Yükleniyor...
Geçtiğimiz ay Eğitim Bir Sen Sendikası “Gecikmiş Bir Reform, Müfredatın Demokratikleştirilmesi” adı altında bir rapor yayınladı. Rapor ana başlıkları ile;
– Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, son zamanlarda yaptığı konuşmalarda eğitim meselesine özel önem vermeye başladığını ve açık bir şekilde eğitimin altyapısında gerçekleştirilen iyileştirmelerin eğitim müfredatı ve içeriğinde gerçekleştirilemediğini dile getirdiği vurgulanarak, Raporun neden hazırlandığı konusuna açıklık getirilmiştir.
– “Cumhuriyet elitleri, dini bağların güçlü olduğu ümmetçi bir toplumdan seküler bir Türk ulusu inşa etmeyi kendilerine hedef olarak tanımladırlar.
Bunu gerçekleştirmek için öncelikli olarak resmi din ifadesi Anayasa’dan çıkarılmış, ardından din dersleri, Arapça ve Farsça dersleri müfredattan çıkarılmış ve geçmiş ile bağı koparmak için alfabe değiştirilmiştir.”
denilerek Harf Devrimine karşı açıkça tavır alınmıştır.
denilerek hem Şapka ve Kıyafet İnkılabı ve hem de Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması eleştirilmiştir. Ayrıca “İstiklal Mahkemelerinin yargı usulleri gibi hukuka aykırı uygulamalara dair savunmacı yaklaşım da öğrencilerimizde demokratik ve hukuki değerlerin gelişimini olumsuz yönde etkileyebilecek niteliktedir.” denilerek İstiklal Mahkemeleri eleştirilmiştir.
denilmiş ve tüm bu gerekçelerle, “T.C. İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük dersi, ortaokul ve lisede müfredattan çıkarılmalı, dersin konuları tarih dersleri içine dâhil edilmelidir.” Görüşü ile rapor sonlandırılmıştır.
Ülkemizin yaşadığı 15 Temmuz tecrübesinden sonra bile 1900’lü yıların başındaki şartlar da dikkate alınarak Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması’na karşı çıkan, Habur ve Silivri Mahkemelerini(!) gördükten sonra o günün şartlarına bakılmadan İstiklal Mahkemelerini eleştiren zihniyet karşısında görüş belirtmeye gerek yok. Ancak Harf İnkılabı konusunda “geçmiş ile bağı kopartılmış” safsatası bugünlerde çok dillenir oldu.
Tarih içerisinde değişik yazı şekilleri kullanmış olan Türkler, Müslüman olduktan sonra da, uzun bir süre Arap harflerini kabul etmişler ve kullanmışlardır. Ama zaman içerisinde, özellikle Arap harfleri sessiz harflerden oluştuğundan ve Türkçe’de ise sekiz ya da dokuz sesli harf bulunduğundan, Türkçeyi, bu harfler ile okuyup yazmanın kolay olmadığı ve yetersiz kaldığı anlaşılmıştır.
Son dönem Osmanlı Aydınları, Türkler için Arap harfleri ile okuma-yazma öğrenmenin ne kadar zor olduğunu ve bunun için altı yıl kadar zaman gerektiğini, genelde tartışmışlar; bu durumun aleyhimize olduğunu belirtmişler ve bu harflerin ıslah edilerek okuma ve yazmanın kolaylaştırılmasını istemişlerdir. Böylece ıslah çalışmaları başlamıştır. Ama Arap harflerinin ıslahı için yapılan çalışmalar, kolaylaştırmayı sağlayamamıştır. Tersine Arap harflerinden yararlanarak ortaya konulan yazım şekilleri, okuyup-yazmayı daha da zorlaştırmıştır.
