YAĞMURLAR

25 Haziran 2015 Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir. Müptela-i ‘çember’e sor kim geceler kaç saat (21Aralık) Yılın bu en uzun gecesi için dizeler var da en kısa gece (21 Haziran) için bir kayıt var mı, bilmiyorum. Toplamda bir gün, 24 saat. En kısa gecenin gündüzü, en uzun gün. Öyle olduğuna göre o gündeyiz tam […]


Paylaşın:

25 Haziran 2015

Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkit ne bilir.

Müptela-i ‘çember’e sor kim geceler kaç saat

(21Aralık) Yılın bu en uzun gecesi için dizeler var da en kısa gece (21 Haziran) için bir kayıt var mı, bilmiyorum. Toplamda bir gün, 24 saat. En kısa gecenin gündüzü, en uzun gün. Öyle olduğuna göre o gündeyiz tam da, ama ısınamadık hâla. Kışlıkları geri çıkarmak zorunda kaldık yeniden. Bir rahmet yılı ki Orta Anadolu değil de Orta Karadeniz’deyiz sanki say onu sen.

Başkent, başkent olalı böylesini görmemiştir herhalde. Öncesinde olmuş mudur takvim yapraklarına bakmak lazım.

Sel haberleri geliyor yurdun dört bir yanından. Üzen, düşündüren görüntüler… Göle dönen yollar, taşan logarlar, selle boğuşan, yolda kalan araçlar, su basmış iş yerleri, evler… Şehirlerin alt yapıları test ediliyor böylelikle. Karneleri veriliyor belediyelerimizin.

Yersiz belki ama “yağmur” üstüne şarkılar takılıyor dilime bu hengamede;

Yağmurun sesine bak

Aşka davet ediyor.

Cama vuran her damla

Beni helak ediyor.

Öğretmen okulundaydık. Diğer bir kardeş okul geziye gelmişti. Onlardan biri okumuş bu şarkıyı. İlk o zaman duymuştum.

Şeyh Şamili oynayarak gösteri yapmıştı bizden biri de, karşılıklı maharet yarışında.

“Yağdır Mevlâ’m su…” Bir dönemin dillerden düşmeyen Emel Sayın şarkısı.

Suya hasret güllere/ Sana açık ellere

Tutuşan gönüllere/ Yağdır Mevlâ’m su.

İçinde “sel” geçmiyor ama bu şarkıların.

O türkülerde… Bir Kızılırmak, bir Fırat bile yeter bunun için. Bir Ürgüp türkümüz mesela.

Ayşe’min yeşil sandığı

Daha elinin değdiği

Hiç aklımdan çıkmıyor ki

Kapılıp sele gittiği

Yürek eriten bir Ümmü Gelin türküsü mesela Teke yöremizden;

Suya düştü tutamadım kolunu,

Uzak da gitti bilemedim yolunu,

Kanlı da çaylar

Nerelere koydun Ümmü mü?

Türkü şöyle dursun, dikili ağaçlarımız vardı (elhamdülillah). Gidemedik. Göz açtırmadı mübarek. Budama mevsimi uğramıştık en son. Hakları kaldı üzerimizde. Ramazanda gitmek zorlaşır diyerek bir gitti ki otlar ağaç boyuna ulaşmışlar. Üzüldük desek yalan olur. Galiptir bu yolda mağlup. Ağaçlar da coşmuş, boy atmışlar toprağın suyla buluşmasına bakıp. Buluşmaların en güzeline, tohumun toprak, toprağın su ile buluşmasına tanık olmuşlar.

Veysel de sözcükleri bu minval üzere buluşturmuş ki, o ölümsüz dizeler çıkmış ortaya.

Kazma ile dövmeyince kıt verdi

Benim sadık yârim kara topraktır

Karnın yardım kazmayınan belinen

Yüzün yırttım tırnağınan elinen

Yine beni karşıladı gülünen

Benim sadık yârim kara topraktır.

Kirazlar karşılıyor bizi daha önemlisi.

Dalları bastı kiraz

Gel bize biraz biraz

Topladık torbamıza kattık ramazan azığı niyetine. Bahçemiz başkentin bir hayli dışında. Bir kısmında yapılaşma olsa da boş arazilerden ekili alanlardan geçer geliriz. Ekin biçme makineleri olurdu buralarda bu mevsim. Mevsimler şaşınca harman mevsimi de geriye atmış.

Yağışların başka etkileri de oldu elbet. Balkonda iftar keyfi yaşayamadık mesela. İçeri kaçmak hissi galip geldi her defasında. Balkon çiçekleri nasiplendiler ama bunun yanında. Yağmur suyuyla beslendiler ziyadesiyle. Haricen su gerekmedi. Renk geldi yüzlerine.

Parklar, görevli göremezdik oralarda. Gövdesi iki kulaç, minare boyunda içi boş demir direkler bekçilik ederdi bir. (Baz cihazlarını kamufle içinmiş) Onlarda rahmetten nasiplendiler. Kendine geldiler, güzelleştiler. Sulama gerekmedi fazladan. Yazıda, yabanda ne bitki, ne nebat varsa hepsi nasiplendiler Mayıs-Haziran yağmurlarından.

Başkent “en yeşil kent” seçilecek bu gidişle. Birkaç yıl böyle devam etsin, ormana dönecek İç Anadolu. Timur’un Çubuk Ovasına fillerini sakladığı o yıllara…

Aracımız tozla tanışamadı mesela henüz. Günlük yıkanmakta gökten inen rahmetle…

Beş evlerden çıktım başım selamet.

Keçiören’e geldim koptu kıyamet.

Karşıya geçmek ne mümkün. Yağmurun dinmesini bekliyorum. Yetmiyor. Selin de kesilmesi gerekiyor. Kapıyı aralıyorum tekeri yarılamış sular akıyor altımızdan. Dupduru sular. Bileklerime kadar su dolacak inecek olsam. Sonunun gelmesini bekliyorum selin. Sel bitiyor. Asfalt kuruyor. Güneş çıkıyor. Hiç yağmamış gibi. “Bahar ayamı(hava)” derler bizde sık karar değiştiren sözünde durmayan için. Kastedilen bu işte. Allahın işine de bak. Altı ay evveline kadar yağmur dualarına çıkıyorduk. Ne olacak bu barajların hali? Susuz mu kalacak şehirlerimiz diye düşünüyorduk. Şimdi fazlası var barajların.

Rahman Allah, Rahim Allah.

Onun hikmetinden sual olunmaz.

Başkentin meteorolojik ikliminde ahval bu.

Darısı siyasi iklimine…

Görelim Mevla neyler…

Hayırlı ramazanlar…

Yazar

Osman Erenalp

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar