Yükleniyor...
Bir önceki “En büyük çevreci bizim çevreci” yazıma gelen yorum üzerine bir açıklama yapma ihtiyacı duydum. Öncelikle okuyucuya yorumuyla katkı sunduğu için teşekkür ederim. Sanırım iğneleyici bir üslupla yazdığım yazıda meramımı tam manasıyla aktaramadım. E tabii, benim ne yazdığım kadar hatta daha fazla okuyucunun ne anladığı da önemli. Düşüncelerimi biraz daha açmam gerekiyor.
İzmir Körfezi’nde, Marmara’da ya da herhangi bir yerde kirliliğin sebepleri ve bu kirliliğin ne gibi sonuçlar doğuracağı konusunda elbette kendisi gibi düşünüyorum. Ben bir çevre mühendisiyim. Mesleğim ve vicdanım gereği bu konudaki tüm çalışmaların takip eder, iyi uygulamaların arkasında dururum. Yazımda eleştirdiğim konu, Bakan Bey’in mevcut durumu anlatırken kirliliğin boyutu hakkında sarf ettiği sözleri değildi. Kirliliğin boyutunu tarif ederkenki sözlerine diyecek hiçbir şeyim yok. Fakat altyapı projelerinin kendi bakanlığı tarafından onaylandığını da hatırlatmak isterim. Beni esas rahatsız eden, çevre felaketlerinde ya da herhangi bir felakette takındıkları yanlı ve kutuplaştırıcı tavırları. Yıllardır meydana gelen felaketleri yanlı bir bakış açısıyla değerlendirerek yorum yapmaları hatta bu bakış açısıyla hareket etmeleri. İzmir Belediyesi AKP’de olsaydı ya da İzmir Körfezi’nde AKP iktidarına yakınlıkları ile bilinen şirketlerden herhangi biri bu boyutta bir kirliliğe sebep olsaydı Bakan Bey’den aynı tepkiyi görebilecek miydik? Hiç sanmıyorum. Ama bu bir niyet okuma değil elbette. Şimdiye kadar bu tepkileri İliç’te, Kazdağları’nda, Marmara’daki müsilaj konusunda görebildik mi?
Bakanın temsil ettiği parti ya da siyaset 22 yıldır iktidarda. Yürüttükleri bütün politikalarda, iyi icraatları bir yana, suçları bile siyasileştirdiler. Bu da toplumu iki farklı kutba sürükledi. Toplum, bir olaya tepki vermeden önce, “Ne yapmış, haklı mı haksız mı, yanlış ne, nerede?” diye sorması gerekirken, “Fail kim, kimlerdenmiş?” diye sormaya başladı. Bunun sonucunda eğer olaya karışan karşı tarafsa ahlâk timsâli kesilip sonuna kadar saldırıyor. Fakat müsebbipler kendi görüşünden kişilerse, en büyük yolsuzluğu yapmış, en büyük zararı vermiş bile olsa bir kılıfını bulup ona göre bir savunma geliştiriyor ve akla hayâle gelmeyecek açıklamalarla suçluları savunabiliyor. Eğer aklına, hayâline uygun bir kılıf gelmezse de yüzyıllardır kim oldukları keşfedilemeyen “karanlık odaklar”, “kirli eller”, “dış mihraklar” vb. bir anda ortaya çıkıyor ve çuvala sığdırılmaya çalışılan mızrağı görünmez yapıveriyor.
Tabir caizse karpuz gibi ortadan yarılmış halkın bu bakış açısı ve partizanlıkla iyi bir toplum olmamızı pek mümkün görmüyorum. Zira nasıl bir toplum haline geldiğimizi son iki haftada yaşadıklarımız bile göstermeye yeter. Yukarıdan aşağıya doğru sirayet eden muhakeme bozukluğu sonucunda haklı ile haksız birbirine giriyor, at izi it izine karışıyor.
Geçen hafta toplumun vicdanını ve adalet duygusunu yaralayan birçok olay yaşandı. Kara para aklayarak görgüsüz bir hayat süren sosyal medya fenomenleri tahliye oldu. Ekonomik buhranın altında ezim ezim ezilen, kazandığı paranın ciddi bir kısmını devlete vergi olarak veren milyonlar, tahliye kararlarına şaşırmadı bile. Artık kolay para kazanmanın, vergi kaçırmanın, kara para aklamanın suç olmadığı görüşü toplum arasında -neredeyse- hâkim olmaya başladı. İnsanlar artık ne de olsa bir cezası yok diye yaptığı yapacağı yolsuzluğu, usulsüzlüğü adi vakadan sayıyor. Verilen kararda kimlerin ne gibi bir dahli var bilmiyorum fakat vicdanıma sığmadığı kesin. Ne acı!
İki haftadır çocuklarla ilgili dehşet verici haberleri takip ediyoruz. Narin’in olayı canımızı çok yaktı. Her gün sosyal medyada, televizyonlarda olayın nasıl gerçekleştiği saatlerce tartışıldı durdu. Ailenin bir siyasiye yakınlığı ortaya çıkınca belirli bir kesimde hemen savunma mekanizması devreye girdi. “Ailemiz tanıdığımız sevdiğimiz bir ailedir, yıpratmayın” minvalinde sözler dökülüverdi siyasetçilerimizin ağzından. Hatta o kadar tutuklamalara garip ifadelere rağmen aile ‘dış odakları’ işaret ederek kendilerine saldıranları dava edeceklerini bile söyledi. Küçücük, günahsız bir yavruya yapılanlar yetmemiş gibi cesedi üzerinde tepinmeye başladı hepsi. Vah gidene!
Son dönemde yaşanan faili malumların bile cezalarını çekmediklerini görünce faili meçhul olayların aydınlatılması ile ilgili umudumuz da kırılıyor. Siyasetin her konunun içine karıştığı; çevrenin ve hayvanların katliyle ilgili bile suçlunun mensup olduğu partiye göre tavır alındığı; adaletin vicdanla değil partizanlıkla, siyasi güçle -ve hatta ekonomik güçle- yönlendirildiği bir ortamda ne çevreyi, ne hayvanları ne kadınları ne de çocukları koruyabiliriz. Vay ki ne vay bize!
Siyasetin ve siyasetçilerin toplumun muhakemesini hatta adaletin tecellisini bile nasıl etkilediği açık. Adalet olmadan, vicdanlar tamamen hürriyetine kavuşmadan, aklımıza sardığımız deli gömlekleri yırtılıp atılmadan nereye kadar nasıl gideriz, orası ise meçhul.