Atatürk “dil devrimi”nden önce harf devrimini gerçekleştirmiştir. Bu devrimle de Türkçenin yapısına hiç uymayan Arap alfabesi bırakılıp yerine Türkçe kökenli (Göktürk-Etrüsk-Latin kökenli) Latin alfabesi kabul edilmiştir. Atatürk bu yeni alfabeye “Yeni Türk Alfabesi” demiştir. Gerçekten de “Latin Alfabesi’nin kabulü” diye bir devrim yoktur. Doğrusu “Yeni Türk Harflerinin Kabulüdür”. Çünkü bizim Latin alfabesi sandığımız alfabedeki “14 harf” Göktürk-Etrüsk alfabesindeki 14 harfle aynıdır. Bu harflerin 8’i hem ses hem şekil olarak aynıdır. Yani, Atatürk, Türkçeyi Türkçenin yapısına uygun bir alfabe ile yazdırmaya başlamıştır.
Osmanlı döneminde okuma yazma oranı kadınlarda binde 4, erkeklerde yüzde 7’dir. 1928’de Harf Devriminin yapılmasından hemen sonra yurdun dört bir yanında açılan millet mektepleri ve halk evlerinde yürütülen alfabe seferberliği ile adeta bir mucize gerçekleşmiş ve 15 yılda okuma yazma oranı yüzde 20’ye çıkmıştır. Raporda dile getirilen “geçmiş ile bağı koparmak için alfabe değiştirilmiştir(!)” iddiası ise tamamen yanlıştır. Çünkü Harf Devriminden önce halkın yüzde 90’ı zaten hiçbir şey okuyamamaktadır. Yani Osmanlı halkı aslında harf devriminde önce cahildir. İşte Atatürk bu “cehaleti” yok etmek için harf devrimini yapmış ve gerçekten de çok kısa bir sürede toplumun büyük bir bölümü yediden yetmişe okuma yazma öğrenmiş, cehaleti yenmiştir. “Harf devrimi yapıldı geçmişle bağımız kopartıldı” diyenler sanki Osmanlı’da herkes harıl harıl okuma-yazma biliyor, her yer kitap dolu, herkes okuyor izlenimi yaratmaktadırlar. Oysaki gerçekte toplumun çok büyük bir kısmı okuyup yazamamaktadır.
Diğer bir iddia ise açıkca söylenmesede Harf Devrimi’nin halka dinini unutturmak için yapıldığının iddia edilmesidir. Şahsen ben, küçük yaşlarda gittiğim Kuran Kurslarında Kuran okumayı öğrenmiş biri olarak, o yaşlarda okuduğum Kuran’dan bir kelime bile anlayamamışken Harf Devrimi sayesinde yapılan Türkçe tefsirlerden dinimi öğrendim.
Arapça bilmeyen bir Türk, Kur’an’ı okuyor; onu evinin en önemli yerine asıyor ve ona saygıda kusur etmiyordu; fakat onu anlamıyordu. Oysa asıl olan onu anlayarak okumaktır. Yeni Türk Harfleri kabul edildikten sonra, okuma kolaylaştığından okuma-yazma bilenlerin oranı artmış, buna paralel olarak Kur’an okuyanların oranı da artmıştır. Kur’an’ı, Türkçe’ye yeni harflerle ilk tercüme ettiren de, 1930 yılında, Atatürk olmuştur. Hatta Kur’an’la birlikte Hz.Peygamberin hayatıyla ilgili bir kitabın da Türkçe’ye tercüme edilmesi emrini vermiştir. Bunun üzerine Elmalılı Muhammed Hamdi, “Hak Dini Kur’an Dili” adlı tefsirini yazmıştır. Ayrıca Ahmed Nâim ve Kâmil Miras tarafından Sahih-i Buhari Muhtasarı olan “Tecrid-i Sarih” Türkçe’ye çevrilmiştir
Aslında bütün bunları bu raporu hazırlayanlarda biliyor. Ancak “Bizde de şimdi okuma oranı arttıkça beni afakanlar basıyor. Ben açıkçası korkuyorum, ben her zaman cahil halkın ferasetine güveniyorum” diyen bir Profesörü bu sözü söyledikten kısa bir süre sonra YÖK üyeliğine atayan zihniyetin, Atatürk Düşmanlığını esas alan bu raporu hazırlamasında yadsınacak bir şey yok.