Cesaret bulaşıcıdır!

06.12.2010   Her zaman daha eğlenceli olan komplo teorilerini daha sonra ele alacağım. En âdî ve sıkıcı açıklama, gerçekten Wikileaks diye bir sitenin ve Julian Assange adlı bir adamın bu işleri yürüttüğüdür… Assange, ABD sefaret kriptolarının külliyetli bir miktarını ele geçirmiştir ve internette yayınlamaktadır. Peki mümkün mü? Vallahi bal gibi mümkün. Anlaşılıyor ki birkaç özel konu […]


Paylaşın:

06.12.2010 
 
Her zaman daha eğlenceli olan komplo teorilerini daha sonra ele alacağım. En âdî ve sıkıcı açıklama, gerçekten Wikileaks diye bir sitenin ve Julian Assange adlı bir adamın bu işleri yürüttüğüdür…

Assange, ABD sefaret kriptolarının külliyetli bir miktarını ele geçirmiştir ve internette yayınlamaktadır. Peki mümkün mü? Vallahi bal gibi mümkün. Anlaşılıyor ki birkaç özel konu ve birim dışında, ABD resmî belgelerinden gizliliği olanlar, ki bunlara tasnif edilmiş -classified- deniyor, üç dereceden birine sahip: mahrem (confidential), gizli (secret) ve çok gizli (top secret). Personel de bunları açmaya yetkili olup olmadığına göre aynı kelimelerle sınıflandırılıyor. Mahrem personel, gizli personel, çok gizli personel şeklinde. Ve her bir gizlilik hakkına sahip olanlar kendi seviyelerindeki ve daha alt seviyelerdeki belgeleri görebiliyor. Meselâ gizli seviyesindeki devlet memuru, gizli ve mahrem belgeleri görebiliyor ama çok gizliyi göremiyor, vs…

Belge dediğin nedir ki?

Bundan ibaret mi? Değil. Bir de söz konusu personelin yaptığı işten dolayı onlara erişme ihtiyacı olması lâzım… Yani teorik olarak ben çok gizli sınıflandırmasına da sahip olsam beni ilgilendirmeyen belgeye, velev ki o belge sadece “mahrem” olsun, erişememeliyim. Bu, belgelerin kâğıtlara hapsolduğu devirler için son derece sağlıklı bir koruma usulü… Bir daireye gideceğim, kimliğimi ve gizlilik seviyemi göstereceğim, falan belgeyi istediğimi ve niçin istediğimi söyleyeceğim. Her şey yolunda giderse sonunda belgeyi klasöründen çıkarıp bana verecekler. Okuduktan sonra da geri isteyecekler tabi…

Şimdi gelelim 21. asra. Belge dediğiniz bir yerdeki bir bilgisayarın diskinde saklanan bir sanal dosyadır. Pardon iki bilgisayarın diskinde. Biri gönderen, bir alan… Birer de yedeği varsa dört. O dosyayı aynı anda bir milyon kişi de açıp okuyabilir. Bir saniyenin kesrinde kopyalar. O belge Washington’dan Bağdat’a ışık hızında gider. Böyle çeyrek milyon belgeyi depolamak için de birkaç santimetre küp hacim yeter.

Öyle anlaşılıyor ki sızan belgeler, belki sadece kullanıcı adı ve şifreyle giriliverilen bir sitede oturuyor ve dış ilişkilerle uğraşanların tamamının yararlanmasına açık tutuluyordu. Muhtemelen bir de siteye girmek isteyenin hangi adresten bağlandığı kontrol ediliyordu, o kadar. Meselâ Türkiye ile ilgili belgelerin altında “Ankara’nın tasnifli web sitesini ziyaret edin: http://www.intelink.sgov.gov/wiki/Portal:Turkey” reklamı bulunuyor! Ben evimden denedim, giremedim. Ama meselâ 2004 yılında, “gizli” derecesine sahip, Bağdat’ta mukim bir ABD çavuşu olsaydım, muhtemelen şu anda yayınlanan bütün belgelere iş yerimden girebilir ve onları indirebilirdim. Çavuş bu dereceye sahip olabilir mi? Olur. “Gizli” derecesine sahip bir buçuk milyon kadar ABD resmî görevlisi mevcutmuş.

Hamburger yemiş kalemler

Peki belgeler gerçek mi ve doğru mu?

Bakınız burada bir değil, iki soru var:

1. Bu belgeler gerçekten, ABD sefaretlerinden merkeze gönderilmiş kriptolar mıdır? Yani belgeler gerçek midir? 2. Bu belgelerin içindeki bilgiler ve yorumlar doğru mudur?

Takdir edersiniz ki, henüz “belirmekte olan”, CNN’in meşhur tabiriyle kabuğunu kırıp çıkma sürecindeki civcivi hatırlatan “breaking news” durumundaki bir haber için doğru veya yanlış hükmü vermek diplomatik değildir. Ama Wikileaks sitesinin sloganı şu: “Cesaret bulaşıcıdır!”. Herhalde bana da bulaştı ki işte kanaatim: Belgeler, yukarıdaki birinci madde anlamında gerçektir. Tutumlar, değerlendirmeler fakat bilhassa ve bilhassa üslup buna işaret ediyor. Edelman, Colombia ve Yale’dan gelme sarmaşık ligi üslubu ile New Yorker Dergisi’ne yakışır nitelikte lugat paralıyor. Kesinlikle Louis’de hamburger yemiş bir kalem. Jeffrey ise daha sade. New York Times’ta Tom Friedman’la münavebeli yazabilir…

Peki doğruluk?

Doğruluk daha zor… Doğruluk, raporu yazan diplomatın bulunduğu ülkeyi ve çevresindeki insanları doğru algılama ve değerlendirme becerisine bağlıdır. Sonra kaynaklarının becerisine bağlıdır. Ve bu da tekrar, o diplomatın doğru kaynak seçme becerisine bağlıdır. Belki de en önemlisi ön yargılarına bağlıdır. Raporu kaleme alan muhakkak ki yazdıklarının doğruluğuna inanır. Ama onlar gerçekten doğru mudur?

Bu başka bir sorudur. Fakat diplomat, hele büyük elçi seviyesinde ve hele Ankara gibi bir yere tayin edilen diplomatın bu konularda pek de zayıf olmamasını beklersiniz. ABD’nin Ankara sefirlerini izlerseniz, hemen tamamı, Ankara’dan ayrıldıktan sonra bir başka başkente değil, ABD dışişleri mekanizmasında kilit bir göreve tayin edilmişlerdir. Fakat sefir ne kadar kabiliyetli olursa olsun, yaptığı iş nihayetinde siyasî değerlendirme ve tahmindir ve bunlar tabiatları icabı yüksek hata riski taşır.

‘Wikisızıntıları’ pazarı

Ancak şurası kesindir ki, doğru veya yanlış, ABD Dışişleri, ABD Hükümeti ve ABD Başkanı bu bilgilerle amel etmekte, dünyayı bu bilgiler ışığında değerlendirmektedir. Muhakkak ki dışişlerinden gelen bilgiler en stratejik olanlardır. Kanaatler bunlara dayandırılır. Diğer sivil ve askeri istihbarat kaynakları nispeten daha taktik bilgiler sağlar.

Şimdi doğruluğu bir kenara koyup tekrar şu “gerçeklik” işine dönelim.

Amerikan dizilerinde gördüğümüz yemin, “gerçeği, gerçeğin tamamını ve yalnız gerçeği” diye gider… Peki bu kıstasa göre de Vikisızıntıları ne haldedir?

