Çok okuyan, çok bilen, çok çalışan ve çok yazan Akyol neden yanılıyor?
Halk TV’de “İşin Aslı programında” “Türkiye’de yargının durumu” konuşuldu. Fikret Bila ve Mehmet Tezkan‘ın konuğu “2011’e kadar AKP’yi destekledim” diyen hukukçu Taha Akyol’u dinledik.
Akyol’un konuşmasındaki tehlikeli iki sorun üzerinde durmak isterim. Bunlar mealen şöyledir:
Yerel seçimlerden önce TRT’de teröristbaşının mektubunun okunması, kırmızı bültenle aranan terör suçlusu kardeşi Osman Öcalan’ın konuşturulması terör suçu değildir. Görevi ihmal suçu sayılır. Çünkü, burada terör övülmediği gibi, terör örgütüne talimat da verilmemiştir. Mesela Batasuna’dan bir terörist, İspanya’da, 50 kişiyi öldürse, bu kişi terör talimatı vermemişse ona ‘sen teröristsin’ denemez.
AB, Türkiye’ye aday ülke statüsü verince, AB hukukuna göre yerel dillerden eğitim ve öğretim yapılmasını istedi. Biz bunu yapmadık.
Sorunu açmak için soralım:
Hukukun genel ilkesine göre filler amaca göre yorumlanmaz mı? Terörist başı ve terörist kardeşi TV’de neden konuşturuldu? Açık değil mi? Vatanımızı parçalamak amacıyla, 40 bin kişinin kanına giren, kamu düzenini tahrip eden, emperyalistlerin işbirlikçisi hain bölücü PKK terör örgütü elebaşlarından, hala “taraftarları” üzerinde etkili olabileceği düşünülerek yararlanmak olamaz mı? Yani terör örgütünden yararlanmak söz konusu ise, böyle bir tespit, terörün itibar görmesi, övülmesi sayılmaz mı?
Batasuna Partisi örneği, kusura bakılmasın, hem bilgi, hem de yorum yanlışlarıyla maluldür. Bir kere Bask terör örgütü, bizde olduğu gibi insanları öldürerek, şehirleri yakarak, tesisleri bombalayarak propaganda yapmayı yol seçmemiştir. Örgüt sesini ve amacını duyurmak peşindedir. Bunun için bir yere bomba koymuşsa, önceden ajanslara haber ulaştırarak herkesin oradan uzak durmasını istiyor. Ancak Bask terör örgütünün koyduğu bomba bir yerde patlayınca, oradan geçmekte olan taksideki iki kişi ölüyor. İspanya hükümeti, Batasuna partisini bu terörü kınamaya davet ediyor. Ama kınama yapılmayınca hükümet hiç tereddüt etmeden Batasuna partisini kapattı. Batasuna bu kararı önce İspanya yargısına, sonuç alamayınca AİHM’e taşıdı. AİHM, “Demokrasilerde terörü kınamayan parti olamaz” gerekçesiyle karar veriyor ve talebi reddediyor.
Hatırlatalım, Helsinki zirvesinde AB, Türkiye’ye (1963 Ankara Anlaşmasından 36 yıl sonra) aday ülke statüsü verince, 2000 yılından itibaren uyum adına, devletimizin ve milletimizin kimliğini hedef alan, tarihi talepler sökün etti Adına da “ev ödevi” dediler. Bunlar arasında yerel dillerden eğitim ve öğretim de vardı. Akyol’un dediği gibi bu talep AB hukukunun gereği değildi. Aksine uluslararası hukuka tamamen aykırıydı. Zira, Birleşmiş Milletler (BM) Şartı, dili, egemenlik haklarından saymaktadır; dokunulmazlığı, kutsallığı vardır. Unutmayalım ki dil, millet demektir. Bunun için Avrupa Birliği (AB) hukuku da, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları da bunu amirdir. Devletin dili, onu kuran milletin dilidir. Türkçe bilindiği kadarıyla, 2500 yıldır yazısıyla yaşayan, Türk Milletinin ve egemenliğinin temel değerlerindendir. Milletleşme birden farklı kökenlerin terkibidir, bu olgu süreklidir; onun için etnisiteye göre ayrıştırılamaz ve indirgenemez. Ancak toplum içinde her vatandaş eşittir, istediği dili konuşabilir, yazabilir. Ama devlet işleri, anayasalarda belirtilen milletin diliyle yürütülür. Milli tarihimiz de böyledir. 143 yıl önce (1876)’da yürürlüğe giren ilk anayasamız (Kanuni Esasi) den başlayarak 1982 Anayasamıza kadar devletin dili Türkçedir.
AB talepleri, uluslararası hukuka değil, ancak haçlı hukukuna uyabilir.
Çok okuyan, çok bilen, çok çalışan ve çok yazan Akyol neden yanılıyor? Bu sorunun cevabı “2011 yılına kadar AKP’yi savundum” cümlesinde mevcuttur. 2002’den 2011’e kadar bölücü terör başta olmak üzere, AB’ye ve ABD’ye yakayı kaptırıncaya kadar yaşananları hatırlamalıyız.