ABD-Batı’nın ‘Arap Baharı’ndan Muradı Tunus-Libya- Mısır ve Suriye’de Şeriat mı?
ABD-Batı’nın ‘Arap Baharı’ndan Muradı Tunus-Libya- Mısır ve Suriye’de Şeriat mı?
23 Ekim 2011’de Tunus’ta yapılan genel seçimler sonucunda ülkenin isteği “Şeriat” doğrultusunda bir yönetimi işaret etti. Bağımsız Seçim Kurulunun (Isie) Genel Sekreteri Ebubekir Betabet’in ilk açıklamasına göre, seçimlerin favorisi Ennahda partisi aralarında Sfaks ve Sus kentlerinin bulunduğu 5 seçim bölgesinde 39 sandalyenin 15’ini aldı. Isie’nin 25 Ekim’deki açıklaması ile de Ennahda’nın galibiyeti teyit edildi. Ennaha’nın […]
23 Ekim 2011’de Tunus’ta yapılan genel seçimler sonucunda ülkenin isteği “Şeriat” doğrultusunda bir yönetimi işaret etti. Bağımsız Seçim Kurulunun (Isie) Genel Sekreteri Ebubekir Betabet’in ilk açıklamasına göre, seçimlerin favorisi Ennahda partisi aralarında Sfaks ve Sus kentlerinin bulunduğu 5 seçim bölgesinde 39 sandalyenin 15’ini aldı. Isie’nin 25 Ekim’deki açıklaması ile de Ennahda’nın galibiyeti teyit edildi.
Ennaha’nın lideri ise sürgün hayatını çoğunlukla İngiltere’de geçiren Raşid Gannuşi’dir. Şeriat yönetimi benimsenmekle birlikte bir diğer model olarak da Türkiye konuşulmaktadır. Gannuşi’nin “ılımlı” İslam’ı benimsediği, çok eşliliğe hayır dediği, buna karşılık kadınların resmi kurumlarda da başörtüsü taşıyabileceğini savunduğu ileri sürülmektedir.
Tunus’taki bu değişim üzerine Tunus’ta tatil geçiren pek çok Avrupalı “Artık Tunus’ta yüzerek tatil yapamayacak mıyım?” diye sormaya başladı. Özellikle Almanya ve Danimarka gibi ülkelerde bu soru ve şaşkınlık daha da yaygın…
23 Ekim’de bu kez Libya’dan “Şeriat” sesi duyuldu. ‘Sosyalist’ Muammer Kaddafi insanlık dışı bir şekilde katledildikten sonra Libya Ulusal Geçiş Konseyi (UGK) Başkanı Mustafa Abdülcelil, Bingazi kentinin merkezinde onbinlerce kişiye yaptığı konuşmada Libya’nın kurtuluşunu ilan ederken, Libya’nın “İslam ülkesi” olduğuna vurgu yaparak, “Şeriat’ın kabul edildiğini” duyurdu.
Bu bağlamda Kaddafi dönemindeki boşanma ve evlilik yasasının “şeriata aykırı” olduğundan hareketle, artık söz konusu yasanın geçersiz olduğunu belirtti. Abdülcelil ayrıca; yatırımcıların faiz geliri elde etmediği İslami bankaların açılacağını da ekledi.
Libya’nın kurtuluşu sebebiyle havaya kutlama ateşi açanları da “Ateş açmak Allah’a şükretmek anlamına gelmez. Sivilleri yaralayabileceği için Şeriat bunu yasaklıyor!” diyen Abdülcelil, Suriye ve Yemen’deki göstericileri de unutmayarak, “Suriye ve Yemenlilerin de istediklerini elde etmesini ve kazanmasını umduğunu!” ifade eden bir mesaj da gönderdi.
Her ne kadar Mısır’da seçimlere daha zaman varsa da, görünen o ki, başını Müslüman Kardeşler’in çektiği siyasi hareket oldukça güç kazanmaktadır. Başbakan R. Tayyip Erdoğan’ın Eylül 2011’de Kahire’deki konuşmasında “Laiklik” vurgusu yapmasına en büyük tepki Mısır’daki Müslüman Kardeşlerden ve İran’dan gelmişti.