En kolayı birincisi. Gerçek… Buna başta evet dedik. Belgeler gerçektir. Sonuncusu, yani “yalnız gerçeği”, yalanla gri yalan arasındaki farkı belirler. Bir dizi gerçeğin içine bir veya iki uydurma karıştırırsanız ikna gücü yüksek bir yalan elde edersiniz. İşte “yalnız gerçeği” bunu, yani gri yalanı önler. Şimdilik “yalnız gerçeği” şartının da yerine getirildiğini kabul edebiliriz. İlerde, hani şu hazırlanmakta olan kitaplarda falan ne olur bilemem. Vikisızıntıları’nda en zoru “gerçeğin tamamı”dır. Meselâ bugüne kadar açıklanan telgraflar arasında henüz İsrail’i zor durumda bırakacak bir tanenin bile çıkmamış olması (bu yazının yazıldığı 1 Aralık 2010 itibariyle) “gerçeğin tamamı” konusunda şüpheler yaratıyor.

Buradan şüpheli bir başka noktaya geçebiliriz. Belgelerin şu andaki yayın hızı günde binde bir gibidir. Vikisızıntıları sitesi birkaç ay içinde tamamını yayınlayacağını söylüyor ama şu andaki hızın devamı hâlinde işin üç yıla yayılacağını hesap edenler var. Merakımız: Acaba, bir yerlerde harıl harıl, “bak benimkini yayınlama…”, “peki yayınlamazsam ne vereceksin?” pazarlığı dönmekte midir? Çünkü internete günde iki yüz belge koymakla iki yüz bin belge koymak arasında pek bir zahmet farkı yoktur. İlk yayınlanan birkaç yüz belge yem midir?

Tabii bir de sitenin söylediği gibi “Hepsini birden yayınlarsak, gazozu kaçar. Haber değeri kaybolur. Yavaş yavaş yayınlayacağız ki aylarca manşet olalım” da makul bir gerekçedir.

Eğer böyle yapacaklarsa, gazete ve televizyonların Vikisızıntıları köşesi açmaları yerinde olur. Köşenin başlığı “Günün Skandalı” olabilir. Köşe, tercihe göre dış haberler sayfasına veya sosyete haberlerine yerleştirilebilir.

Şu ana kadar yayınlananlardan çok güzel yüksek lisans tezleri çıkacaktır. Gerçekten çeyrek milyon belge yayınlanırsa bunlardan düzinelerle doktora çıkacaktır. Üniversitelerin politika, uluslararası ilişkiler bölümlerine gün doğmuştur. Daha önce yayınlanan Irak ve Afganistan belgeleri de göz önüne alınırsa bazı üniversitelerde Vikisızıntıları inceleme bölümleri açılabilir. Sanki diplomasinin kayıp İskenderiye Kütüphanesi birden ortaya çıkmıştır. Şu dakikalarda düzinelerle Vikisızıntıları kitabı yazılmaktadır. “Amerikan gizli belgelerinde falanca” başlıklı kitapları bir ay içinde raflarda görürsünüz.

Kapitalizme başkaldırı, öyle mi?

Vikisızıntıları eğlenceli ama insanların tepkileri daha da eğlenceli.

Böyle işler ancak dünyayı yöneten gizli büyük güçlerin başının altından çıkar diyenler, bunun bir Mason veya Mossad veya daha da gizli güç operasyonu olduğundan şüphe etmiyor. Öyle olduğunu apaçık görüyorlar. Bu arkadaşlar, 11 Eylül saldırılarının da ABD ve/veya Mossad tarafından düzenlendiğini apaçık görmüşlerdi.

Dünyaya biraz daha yaklaşırsak, Vikisızıntıları’nı ortalığı karıştırmak isteyen ABD’nin bizzat açıkladığı tezini görüyoruz. Bunu söyleyenler de bu gerçekliği apaçık görüyor.

Eski günlerde olsaydık, Vikisızıntıları’nın dünya proleteryasının kapitalizme baş kaldırısının aşikâr ve beklenen bir sonucu olduğunu, bunun bizi dünya sosyalizimine bir adım daha yaklaştırdığını okurduk.

