Yükleniyor...
Gençliğimde, biriktirecek gençliğim yoktu ki! Bazen ‘keşke hayaline’ dalıyorum…
Ya da gençliğim, benim gibi yüzbinlercesinin gençliği, aslında çalınmış bir gençlikti. Ya da biz gönüllü olarak gençliğimizi bağışlamıştık. Bu dünyada mekan için lâzım olanı bile elli yaşımdan sonra biriktirebildim. Öteki dünyada lâzım olacağı da düzgün yaşamaya çalışarak Tanrı’ya havale ettim; ne lâzım olduğunu yaratıcıdan daha iyi mi bileceğim?
‘Keşke gençlik biriktirebilseydim!’ dediğim olmuyor değil. Sonra acı bir tebessümle biriktirecek gençliğimin olmadığını, gençliğimin ancak o günlere yettiğini, tasarruf yapamadığımı hatırlarım.
Gençliğim önce yokluğa, yoksulluğa, yoksunluğa, kaygılara, sahipsizliğe, koşturmaya harcandı.
Sonra Türk milletinin, yurdunun, devletinin, halkının yükleri yüklendi üzerimize. Yoksa biz mi öyle anladık, gençlik ya, bilmiyorum! Bizle aynı yaştaki başka gençler de bizim yükü bizden almaya çalışıyorlardı. Ne yüktü ama… Gençler olarak uğruna can veriyorduk!… Yani kavga ettiklerimizin de pek gençlikleri olmadı. Zaten gençlik demek gençliği hasretmek demekti. Gerçi başka gençler de vardı ama biz gençlerin kavgasından rahat bir gençlik ortamını pek bulamadılar. Daha uygun ifadeyle gençliklerini korumaya aldılar, konserve yapıp bu günlere sakladılar. Bu gençlerden bir taraftakiler bugün ülkenin, devletin, iktidarın güç sahibi… Aradan sıyrılmasını bildiler… Onlar da galiba olgunluklarındaki güçlerini gelecek nesillerine destan olarak bırakacaklar… Çünkü onlar da ruhlarını harcadılar. Lafın gelişi, yoksa ruhun ne olduğunu bildiğimden değil.
Ülkenin, milletin, devletin, halkın dertlerini sahiplenmiştik. Oysa kendimize bile sahip olamadığımızı uzun yıllar sonra anladım. O zamanın gençleri şimdi o günlerin gençliğiyle, dostluğuyla, idealizmiyle, destansı havasıyla teselli bulmaya, harcanmış gençliklerini kutsamaya çalışıyorlar. Hoş ben de aynısını yapıyorum. Geçmişte yaşamanın tadı başka oluyor. Nostalji hoş oluyor. Üstelik bir kısmımızın gençliği tam da nostaljik. Keşke hayali de, hafif kekremsi-limoni bambaşka bir tat.
Başka ne yapabilirim ki? Oturup ağlaşmaktan böylesi daha iyi. Bu sadece benim değil, bir nesil ve insanlık dramı. Dünyada da toplumların böyle dönemleri olageldi. Herkes günün koşullarındaki kitlesel kaderini yaşıyor. Ortada kavga varsa ve kaçınılmazsa, kenardan seyretmek her gencin harcı değil. Şimdi de gençliğini vakfetmiş asker, güvenlik elemanı haberlerini duydukça…
Topluluklar, toplumlar böyle yoğurulup, milletleşiyor. Değerler böyle oluşuyor. Tarih böyle şekilleniyor. İnsan böyle yaşlanıyor. Bunları yaşamış olmak da hayatı anlamlandırıyor. Çalınmış gençliğim dedim ya, siz bakmayın böyle dediğime. Gençliğimin böyle harcanmış olması değerim ve toplam hayatımın anlamı. Harcamayıp da ne yapacaktım? Ah şu dış güçler!…
Gençliğe ne demek mi isterim? Hiç bir şey! Başkaları zaten çok şey söylüyorlar. Ve bugünün gençleri de kendilerine söylenenle, söylenmeyenle, kendi kaderlerini yaşayacaklar. Kader derken söz gelişi söyledim. Kader var mı yok mu, ya da herkesin kendi tercihi, hazırlığı, donamımı ve emeği mi? Ya da birilerinin kaderi birilerinin tasarrufunda mı (?) şimdilik mevzu dışı. Evrenin kaderi yanında bizimki sönük kalır…
Bu günlerde insanlar yirmili yaşlarının fotoğraflarını paylaşıyorlar… ‘Geçmiş zaman olur ki hayali cihan değer’ diyorlar. Güzel diyorlar yani. Ben mi ? Var tabi benim de yirmili yaşlarımdan kalanlar… Hangi kutuda, hangi torbada, ya da çocuklar yıllar önce nasıl didiklediler, karıştırdılar, şimdi nasıl bulayım?…