Yükleniyor...
Büyüklere masallar anlatmaya devam ediyoruz, tatlı uykularından uyansınlar diye.
Uzak, çok uzak bir diyarda, bilinmez bir zamanda garip bir şehir varmış. Havası suyu pek güzelmiş şehrin amma insanlar ve başlarına gelenler hayli tuhafmış. Memlekette öyle şeyler yaşanırmış ki eşrefi mahlûkat dışında tüm yaratılanlar şaşkınlıktan dile gelirmiş. Eşrefi mahlûkata da şaşırmıyor diye şaşırmayın hemen. Ne yapsın garip, şaşırma yetisini kör kuyularda kaybetmiş uzun zaman önce.
Rivayet odur ki, memlekette çakallar bile bir gün gördükleri kurnazlıklar karşısında dumura uğramış, “Biz neden düşünemedik bunları?” diyerek topluca yardan atlayıp intihar etmişler.
Aslanlar ormanda gezinirken, şehirden haberler duyarlarmış, akılları almazmış olup biteni. Misal bir gün bir mahkeme kurulacağını duymuşlar. Mahkeme, evine giren hırsıza tokat atan ev sahibini yargılamak için kurulacakmış. Aslanlar şaşırmış önce, birbirlerine bakmışlar:
“Öyle iş mi olur?” diye kükremiş hepsi birden. Aslan Kral duyduğuna inanmak istemese de anlamaya çalışan bir tavırla:
“Sessiz olun bakalım! Gidip görelim, dinleyip öğrenelim işin aslını. Vardır elbet bir bildikleri!” demiş.
Kalkıp şehre, davayı izlemeye gitmişler. Salona vardıklarında, mahkeme konusundan daha ilginç bir şey duymuşlar. Mahkeme başkanı hâkim değilmiş! Şehrin valisinin koyunlarını güden çobana, bizzat vali tarafından verilmiş bu görev. Uça uça kabul etmiş çoban görevi. Öyle ya kepenekten hafiftir cübbe, giyer giymez omuzları dikleşmiş, sesi dâvudîleşmiş. Çıkmış derhal kürsüye, oluvermiş Başkan bey!
Ev sahibi, haklıysa da başkanı görür görmez umudunu yitirmiş. Yine de şöyle başlamış söze:
“İşledik bir günah, uyduk şeytana! Önce Allah bağışlaya, sonra da yüce başkan siz! Evim barkım onun olsun, elim kırılaydı da vurmayaydım hırsıza!”
Başkan önce sessizce dinlemiş. Sonra soru sormadan hükmünü vermiş:
“Bu adamın hanesine giren, şehrimizin büyük zatlarından biridir. Böyle kişiler evinize girerse bolluk bereket getirir. Ev sahibi bunu anlamayacak kadar ahmak mıdır?” Ev sahibi eğilip büzülmüş “Affedin beyim.” diye yalvarmaya başlamış. “Sus!” Diye gürlemiş başkan:
“Ben burada adaleti temsil ediyorum. Bana karşı mı geliyorsun? Cezanı çekeceksin! Tez falakaya yatırılıp yüz sopa vurula!”
Başından sonuna sessizce dinleyen aslanların şaşkınlığı öyle büyükmüş ki bir anda kükremeyi unutmuşlar. Sesleri kaybolmuş mahkeme salonunda. “Adalet ne demekti? Biz kimiz? Bunlar kim? Ne oluyor burada?” diye diye terk etmişler salonu. Ormana kadar tek söz etmeyip düşünceye dalmış hepsi. Yaşananlar gerçek miydi, hepsi aynı rüyayı mı gördüler anlayamamışlar. Adalet duyguları incinmiş her birinin, epey sürmüş suskunlukları.
Başka bir günde boz yeleli bir Bozkurt, şehrin yanından geçerken bir haber duymuş. Ülkede yeni bir vergi sistemi düzenlenecekmiş. Buna göre herkes cebindeki iki akçesini devlete vergi verecekmiş. Kurt durmuş düşünmüş:
“E o zaman on akçesi olan iki akçe verirse zenginliğinden bir şey kaybetmez, peki üç akçesi olan ne yapacak?”
Merak etmiş acaba insanlar ne diyor bu duruma. İnmiş hemen meydana, geçmiş bir kuytuya insanları izlemeye başlamış. İyi giyimli, zengin görünümlü, göbekli bir adam, sırıtarak: “İki akçem feda olsun devlete!” diye bağırmış. Kurt, devletleri adına sevinmiş bir an. Sonra üstü başı perişan, açlıktan karnı sırtında bir adam çıkmış meydana, ellerini göğe kaldırmış:
“Yeterince şükrediyor muyuz a dostlar? Vergimizi verelim ki devletimiz bize güzel güzel yollar, köprüler yapsın. İtibarımız ancak böyle artar!”
Kurdun midesi bulanmaya başlamış. Eskilerden bilge bir insan dostunun sözü kulaklarında çınlamış: “Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa!”. Acıyla uluyarak terk etmiş meydanı.
Denizler de habersiz kalmazmış hiçbir zaman. Kayıkçılar gelir her akşam, anlatırlarmış insanlık âleminden. Bir gün biri başlamış anlatmaya:
“Bu yıl belediye seçimi olacak. Adaylar arasında öyle biri var ki yiğit mi yiğit, sevimli mi sevimli, çok da demokrat! Hem de eskilerden hani. Adı da MerKıBaDa.”
İsmi duyar duymaz kayığın altında kayıkçının sözlerini dinleyen yaşlı balığın gözleri yuvalarından fırlamış:
“Yahu bu aday geçen sene düşmanla masaya oturup iş çevirmedi mi? Milleti birbirine düşürüp huzuru bozmadı mı? Nasıl olur da şimdi kahraman gibi söz edilir adından?”
Balık hafızasının yettiğince hatırlamış her şeyi. Düşünüp dururken fark etmemiş ağzına giren kancayı. Öylece çıkmış mazi denizinden. Kayıkçıyı gördüğünde son sözü “Unutma!” olmuş. Balıkçı, balığın konuşmasına şaşırmak bir yana; hiçbir şey anlamamış yağlı ve irice balığı ellerinde tutmanın mutluluğundan.
Memleketteki hazin durum dengesini bozmuş hayvanlar âleminin de. Her biri bir köşede düşünürmüş insanoğlunun düştüğü hâli. Adalet yok, vicdan yok, merhamet yok, hafıza yok… Yok! Yok! Yok!
Derken bilge Bozkurt gelmiş meydana.
“Ey hayvanlar âlemi! Eşrefi mahlûkat yoldan çıktı görürüz. Yaşananlar canımızı sıkar. Onların gafleti ağzımızı açık bırakır, nefesimizi keser. Dengemiz bozuluyor. Kolumuz kanadımız kalkmaz oldu. Bu düzen böyle gitmez!”
Hayvanlar âlemi kıpırdanmaya başlamış. Aslan Kral, Bozkurt’un yanına gidip:
“Ne dersin ey Bozkurt! Ne yapmalı bu işi?” Demiş. Bozkurt gözünü göğe dikip kararlılıkla şunları söylemiş:
“Eşref-i mahlûkat bizim için çok önemlidir. Onun yanlışı hem bizi hem kendini kötülüğe sürükler. Kalkın ey hayvanlar âlemi! Uyandıralım şu gafilleri!”
Bozkurt’un gür sesi meydanda inlemiş. Önde Bozkurt, yanında Aslan Kral, arkalarında diğer hayvanlar, ayaklanıp şehre doğru yola koyulmuşlar.
Neşeleri değilse de umutları canlanmış yeniden. Varmışlar kent meydanına. Nuh’un gemisinden çıkmışçasına kalabalık hayvan sürüsünü gören insanlar kaçışmışlar dört yana. Uzunca bir sessizlikten sonra Bozkurt insanca ulumaya başlamış:
“Ey Eşref-i mahlûkat! Burayı dinleyin. Biz ormanların fertleri sizi uyarmaya geldik. Bizden korkmayın! Siz asıl içinizdeki çürümüşlükten, kokuşmuşluktan, kaybettiğiniz vicdanınızdan ve adalet duygunuzdan korkun. Bizler, binlerce yıldır ormanın kadim yasasıyla yaşarız. Lakin görüyoruz ki sizler yasayı, adaleti, eşitliği, merhameti, kısaca sizi Eşref-i mahlûkat yapan her şeyi unutmuşsunuz! Hatırla ey insan! Hatırla! Sen yer üstünde sürünmek için yaratılmadın! Onu işte bu yılan kardeş yapacak! Sen bir çakal değilsin türlü hile kurup avlanacak. Sen bir köstebek de değilsin yer altında kalacak. Birbirinin ardından kuyu kazma akrepler gibi. Güçlüye boyun eğen koyun da olamazsın. Çünkü Yaradan sana can verirken şeref bahşedip “Eşref-i mahlûkat” dedi. Şimdi ayağa kalk ve düşün. Yoksa gafletin hem senin hem de bizim felaketimiz olacak!”
Hayvanlar atılan nutuktan hayli memnun dillerince bağrışmışlar meydanda. Nutku dinleyen insanlar düşünmeye başlamış. Yavaş yavaş kalkmış gözlerindeki perde. Hâllerini görmüşler. Sonra utanma duygusu uyanmış yeniden, ar etmişler yaptıklarından. Ardından yitirdikleri adalet ve vicdanları geri gelmiş. Kıyama kalkmış her biri, işe koyulmuş.
Hayvanlar uyanışı görüp ermişler muratlarına. İnsanlarınsa işleri zor, yolları uzunmuş. Bir tepenin başında gururlu gözlerle memleketi izleyen Bozkurt, iyileşmek için adım atmış insanoğlunu görüp:
“Başaracaksınız biliyorum, dün başardınız bugün de başaracaksınız” diye ulumuş kurt dilince…