Fakat şu anda bunları yazacak olan arkadaşlarımız eski-Marksist-Historisist-neo-Liberal cephededir. Onlara göre -ki birini dün akşam Kanal 8’de dinledim- bu olay, globalleşmenin ulus devleti yok edişinin beklenen bir sonucudur. Bu bizi bir yere bir adım daha yaklaştırmıştır ama o yerin ne olduğunu pek anlayamadım.

Fakat bazı şeyleri anlamamakla kalmıyor, bazı şeylere de fena halde takıyorum. Meselâ şimdi Vikisızıntıları’nda kim kimin için ne demişi izlemek varken benim taktığım nokta ABD sefirlerinin ve hatta sefaret müsteşarlarının bizim köşe yazarlarına taş çıkartacak üslupları. Kıskanıyorum. Gerçekten öyle bir seviyede yazıyorlar ki bizim bazı gazeteler sadık tercümede zorlanıyor.

Hiç Türk sefiri kriptosu görmedim. İnşallah bizimkilerin üslupları da en az bunlar kadar başarılıdır.  Hoppala mı diyorsunuz? Büyük ihtimalle… Ama bence bir milleti batıran ve çıkaran insan kalitesidir ve insan kalitesi önce kendi diline hâkimiyette, okumada ve yazmada ortaya çıkar.

Senin ihvanın benim ihvanım

Vikisızıntıları’nda can yakan veya sevindiren bu kadar şey varken bakın ben taka taka Edelman’ın 2004’te yazdığı bir paragrafa taktım. Hem üslup hakkında bir fikir edinmeniz, hem de benim çektiğim acıyı hissetmeniz için alıyorum:  “…hükümet (AB’ye) uyum başladıktan sonra bakanlıklarda zuhur edecek Avrokratlarla ara yüzü teşkil etmek ve onların bürokratik taleplerine cevap vermek üzere, İngilizcede ve diğer ana AB dillerinde usta birkaç bin insanı işe almak zorundadır. Eğer hükümet ‘bizden biri’ temelinde, yani Sünni ihvan vel cemaat ortamından adam almaya devam ederse, ki bunlar bugüne kadar AKP’nin memur havuzunu teşkil etmiştir, yeteneksizlik bir mesele olacaktır. Eğer hükümet liyakat temelinde memur alırsa yeni işe girenler her kademede AKP’nin daha önce işe aldıklarının yeteneksizlikleri karşısında umutsuzluğa kapılacaktır. “

İnsan kalitesi… Edelman’ın tesbitlerinin genel olarak doğruluğunu ve AKP ile sınırlı da olmadığını birinci el tecrübemden biliyorum. Herkes kendi ihvanından ala ala bugüne geldik. En başarılı bakanlıklarımızın medarı iftiharla internete koydukları yabancı dilde sunum dosyalarına bir bakın. Yabancı diliniz varsa Türk olarak yüzünüz kızarır. Benim yüzüm, Türkçe sunumlara baktığımda daha da kızarıyor. Ama Edelman muhtemelen onların kalitesi hakkında hüküm verebilecek kadar Türkçe bilmiyor-muydu?

Wikileaks sitesinin sloganı şu: “Cesaret bulaşıcıdır!”

Herhalde bana da bulaştı ki işte kanaatim: Belgeler gerçektir. Tutumlar, değerlendirmeler ve bilhassa üslup buna işaret ediyor. Edelman, Colombia ve Yale’dan gelme sarmaşık ligi üslubu ile New Yorker Dergisi’ne yakışır nitelikte lugat paralıyor. Kesinlikle Louis’de hamburger yemiş bir kalem. Jeffrey ise daha sade. New York Times’ta Tom Friedman’la münavebeli yazabilir…
 
 

Yazar

İskender Öksüz

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar