Yükleniyor...
Ber-Kokhba İsyanı’nın Romalılar tarafından bastırılmasının ardından Yahudilerin dünyanın dört bir tarafına dağıldığını söylemiştik. Bu süreçte Yahudilerin başkenti Kudüs’ün ismi Aelia olarak değiştirildi ve ülke Palestina (Filistin) ya da Syria-Palestina (Suriye Filistini) olarak adlandırıldı. Bu şekilde, Yahudi halkı ile kadim anavatanları arasındaki her türlü bağlantının silinmesi ümit ediliyordu. Roma ve Bizans dönemlerinde olduğu gibi Arap fatihler tarafından da Filistin ismi kullanılmaya devam etmiştir.
Uzak geçmişini yukarıda verdiğimiz Filistin’in yakın tarihimizdeki durumunu da B. Lewis’ten özetleyerek verelim;
“1948’de Britanya Mandası’nın sona ermesini takip eden savaşın ardından, manda altındaki Filistin’in büyük bir kısmı kadim İsrail ismini benimsemeye karar veren Yahudilerin elinde kaldı. Az bir kısmı da Mısır, Suriye ve Ürdün’ün eline geçti. Bu devletlerin hiçbirinde yöneticiler ayrı bir Filistin entitesi (varlığı) yaratmaya yönelik adımlar atmadılar. Suriye işgali altındaki bölgeyi, tarihsel Suriye’nin bir parçası olarak görerek düpedüz ilhak etti. Daha dikkatli olan Mısırlılar, işgal altındaki bir toprak olarak ellerinde tuttular ve hatta kısa bir süre bir yerel otorite kurmayı deneseler de, bu çabadan vazgeçtiler. En önemlisi ise, Ürdünlülerin yönetimleri altındaki bütün bölgeyi ilhak ederek Ürdün Krallığı’nın bir parçası olduğunu ilan etmeleri ve “Yahudiler dışında” kalan tüm sakinlerine Ürdün vatandaşlığı vermeleriydi. Daha sonraki savaşlarda, İsrailliler bu toprakları ele geçirip işgal ettiklerinde, (Özellikle 1967 savaşında İsrail sınırını doğuya doğru Şeria Nehrine kadar genişlettiğinde) Ürdünlüler iddialarından vazgeçtiler ve o zaman, tarihte ilk defa, bu bölgede ayrıksı bir Arap ulusal entitesi (varlığı) gelişmeye başladı. Bu entiteyi adlandırmak için, Filistin ismi benimsendi. Bu durum İsraillilerle Filistinliler arasında süregiden ihtilafa özgün bir karmaşıklık ve güçlük kattı. Bu ihtilaf Mısır ve Suriye ya da Lübnan örneğinde olduğu gibi, tartışmalı bir sınır üzerine çekişme değildi. Her iki tarafın da tarihin farklı dönemlerinden türetilen güçlü tarihsel iddialara sahip olduğu, bir ülkenin doğasına ve kimliğine dair bir ihtilaftı. Her iki tarafın hem Yahudilerin hem de Arapların aşırı uçları, tarihin farklı dönemlerinden olsa da kanıtlarla ve inandırıcı bir şekilde bütün ülkenin kendi tarihsel ulusal miraslarının bir parçası olduğunu iddia ediyordu. Daha yakın bir dönemde, tarihsel olarak her iki tarafın da üzerinde hak iddia ettiği bu topraklarda bir yanda İsrail, diğer yanda Filistin olmak üzere iki ayrı devlet fikri ortaya çıktı. Fakat bu tür bir çözümü kabul etmek bir yana formüle etmek bile zordur.” (B. Lewis-Tarih Notları-sy:240)
Filistinliler Doğu Akdenizli Arap olmayan bir halktır. Yedi milyon Filistinlinin 2,5 milyonu Gazze’de, 2,6 milyonu Batı Şeria’da, 1,9 milyonu da İsrail’in içinde yaşamaktadır. Günümüzde İsrail’in nüfusu 9,3 milyon, 1,9 milyonu Filistinlidir.
Filistin olgusunu İsrail ve Arap toplumlarının geneli ile aşırı uçları farklı şekilde algılamaktadırlar. Arap toplumunun büyük bir bölümünün bu sorunu önemsemediğini, bir Mısırlı gazetecinin şu şekilde ifade ettiğini gene B. Lewis kaydeder:
“Yeterince uzun süre Mısır, Arap dünyasının kan bankası oldu. Bu ‘Arap saçmalığı’ yeter. Mısır’ı düşünmek zorundayız”
Gene Lewis Arap ülkelerine yaptığı ziyaretler sırasından hep aynı argüman dizisini duyduğunu kaydeder:
“Zamanımız var, sabrımız var, tarih bizim yanımızda, Haçlılardan kurtulduk, Türklerden kurtulduk, Britanyalılardan kurtulduk. Sırası gelince Yahudilerden de kurtulacağız.”
Keşifler çağının başlamasıyla birlikte ilk olarak Portekizliler Ortadoğu’ya gelerek güçlü Osmanlı, Mısır ve İran’a üstünlük sağlamışlardır. Portekizlileri Hollandalılar, Hollandalıları İngilizler, İngilizleri Fransızlar (Amerikan iç savaşındaki meşguliyetinden yararlanarak), kovmuşlardır. Bazen de kendi iç sorunları nedeni ile uzaklaşmışlardır. 1905’deki Japonya-Rusya Savaşı ve 1917 de Ekim Devrimi nedeniyle Rusya’nın bölgeden uzaklaşması gibi.