Aslında Mübarek’in ardından ülke yönetimini geçici olarak devralan Askeri Konsey, “Türkiye modeli” bir laik düzenden söz etmişti. Ancak, anlaşıldığı kadarıyla Mısır’da “Laiklik” köprüsünü altından geçen sular kurumakta ve Şeriat’a doğru hız kazanmaktadır.
Her ne kadar gene en azından “Ilımlı İslam” Tunus’a gelecek olsa da, Afrika’nın kuzeyinde Cezayir’den Mısır’a kadar bir “Şeriat kuşağı” uzanacağı anlaşılmaktadır.
Şeirat ya da Seküler Milliyetçilik Arasında Tercih!
Burada akla gelen soru şudur: Acaba ABD ve bazı Avrupa ülkelerinin (Fransa, İngiltere, İtalya, İspanya gibi) bu üç ülkede özledikleri ve bekledikleri yönetim şekli “Şeriat” mıydı? Yani Suudi Arabistan’da, Umman’da var olan, diğer Körfez Ülkelerinde “ılımlı” uygulanan Şeriat düzeni için mi “Arap Baharı”na destek verildi?
Üstelik Suriye Lideri Beşşar el-Esad da 30 Ekim 2011 tarihli Sunday Telegraph gazetesindeki demecinde, “1950’den beri Müslüman Kardeşler’le savaşıyoruz. Ve bu savaş hâlâ devam ediyor!” demiştir. Esad’a göre Suriye’deki “Arap Baharı” bir bakıma yıllardır devam eden “İslamcılıkla Pan-Arabizm arasındaki mücadele”den farklı bir şey değildir.
Kuşkusuz ki Esad burada kendisini sütten çıkmış ak kaşık gibi göstermek istemektedir. Ama, Suriye’deki iktidar mücadele de yıllardır “Radikal İslamcılar” ile Esad Ailesinin ısrarla yerleştirmek istediği “seküler Arap milliyetçiliği” arasında geçmektedir. Esad ve Baas rejimi de elindeki gücü her fırsatta karşı tarafın üzerinde balyoz gibi kullanmaktan çekinmemektedir. Sureye’de Baas rejiminin gitmesi halinde, büyük bir ihtimalle Müslüman kardeşler ağırlıklı ve Suudi Arabistan’a yakın bir yönetim gelebilecektir. Acaba böylesi “Şeriat” yanlısı bir rejim, ABD ve Avrupa’nın istediği bir rejim şekli midir?
Bunun cevabını verebilmek için, halen ABD’nin bölgedeki en yakın Arap müttefiklerinin kimler olduğuna bakmakta yarar vardır. Şeriat’ın en katı uygulandığı Suudi Arabistan ve Umman Sultanlığı ABD ile en iç içe siyasi ve ekonomik ilişkiler içerisinde bulunan ülkelerdir. Körfez Ülkeleri de özellikle ekonomik bağlamda ABD ve Avrupa’nın önde gelen ülkeleri ile çok yakın ekonomik ilişkiler içerisindedir. Hatta bazılarında ABD, İngiltere ve Fransa’nın askeri üsleri ve “Körfez’i kontrol” maksadıyla önemli deniz-hava ve kara kuvvetleri de mevcuttur.
Oysa Mısır bir tarafa bırakılacak olursa, ne Kaddafi’nin ‘sosyalist diktatörlüğünde”, ne Zeynelabidin bin Ali’nin “laik” Tunus’unda, ne de Beşşar el-Esad’ın “laik” Suriye’sinde ABD ve hatta diğer Avrupa ülkelerinin önemli bir nüfuzu bulunmuyordu. Acaba neden?
Sonuç
ABD ve Batı, “Şeriat”la yönetilen Orta Doğu ülkeleri ile sömürü düzenine dayanan ikili ilişkilerin daha kolay olduğunu görmüşler gibi. Buna karşılık milliyetçi ve hele de seküler özelliği olan ülkeler varsa, bunlar da “küreselleşme karşıtı” oldukları gerekçesiyle, hiç vakit kaybetmeksizin değirmende öğütülmeye çalışılmaktadırlar. Şeriat ya da seküler milliyetçilik bahane. Önemli olan ABD ve Batı’nın küresel isteklerine engel çıkartmayacak yönetimler.