ihraç edilir. Biz ürettik, tüm dünya ona yoğurt diyor. Bir de “Dondurma”mız var ki biz batıdan daha önce üretip güzel bir isim de verdiğimiz için, Batının zincir lokantalarındaki her ürünün İngilizcesini aldığımız halde (hamburger, sandviç gibi ) ıce-cream’ini almamışız.
Gelelim bir başka kirliliğe. İngilizce kelimelerin yazılışları ve okunuşları Türkçedeki gibi aynı değildir. Bu özelliği Türkçe kelime ve kavramlara uyarlayarak ne Türkçe ve ne de İngilizce olan ucubeler yaratmak, sadece bize has bir ahmaklık olsa gerek. İşte birkaç örnek;
Chımarıc(şımarık), efendy(efendi), eskidji(eskici), Fatoch(Fatoş), mavish(maviş), papuçland (pabuç diyarı), yeshil (yeşil), dürümland (dürümdiyarı), …v.b.
Ülkemizde her alanında yaşadığımız olumsuzluklar saymakla bitmez. Bunların birçoğuna birey olarak müdahale etme şansınız da yoktur. Ama dil konusunda bireysel olarak herkesin yapabileceği çok şey var:
En yakınlarınızdan başlayarak dilin kirletilmesine seyirci kalmazsınız. Rastladığınız her yanlışı nazikçe düzeltirsiniz. Çocuğunuz, torununuz telefonda bye-bye dediğinde “hoşça kal” demesi konusunda uyarırsınız. Yabancı dilde selam verene, Türkçe karşılık verirsiniz. Türkçe isim taşıyan veya Türkçe tabelası olan kuruluş, firma veya işletmeyi tercih edersiniz. Türkçe isimlendirmeye önem verirsiniz. Konuşurken, yazarken yabancı kelimelerle Türkçemizi kirletmezsiniz. Özetle, Türkçe konusundaki duyarlılığınızı hayatın her alanına yansıtabilirsiniz.
Unutmayalım ki “Dil herhangi bir kültür ögesi değil kültürün ta kendisidir”. Ernest Gallner böyle diyormuş ama biz İskender Öksüz hocamızı biliriz.[İ.Ö: Millet ve Milliyetçilik] Dil egemenliğin sigortasıdır. Dilini kaybeden benliğini ve egemenliğini kaybeder.
Türkçemiz 1912 de başlayan “Yeni Lisan” hareketinden beri sadeleşerek ancak kendine gelebildi. Onu tekrar başka bir şekilde bozulma sürecine sokmamalıyız. Son söz büyük önder Atatürk’ün. ”Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir, kutsal hazinesidir”
1 Yorum