Ortadoğu halkları emperyalistlere karşı dişe dokunur bir “kurtuluş mücadelesi” vermeyip aksine onlarla işbirliği içinde olmuşlardır. (Osmanlının Medine müdafaası, Kut-ül Ammare galibiyeti ve Türk Kurtuluş savaşı istisna olmak üzere) Burada emperyalistlerin biri diğerini kovmuştur.
Ortadoğu’da Emperyal güçlerden birisi diğerine üstünlük sağladığı an diğerini uzaklaştırıyor. Güçler arasında denge varsa uzlaşıyorlar. Günümüzde Suriye üzerinde ABD ve Rusya’nın mutabakat sağladıkları gibi.
Haçlı seferlerinden sonra bölgeye ilk askeri sefer 1798’de Napolyon’un Mısıra girmesidir. Ve 4 yıl sonra İngilizler onları Mısırdan çıkardı. Bu şunu gösterdi ki, bir batılı devlet küçük bir birlik ile Ortadoğu’da bir yeri işgal edebiliyor, bir başka batılı devlet de onu çıkarabiliyordu. Bu çifte ders, Batılılara merkezi devlete dokunmadan Osmanlıyı fare gibi kenarlarından kemirme fikrini doğurdu. Napolyon 1799’da Yahudilere Filistin’de Fransız Mandası altında bir yurt vaat ederek Yahudi yurdunu ilk dile getiren siyasi kişi olmuştur. (Tarihsel Dönüşüm-E. Yarar-2006 Siyasal Kitabevi)1830 da Fransızlar Cezayir’i işgal ve ilhak ettiler. İngilizler de 1839 da önemli bir kömür ikmal istasyonu olan Aden’i (Yemen) işgal ettiler. Benzer düşünce ile İngilizler, Basra’da 1853’te nehir ulaşımı ile ilgili ulaştırma şirketleri kurarak çalıştırmaya başladılar. 1853 de Tuna Prenslikleri ve 1854 de Kırım ilhak edildi. İngiliz ve Fransız yardımı ile Kırım geri alındı ama dış borç batağına girildi.
1869 da Fransızlar Süveyş kanalını açınca Hindistan yolunun tehlikeye girdiğini gören İngiltere Hayfa’dan Basra’ya demiryolu yapmayı düşündü fakat1882’de Kanal hisselerini alıp Mısıra hâkim olunca vazgeçti. Böylece Mısır’ı İngilizler ele geçirmiş oldu. 1881 de Tunus’u Fransızlar ele geçirdi.
1880 den sonra Almanya Ortadoğu’da İngilizlere rakip oldu.1889 da 5B planı uyarınca Berlin, Bizantion(İstanbul), Bağdat, Basra Bombay demiryolunun Anadolu bölümüne başlandı.
1911 de Rusya İran’a sarktı işgal etti. 1912 de Fransızlar Fas’ta manda kurdular. Ruslar kuzeyden, batılar Afrika üzerinden Arap dünyasına ulaştılar.
İngilizler Hindistan başta olmak üzere dünyanın diğer bölgelerine bilimsel yaklaşıp alt yapı yatırımları yaptıkları halde Ortadoğu’ya sadece Hindistan’ı güvene alacak tampon bölge olarak bakmışlardır. Burada bir milyon asker bulundurarak yılda elli milyon sterlin masraf yapmaktadırlar. Burada diğer sömürgelerinde olduğu gibi teknik adamlar değil oryantalistler istihdam etmişlerdir.
Rusya’nın Doğu Anadolu ve İran’da ilerlemesi kaygı verici boyutlara erişince, İngilizler Ortadoğu’yu bölüşmenin acil olduğuna karar verdiler ve 3 Ocak 1916 da Fransızlarla gizli Sykes-Picot anlaşmasını imzaladılar. Anlaşma 9 Mart’ta Rusya’ya bildirildi. Bu paylaşım doğal sınırlar ve demografik yapı dikkate alınmadan salt ekonomik ve stratejik kaygılarla yapılan bir paylaşımdı. Savaş devam ederken yapıldığı için gizli olmak zorundaydı. İngiliz Tarihçi J. Barr bu anlaşma için; “Ayıyı öldürmeden postunu paylaşan, fazlaca çıkarcı bir anlaşma” der.
Sykes-Picot uzlaşmasına göre, Ortadoğu’da Lübnan, Suriye ve Türkiye’nin güney vilayetleri Fransa’nın, Ürdün ve Irak ise İngiltere’nin denetiminde olacak, Kudüs ve Filistin’in geleceği daha sonra belirlenecekti. Rusya’ya da Kuzeydoğu Anadolu vilayetleri verilmişti. Böylece Alman ve Rus etkisi bölgede bertaraf edilmek istenmiştir. Rusya, kendisine verilen yerlerden, Ekim 1917 Devrimi nedeniyle çekilmek zorunda kalınca Lenin, gizli olan bu anlaşmayı dünyaya açıkladı.
(Devam edecek)