Zamanın Frankensteinları geliyor!

Türkiye’nin ne hâle getirildiğinin farkında mıyız? Romandaki Frankenstein bir taneydi, ama Türkiye’de bugün sayısı belli değildir…


Paylaşın:

Bir bilimkurgu hikâyesi Türkiye’de gerçek olmak üzere. Nasıl mı? Hani, şartlar zorlanır, yaratılış zorlanır, hakikat zorlanır ya… 21’inci yüzyılın başından bu yana ideolojik yaklaşımlarla hepsi de zorlandı. Devletin genleriyle oynandı. Hukuk -neredeyse- askıya alındı. Mütemadiyen fiilî durumlar yaratıldı. Hepsinden de önemlisi anayasanın arkasına dolanarak oluşturulanıydı. Din konusundaki ideolojik yaklaşım yönetim felsefesi olunca, sıkıntı devamlı büyüdü. Sonuçta, yaratanlarını da yok edecek Frankensteinlar ortaya çıkmak üzere.

Kamuoyunda Cübbeli Ahmet olarak bilinen Ahmet Mahmut Ünlü de eski Meclis Başkanı Cemil Çiçek de uyardı. Cübbeli, Vahabi selefi din anlayışının millet bütünlüğüne yönelik tehlikesine işaret etti. Çiçek de “’kayıt dışı din’le mücadele” dedi. Çözüm için ikisi de Diyanet İşleri Başkanlığı’nı (DİB) gösterdi.

Doğru olanı Diyanet tarafından çözülmesi elbette. Ancak aynı zamanda problemin kaynağı da orası. Yani, zihniyet ve hedef değişmeden başarılması zor görünüyor. Çözüm denetim altına alınması da değildir. Çünkü bu aynı zamanda statü vermek demektir. Ve yarınlarda nerelere kadar gideceği de meçhuldür.

Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir

Diyanet İşleri Başkanı göreve başlarken yaptığı konuşmada ilk işareti vermişti. İmam hatiplerle ilahiyat fakültelerinde21. asrın hedonist idrakine, İslâm’ın aydınlık istikametini derc edecek ahlak-ı hamide sahibi nitelikli nesillerin yetiştirilmesi(nden)” bahsediyordu.

DİB tarafından düzenlenen 6. Din Şûrası (25-28 Kasım 2019) da çok önemliydi. 15 Temmuz sonrasındaki Yeni (!) Türkiye’yi işaret ediyordu. Başlığı, “Sosyokültürel Değişim ve Diyanet hizmetleri”. Tam da bugün tehlike olarak tartışılan hususlar.

Ali Erbaş şûranın açılış konuşmasında, “… zamanı ve çağı yeniden inşa ederek sosyo-kültürel değişimi doğal mecrasına döndürmek ve … yeni bir dünyanın inşası için çalışmak … bu bağlamda fıkıh, kelâm gibi İslamî hayatın kurucu disiplinlerini yeniden inşa etme(k)” demişti.

Şura kararları çok tartışmalıydı. Mesela, Dinî gruplar çoğunlukla toplumsal hayatın olağan seyri içerisinde meydana gelen oluşumlardır.” ifadesi bugün üzerinde fırtınalar kopan konuda. Toplumdaki birçok kötü koku da oralardan geliyor.

En önemlisi de Cumhurbaşkanı Erdoğan kapanış konuşmasında, “Diyanet İşleri Başkanlığımızdan tüm devlet kurumlarına da örnek olacak bir süreç yönetimi bekliyorum … bu 37 maddenin gerçekten kronolojik olarak takibini yapmalı.” diye talimat vermişti. (Bu şûrayı değerlendirdiğim iki yazılarım bağlantılardan okunabilir:  )

Devletin başka kurumları da ateşe odun taşıdı

Devletin genetiğiyle hep oynandı. Gözlerden ırakta oynanmaya da devam edildi.

Mesela Kamu Gözetimi, Muhasebe ve Denetim Standartları Kurumu (KGK), İslâmî Finans Kuruluşları Muhasebe ve Denetim Kuruluşu (AAOIFI) arasında bir anlaşma imzalıyor. Bu kuruluş bazı Müslüman ülkelerin çoğu özel sektör kuruluşlarının bir araya gelerek oluşturduğu devlet dışı bir yapı. Resmî de değil.

KGK bu anlaşmayla, faizsiz finans sektörüne ilişkin AAOIFI’nin hazırladığı standartların mevzuatımıza kazandırılmasını sağlıyor. Bütün bunlar kurul kararlarıyla yapılıyor. Ancak hepsi de egemenliği doğrudan ilgilendiriyor. Ayrıca yasalarla çelişen ya da doğrudan anayasaya aykırı olan hususlar. Dinî fıkhı (hukuku) esas alarak yapılan bu mevzuat doğrudan laiklik ilkesine de aykırıdır.

Bunu yapanların penceresinden baktığımızda da dinî açıdan da sıkıntılı olduğu hemen görülüyor. Çünkü bu standartlar, hazırlayanların anlayışına göre hazırlanmış standartlar. Gariplik de var. KGK faizsiz finans denetimi için etik ilkeleri açıklarken “fıkhın evrenselliğinden” bahsediyor. Ama bu konuda internette arama yaptığınızda farklı fıkhî mezhepler karşımıza çıkıyor. Görünen o ki yaptıkları üzerinde fazla düşünmemişler de. (Bu konudaki yazım okunabilir.)

Yalnız onlar mı?

Ateşe odun taşıyan başkaları da var. Kamu Denetçiliği Kurumu (Ombudsmanlık-KDK)’nun 2019 Ocak’ında bir çalıştay düzenliyor. Gerçi çalıştay öncesinde tavsiye kararını almış ve gerekli yerlere ulaştırmış da. Ama bu sefer din eğitimine de el atmışlar. Çalıştayın adı İlahiyat Açık Öğretim Lisans Eğitimi (İLİTAM) ve Din Eğitimi”. Konunun KDK’nin ne kadar görevi olduğunu bir yana koyalım. Ve konuşmalardan bazı cümlelere bakalım. İLİTAM, İlahiyat Lisans Tamamlama’nın kısaltması.

Dönemin Din Eğitimi Genel Müdürü açık imam-hatip liselerinde 110 bin öğrencinin olduğunu söylüyor. Bunların bir kısmının ilahiyat ön lisansa devam ettiğini belirtiyor. Açık öğretimdeki bu öğrencilerin çoğunun medrese denen tarikat ve cemaatlerin eğitiminden geçtiğini göz önüne alalım. Şimdi bunların İLİTAM’dan, yani lisans tamamlama programından yararlandıktan sonra okullarda öğretmen, camilerde imam, illerde – ilçelerde müftü, Diyanet’te yönetici olduklarını bir düşünelim. (Bu arada Türkiye’de İlahiyat Fakültesi sayısının 110, İslamî İlimler Fakültesi sayısının da 58’e ulaştığını da hatırlamak gerekiyor.)

Kamu Denetçiliği Kurumu’nun hangi alana müdâhale ettiği açıkça görülüyor değil mi? KDK’nin hazırladığı Çalıştay Raporu kitabının Giriş’inden başka bir ipucu: “… tüm teknolojik ve yaşam standartlarından yararlanabilecek yolları fıkhi olarak bulmuş ve dünyadaki diğer Müslümanlar ile temel esaslar ve ahlaki değerler noktasında uyumlu olan bir Müslüman kimliği elzemdir. (Bu konudaki yazıma ulaşabilirsiniz.)

Bunlar kadar önemlisi

Cumhurbaşkanı, Diyanet İşleri Başkanımızın sözleri sadece kendini Müslüman olarak tanımlayan, İslâm dairesinde gören kişiler için bağlayıcıdır. Kendini bu sıfatlarla tanımlamayanlar için söz konusu ifadeler sadece bir görüşten ibarettir.” demişti (27 Nisan 2020). Ne için söylendiği çok önemli değil. Müslüman için sadece Allah’ın söylediği bağlayıcıdır. Peygamber’e bile söyledikleriniz vahiy mi diye sorulmuştur. Vahiyse uyulmuş, yoksa insanlar fikirlerini belirtmişlerdir.

Yine aynı konuşmada Cumhurbaşkanı Ülkemizde eğer İslam adına konuşması gereken birisi varsa, bir kurum varsa Diyanet İşleri Başkanlığıdır” da demiştir. DİB, İslam adına da konuşamaz. Ancak görüş belirtebilir. Görüşü de bağlayıcı değildir. Görevini yaparken de sadece yasanın verdiği yetkileri kullanır.

Ayrıca sosyal medyada, her gün, ülkedeki tekkelerde, medreselerde, kurslarda tek tip elbiseli icazet töreni videoları görünüyor. İslamî adıyla yurdun birçok yerinde faaliyet gösteriyorlar. Gün geçmiyor ki taciz veya tecavüz haberi duyulmasın.

“Bundan önceki birçok iktidar döneminde İslâmî kesimin ayaklarında maddi ve manevi hareketlerini engelleyen bağlar, bukağılar, prangalar vardı. Bu iktidar bunları teker teker çözdü, şimdi … İnsanların kendi aralarında anlaşarak -ceza alanı hariç- birçok alanda ve ilişkide şeriat kurallarını uygulamalarına da engel yoktur.” (Hayrettin Karaman, Yeni Şafak, 25 Ekim 2019)

Türkiye’nin ne hâle getirildiğinin farkında mıyız? Romandaki Frankenstein bir taneydi, ama Türkiye’de bugün sayısı belli değildir…

Yazar

Hakan Paksoy

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar