ÜSTÂD (ÜSTAT)

14 Temmuz 2015 Üstat: Farsça bir kelime olmakla beraber, Türkçe‘de ve Arapça’da da kullanılan bir isimdir. Sözlükte: 1. Öğretici, bir bakıma öğretmen, bazı durumlarla rehber ve mürşit anlamında da kullanılır. 2. Bir fen ve hüner, bilhassa sanatta en ilk dereceye erişmiş olan: Üstâd-ı azam: mahir, sanatında mahareti olan, usta: üstad işi. Son zamanda otoriteyle eş […]


Paylaşın:

14 Temmuz 2015

Üstat: Farsça bir kelime olmakla beraber, Türkçe‘de ve Arapça’da da kullanılan bir isimdir. Sözlükte:

1. Öğretici, bir bakıma öğretmen, bazı durumlarla rehber ve mürşit anlamında da kullanılır.

2. Bir fen ve hüner, bilhassa sanatta en ilk dereceye erişmiş olan: Üstâd-ı azam: mahir, sanatında mahareti olan, usta: üstad işi.

Son zamanda otoriteyle eş anlamlı olarak kullanılmaktadır. Doktrini ve muhakemeleri genellikle doğru kabul edilen. Bir sahada derinleşmiş şahıs. Kaynak kişi olarak ta düşünülebilinir.

Üstat bir tarikat şeyhi, bir cemaatin önderidir. Mesela Nurcular, Said-i Nursi’yi üstat olarak bilir ve tanırlar. Bazen de üstat yerine efendi, efendi hazretleri, ağa, bey, şeyh gibi unvanlar da kullanılabilmektedir.

Tarihin her döneminde ve her medeniyet ve kültür dairesinde, her alanda bu unvanlara sahip insanlar vardır. Medeniyetlerin ve kültürlerin gelişmesinde bu kimselerin büyük rolleri olmuştur. Dünya tarihinde büyük devrimlerin oluşumunu incelediğimiz zaman hemen görürüz ki devrimlerin fikir babaları bu otoriteler yani üstatlardır. Bilimin ve teknolojinin her dalında da art arda sıralanacak öncüler vardır. Bunlara genellikle mucit denir. Son zamanlarda bunlara buluşçu da denilmeye başlandı.

Her meslekte, sanatın her kolunda, zanaatta usta çırak münasebeti vardır. Bu münasebet aynı zamanda bir eğitim ve öğretim metodudur. İkisi arasında kişiye de kalfa denir. Eskiden okullarda öğretmenin yanında hademenin üstünde görevli olanlara da kalfa denirdi. Dülger ve duvarcının ikincisi. Osmanlı döneminde devlet dairelerinde kıdemli kâtip, bunların başlarına da ser-hulefâ yani başkâtip denmiştir. Stajyer öğretmen, öğretmen, başöğretmen gibi. Mahkemelerdeki zabit kâtibi, başkâtip gibi. Birçok devlet dairesinde benzer ünvanlar var. Meslekte kıdemi olan yükselen kimselere nezaketen üstat denilir. Günümüzde bunun yerini Fransızca bir isim olan duayen almıştır. Duayen politikacı, duayen hoca, duayen büyükelçi gibi… Hocaların hocası da bir bakıma aynı kelimeyi ifade etmek içindir.

Bizim kültürümüzün bu anlamda kazandığı bir başka unvan da “dede”dir. Büyükbaba anlamında yaygın bir kullanışı vardır. Torun tosun sahibi olan kimseler için verilen bir isimdir. İkinci anlamı: Yol babası: kıdemli derviş ve bilhassa Mevlevi tarikatında çile merasiminden geçmiş derviş.

Dede – Baba, Bektaşi şeyhlerine verilen bir saygı unvanıdır.

Askerlikte bu sivil unvanlar kullanılmaz. Silahlı kuvvetlerde ast-üst münasebeti çıraklık ustalık ilişkisi olarak kabul edilmez. Orduda her rütbenin görev yetkileri kanun ve yönetmelikler ile belirtilmiştir. Amir ve ast ilişkisi sıkı kurallara bağlanmıştır. Ast’ın üstüne komutanım diye hitap etmesi gerekmektedir.

Üstat, kimi zaman bir cemaatin, kimi zaman bir tekkenin önderidir. O bazen şeyh, bazen efendi, bazen efendi hazretleri denildiğini daha önce belirtmiştim. Bazen de bir derginin veya derneğin etrafında toplanan insanlarında üstat olarak bildikleri kimseler vardır. Hiç şüphesiz ki bunlar toplumda büyük görevler ifa ederler.

Şüphesiz ki bunlar birer eğitim kurumlarıdır. Resmi eğitim kurumlarının karşın bunlar yaygın eğitim kurumları olarak adlandırılır. İfrata kaçılmadığı takdirde yararlı bir kurum olduklarını kabul etmek gerekir. Tarihimizin belli dönemlerinde tarikatlar gerçekten imrenilecek kurumlardır.

Tekke edebiyatı, Tekke musikisi kültür hayatımızın, ruh zenginliğimizin ve inceliğinin baş tacı sayılacak örnekleriyle doludur. Tekke edebiyatı hem halk edebiyatımıza hem divan edebiyatımıza ilham vermiştir. Birçok tasavvuf sembolleri, motifleri, temaları, sesleri ve nefesleri her iki edebiyat kolunda da kendisini kuvvetlice hissettirir. Günümüz edebiyatından ve musikisinde tekke seslerinin açık seçik örnekleriyle doludur.

Bu olumlu yanlarına rağmen gerek cemaatlerin gerekse tarikatların son zamanlarda, kendi asli gayelerinin dışına çıkarak siyasete ve ticarete yönelişleri aleyhlerinde bir kampanya başlatılmasına sebep oldu. Hatta bir takım karanlık ilişkiler içinde bulunduklarına da dair resmi açıklamalar yapılarak birçok kimse hakkında adli işlemler uygulandı.

Büyük âlim ilahiyatçı Hüseyin Atay’ın “Cehaletin Tahsili” isimli eserinde “Tarikat Şeylerine Önerim” diye bir bölüm var. Bu bölüm dikkatli okunursa ise, tarikatın büyüklerinin hataları çok güzel bir şekilde anlaşılır.

1. Müritlerini yüceltip diğer Müslümanları yok saymasınlar.

2. Allahın kendileri ile konuştuğunu söyleyip müritler üzerine Allah adına otorite kurmasınlar.

3. Allah’la insan arasına girmesinler. İnsanların Allaha ulaştırmanın vasıtası olmaktan çıksınlar.

4. Müritlerini yakından uzaktan kumanda etmesinler. Âlimler gibi insanları serbest bıraksınlar. Herkes kendi başına bayrak olsun. Saygıyı, bağlılığı tapınmacılığa vardırmasınlar.

5. Müritlerini okumaya, öğrenmeye, düşünmeye özendirerek, yeni buluşlar bulmayı en büyük ve faydalı ibadet olacağını anlatsınlar.

Tarikat şeyhlerine yapılan bu önerileri siyasi parti liderlerine ve cemaat önderlerine de yapmak gerekir.

Siyasette ben buna benzer davranışlarla karşılaşmıştım. “Liderin yanlışı benim doğrumdan daha iyidir.” İlk duyduğum zaman, o günün zihniyeti içinden çok doğru olarak kabul etmiştim. Aradan şu kadar zaman geçince bu sözün hiç de doğru olmadığını anlıyorum. Söz buradan açılınca rahmetli Türkeş’le bir konu tartışılırken, benim kendisine itirazlarım üzerine Türkeş, “Genel başkanın sözlerinde hikmet vardır böyle kabul et” deyince, ashabın birçok meseleyi Peygamberle tartıştıklarını söyleyerek cevap vermiştim.

Hazreti Peygamber, “Benim dediğimi nasıl anlıyorsanız öyle yapın, her şeyi bana sormayın” demişti. Peygamberi böyle olan bir ümmet yüzyıllar içinde şeyhine, üstadına, siyasi liderine danışmadan ne bir şey yapabiliyor, ne bir şey konuşabiliyor. Kendisine mahsus ne bir düşüncesi, ne de davranışı ve sorusu olmayan kimselerin oluşturduğu siyasi yapılardan sorun çözecek öneriler ve davranışlar beklemek hayal oluyor. Tarikatlar nasıl şeyh merkezli ise partilerde lider merkezlidir. Lidere muhalefet şöyle dursun, önerilerde bulunmak bile affedilmez bir kabahattir. Bunu göze alan kimseler partiden kovulur, teşkilatlar ise kapatılır.

Dışarıya karşı demokrat, özgürlükçü, içeride alabildiğine despot.

Bir partinin lideri köşe yazarlarından biri ile yaptığı söyleşide: “Parti içi demokrasi bir mikroptur.” demiş. 7 Haziran seçimlerinden sonra yapılanları görünce ancak “trajikomik” ifadesini kullanabiliyorum. Devleti idare ettiğini zannedenler “Bizim kimsenin aklına ihtiyacımız yoktur“ diyebilmeyi bir meziyet olarak görüyor. Kimsenin aklına ihtiyaç duymamayı liderlik şanından kabul ediyorlar.

Yazar

Necdet Özkaya

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar