Yükleniyor...
Memleketin fabrikaları, ormanları, yolları, köprüleri satılıyor; haydi diyelim ki bunları umursamıyorsunuz. Cumhuriyetin temel ilkeleri değiştiriliyor; diyelim ki bunu da umursamıyorsunuz.
Ülkeyi yönetenler Türk sözünü ağzına almıyor (keşif uydumuza Göktürk adını verenler, birilerine oyun oynamak istemiş olmalı. Birileri birkaç defa Göktürk, yani neticede Türk demek zorunda kaldı); anayasadan Türklükle ilgili maddeleri kaldırmak için uğraşıyor; diyelim ki bu da sizi öfkelendirmiyor.
Her gün demokratik özerklikten, federasyondan, bağımsız ve birleşik Kürdistan’dan bahsediliyor; eh galiba bu da size pek dokunmuyor.
Gün geçmiyor ki birkaç şehit toprağa verilmesin. “Şehitler ölmez, vatan bölünmez” diye bağırıyorsunuz da işte o kadar. Daha fazla tepki, şuurlu, sürekli, ses getirecek tepki koymak için neler yapılabilir, diye muhtemelen hiç düşünmüyorsunuz.
Kerkük’teki patlamalarda onlarca Türk, Türkmen şehit olurken birileri Talabani’ye ambulans jet göndermekten bahsediyor; bu da muhtemelen sizin dikkatinizi çekmiyor.
Haydi diyelim ki bütün bunları umursamıyorsunuz; peki sizin şanlı geçmişinizi yerle bir eden, ayaklar altına alan televizyon dizilerini de mi umursamıyorsunuz?
‘Öyle Bir Geçer Zaman ki’ dizisinin 18 Aralık Salı günü oynayan bölümünü seyrettiniz mi? Dizi, devamlı olarak ülkücüleri kaba, pejmürde, vahşi, hunhar, ruh hastası gösteriyor; bunu her hâlde biliyorsunuz. Eh bir yiğitliğiniz vardı; Salı akşamı o da yerle bir edildi.
Sekiz on ülkücü, ömründe tabanca kullanmamış iki kişiyi bir depoda sıkıştırıyor. Ver yansın yaylım ateşi. Fakat o da ne? Bir eski tüfek geliyor; elindeki çakar almaz tabancayla, her kurşundan sonra yeniden doldurulması gereken el yapımı bir tabancayla ve bir de yanındaki toy delikanlının attığı taşlarla, evet taşlarla sekiz on yiğit ülkücüyü yaralıyor ve darma duman ediyor. Ülkücülerin bir yiğitliği vardı; bu diziyle o da yerlerde sürünüyor.
Ben 12 Eylül öncesi ülkücü mücadelenin kutsal ve kurtarıcı bir mücadele olduğuna inanıyorum. Bazılarının zannettiği gibi ülkücülerin, birilerinin oyununa geldiğini düşünmüyorum. Bazıları, Sovyetler çöktükten sonra ortaya çıkan durumu, Sovyetler çökmeden önceki durumla karıştırıyorlar ve o zaman da ülkemiz için bir Sovyet tehlikesi olmamış bulunduğunu zannediyorlar. Farklı zamanların şartlarını birbirine karıştırmaya tarihçilikte “anakronizm” denir. Komünizmin çöküşünü görenlerin bir kısmı işte bu anakronizm denilen düşünce hatasına düşüp, 1990’dan önce de Türkiye için bir Sovyet tehlikesi olmadığını ileri sürüyorlar. Oysa İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetlerin bütün Doğu Avrupa ülkelerini yuttuğu, başka ülkeleri de kendisine bağlamak için propagandaya ve diğer ülkelerdeki yandaşlarına milyarlar harcadığı, artık yakın tarihe mal olmuş bir gerçektir. 12 Eylül öncesinde ülkemizde şehir ve kır gerillacılığı faaliyetinde bulunup silahlarla, bombalarla vatandaşlarımızı ve güvenlik görevlilerimizi öldüren militan komünistler Lenin’e, Stalin’e bağlılıklarını gizlemiyorlardı. Gösteri yürüyüşlerinde onların resimlerini taşıyor; her tarafı orak çekiç resimleriyle dolduruyorlardı. Gösteri ve resimlemelerin fikir hürriyetiyle ilgisi yoktu; çünkü bunları yapanlar aynı zamanda silah kullanıp insan öldürüyorlardı. Sovyetler çöktükten sonra Moskova’da KGB arşivine giren Milliyet gazetesi muhabiri bu arşivlerdeki belgelere dayanarak Sovyetler’den para alan örgütleri açıklamıştı. Sonuç olarak Sovyetler, Türkiye için açık ve somut bir tehdit idi ve ülkücüler buna karşı destani bir mücadele vermişti.
Şimdi eski komünisti, eski sosyalisti, komünizmden dönen dönmeyen liboşu keloşu, gazetelerde, romanlarda, televizyonlarda, sinemalarda ülkücülere vuruyor da vuruyor. Kaba, vahşi, çapulcu ve nihayet iki adam karşısında darma duman olan bir avuç serseri… Türkiye’nin en çok izlenen kanallarındaki görüntüler bile sizi ilgilendirmiyorsa siz gerçekten var mısınız? Romancınız, tiyatrocunuz, sinemacınız yoksa, olacağı budur. Düşünce adamınız yoksa, var olan birkaçını da kapı dışarı etmişseniz, olacağı budur. Gazeteniz, televizyonunuz yoksa olacağı budur.
Ve hâlâ bunların eksikliğini duymuyorsanız ey ülkücüler; siz var mısınız? Affedersiniz unuttum; her gün “ya Allah, bismillah, Allahü ekber!” diye bağırıyorsunuz.