Yükleniyor...
Bu cennet vatanın dünya üzerinde muhteşem jeopolitik bir konumu var.
Türkiye hakikaten tüm devletlerin gözünün üzerinde olduğu bir ülke. Fakat “her güzelin bir kusuru” mutlaka vardır tabii.
Bizim en büyük korkumuz yer sarsıldığı zaman başlar, birkaç saniye ile asırlar gibi süren dakika civarı sarsıntılarla zirveye çıkar.
Son olarak Elâzığ’a kadar kaç kere yandı yüreğimiz? Hatırlayan var mı?
Deprem gerçekleştiği an, tüm televizyonlar kendilerine birer deprem âlimi bulur ve sınırsız yorumlar başlar…
“Efendim, filanca bu depremi önceden tahmin etmişti…”
“Konunun uzmanının görüşlerini size sunuyoruz…”
Sonuç; yıkılan binalar ve altında hayat mücadelesine girip kazananlar ve kaybedenler…
Birkaç gün televizyon ekranlarında depremin anlatıldığı, haritalar başında sunumlar.
“Yakında şurada da deprem olabilir” şeklinde bilimsel istatistiklere dayalı tahminlere yer verilir.
Sonra… Sonra her zaman olduğu gibi sarsıntının tekrar bizi yerimizden sıçratmasına kadar unuturuz.
Çoğumuz bazı işlemler için DASK sigortası yaptırtma zorunluluğu olmasa, sigorta yaptırtmayacak kadar da cesurdur.
Bazı insanlarımız da “DASK bana kendi sınırları içerisinde ödeme yapar” diyerek, tedbirli davranır ve ilave sigortalar satın alırlar. Ki bu çok doğrudur.
Bazıları bina yaparken adeta katildir. “Bunu gereksiz yapmışlar” diyerek, hesaba dayanarak oluşturulan projelere küçümseyerek bakarlar. Uygulama sırasında da kendince düzeltmeler yapacak kadar coşarlar.
Bazıları satın aldığı binada estetik düzeltme yaptığını ya da ihtiyaçlarına göre değiştirdiğini söyleyerek, taşıyıcı sistemi kırdığını veya yok ettiğini görür, tüm binaya zarar verdiğine şahit oluruz.
Bazılarımız da teknik açıdan her şeyi olması gerektiği gibi tam uygular…
Kimilerimiz “bu binayı yapan kimdir? Uzman mıdır?” diyerek binanın yapanını sorgular.
Kimimizde; “yaptığına göre ehildir” der ve kimin yaptığına bakmadan fiyat odaklı alım yapar…
Bir sigorta poliçesi satın alırken hangi klozları* içerdiğine bakmadan ne kadar ucuz olduğuna bakarak tercihimizi yaparız.
Hasar gerçekleştiğinde “sigorta kapsamında o da mı yokmuş? Bu da mı yokmuş?” deriz.
Binalar yıkıldığında altında kalan sadece kırılan dağılan eşya ve yapı elemanları değildir.
Binalar depreme dayanıklı olmak durumundadır. Ama hiç de yıkılmaz olmaları beklenemez.
Binalar da hasar olsa da içerisindeki insanların sağ çıkabilmesine imkan sağlayacak yaşam alanları oluşması önemlidir.
Örneğin Ayasofya, Alaettin, Selimiye camileri de insan yapısıdır. Bugün 20-50 yıl yaşayabilen hatta depremlerde yıkılan günümüz binaları da…
Yaşayacağımız binaları dikkatle seçmeliyiz. Satın alırken gerekli araştırma için zaman ayırmalıyız.
Bilmemiz gereken şey şudur ki depremi herkes unutsa da bu ülkede yaşayan bizler korkmadan hatırlamalıyız. Çünkü depremi unutmak bizi gaflete götürür.
17 Ağustos 1999 Gölcük depreminden bir an hatırlıyorum ve hiç unutamıyorum. Depremin ardından ilk görüntüler geliyor ve belli bir süre sonra ekrana gelen depremzede vatandaşımız soruyor “devlet nerede? Bu binalar yapılırken neden izin verildi?” Söz konusu bina 5 katlıydı. Sapasağlam bir şekilde zemine gömülmüştü.
Vatandaşımız çok haklı ama şunu da unutmamalıyız ki rant adına imara açılan körfez dolgu alanı mutlaka çıkar çevrelerinin işiydi. En önemlisi de o bölgedeki bina inşaatları gerekli zemin önlemleri alınmadan yapılmıştı. Oysa koskoca Haydarpaşa Garı da denize dolgu üzerine oturur ama teknik tedbirler alınmıştır. Yapı 1000’den fazla 21 metrelik ahşap kazıklar üzerinde oturmaktadır.
Şehir planlamaları yapılırken tabiatın yeryüzünde bıraktığı fay hatları, kuru dereler gibi izler ve oluşumlar dikkate alınmalıdır.
Barajlar depremlerde tehlike yaratmaması için dikkatle ve detaylarıyla planlanmalıdır.
Suriyelileri barındırma amaçlı yapılan, bölge AFAD kamplarının deprem bölgelerine de hizmet verecek şekilde tasarlandığını biliyoruz. Fakat 2020 Elâzığ depreminde düşünülen faydayı sağlamadı. Dileriz deprem olmasın, ama olursa da bu kamplar gerektiği biçimde devreye sokulabilsin.
Sonuç: deprem vardır. Biz onu unutsak da vardır. Depremin kendisini hatırlatmasına izin vermeden, deprem bizi bulmadan ve korkmadan/korkutmadan gündemde tutmalıyız.
Deprem bölgelerinde beş katlı binalardan yüksek betonarme yapılara izin verilmemelidir.
Tabiatın yeryüzündeki izleri bizlerin yaşlandıkça yüzümüze yerleşen yaşanmışlık çizgileri gibidir. Çok önemlidirler. O çizgileri gerekli tedbirleri almadan asla örtmemek gerekir.
Artık Türkiye’de imara yeni açılacak bölgelerde yağış ortalamaları vazgeçilmez şekilde dikkate alınarak imar planları yapılmalıdır. Buna esas olan yağış ortalamaları da kesinlikle 100 yıllık ortalamanın üzerinde olmalıdır.
Tek doğal afet deprem değildir. Sel su baskınları ve toprak kayması olabilecek alanlar tedbirler alınmadan imara açılmamalıdır.
Binalarda maliyete bakılmaksızın deprem izolatörleri uygulanmalıdır. Hiçbir maliyet insan hayatından önemli değildir. Ayrıca çelik binalar da yaygınlaştırılmalıdır.
Depremsiz geçen zamanda deprem gerçeğini unutturmayacak eğitim çalışmaları yapılmalıdır.
*Kloz; sigorta sözleşmelerine eklenebilen sigorta kapsamını arttıran veya azaltan özel şartlar veya poliçenin bir bölümüdür.
4 Yorum