Yükleniyor...
12 Kasım 2021 tarihindeki TDT 8.zirvesinde kabul edilen “Türk Dünyası 2040 Vizyon Belgesi”nin içeriğinde “Üye Devletlerde daha iyi iletişim sağlamak için alfabe ve terminolojide birliğin sağlanması adına kapasite oluşturulması” hususu da bulunmaktadır.
Ben de, iki haftadır “Türk Birliği” için öncelikle “Alfabe Birliği”nin sağlanması gerektiğini açıklamaya çalıştım. Bu konuda öneriler sunan -geçmişte yazılmış- birçok kitap ve makale bulunmaktadır.
Bunlardan biri de Dr.Reşat Doğru’nun “Türk Dünyası ve Gerçekler” isimli kitabında yer almaktadır: “Dünya Türkleri arasında ‘Türk Dünyası Dil Birliği Kurumu’nun kurulması gereklidir. Ortak bir yazı dili oluşturulması konusunda çaba sarf edilmelidir.
Latin esaslı ortak Türk alfabesi kararının, Türk dili ve Türk dünyasının geleceği için hayati önem taşıması dikkate alınarak, bu yoldaki çalışma ve uygulamalar tamamlanmalı ve sonuca bağlanmalıdır. Bütün Türkler Latin alfabesine geçmelidir.
Dünya Türklerinin birbirini anlayacağı ortak bir dilin geliştirilmesi konusunda çalışmalar yapılmalıdır.” (s.65)
Artık bugün alfabe konusu gerçekleşmek yolundadır.
Bir de meraklılar için, dilin tarihî gelişimi ile ilgili YouTube’de dolaşan Turgay Tüfekçioğlu’nun Prof.Dr.Timur Kocaoğlu ile yaptığı “Ortak Türk Latin Alfabesi” adlı söyleşiyi seyretmenizi gerektiğini tavsiye edeceğim.
Dil konusuna gelince: Prof.Dr.Ahmet B.Ercilasun, “Dil üzerine” başlığıyla yazdığı yazısında (11/08/2019, Yeniçağ); “Dil evrensel bir olgudur. Yeryüzündeki bütün insan topluluklarının dili vardır. Homo sapiens ortaya çıktığı zamandan beri, hatta belki ondan da önce, konuşmaya dayanan dil vardır ve en temel iletişim aracı olarak kullanılmaktadır.
Dil aynı zamanda millî bir olgudur. Milletleri birbirinden ayıran en önemli ölçütlerden biri dildir. Bu bakımdan dil kutsal bir değerdir. Millî bir olgu olarak dil, yalnız bir iletişim aracı değildir. Aynı zamanda milletlerin hafızasıdır, tarihidir, kültür değerlerini saklayan ve ileten bir hazinedir.
Dilin ileticiliğinde iki boyut vardır: zaman ve mekân.
Zaman boyutu tek yönlüdür, yalnız geçmişten geleceğe iletim söz konusudur. Bilge Kağan’ın, Yunus Emre’nin sözleri yüzlerce yıl öteye, bizlere dil sayesinde iletilmiştir.
Mekân boyutu çok yönlüdür. Aynı dili konuşanlar, hangi yönde olurlarsa olsunlar konuştuklarını ve yazdıklarını birbirlerine iletebilmektedirler. Mekân boyutunda yüz yüze olma zorunluluğunu teknoloji ortadan kaldırmıştır. Bu sayede sözlerimiz Kutup bölgesine de Okyanus adalarına da ulaşabilmektedir.
Dili yalnız iletişim aracı olarak görmek onun değerini azaltır. Elbette iletişim aracı olarak dil önemli ve değerlidir. Ancak tarihî hafıza ve kültür hazinesi olması da en az o kadar önemli ve değerlidir. Bunu kendi dilimizin adıyla ifade edersek şöyle diyebiliriz: Türkçe, bengü taşlardır, Oğuz Kağan Destanı’dır, Yunus Emre’dir, Dede Korkut boylarıdır, Nevayi’dir, Fuzuli’dir, Karacaoğlan’dır, Âşık Elesger’dir, Namık Kemal’dir, Yahya Kemal’dir, Şehriyar’dır, Nutuk’tur.
Dil tartışmalarını bu gözle de değerlendirmek doğru olur. ‘Arapça, Farsça kökenli sözler kullandılar! diye Nevayi’yi, Fuzuli’yi, Namık Kemal’i, hatta Yunus Emre ve Karacaoğlan’ı edebiyatımızın, kültürümüzün dışına atabilir miyiz; onları yok sayabilir miyiz? Bence kendisine Türkçü, milliyetçi, ulusalcı diyen her Türk onları okumalı ve anlamalıdır. Hatta kendilerini yukarıdaki etiketlerle etiketlemeyen Türk’ler de onları okumalı ve anlamalıdır.
Tek tek kelimelere inip konuyu ayrıntıya boğmak istemiyorum. Dileyen herkes sevdiği şair ve yazarların eserlerine bakıp oralarda kullanılan kelimelerin kökence nereye dayandıklarını tespit edebilir. Söz gelişi, Namık Kemal’in ‘Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azîmetten’ mısraındaki kelimelerin kökenlerini araştırabilir. Bazı kelimeler Arapça kökenlidir diye şimdi bu mısradan ve Namık Kemal’den vaz mı geçeceğiz? Ama gençler ‘azîmet’ kelimesini bilmiyorlar? Bilmek, bilmemekten iyi değil mi? Bilmeyenler öğrense daha iyi olmaz mı?
Eskimiş kelimeleri bugün kullanıp kullanmamak ayrı bir iştir. Ancak kullanılmasa da onları bilmek aydın olmanın gereğidir. Bizim için eskimiş bazı kelimeler Anar’ın romanlarında da vardır, Bahtiyar Vahapzade’nin şiirlerinde de vardır; Tatar şairi Tukay’da da, Özbek şairi Fıtrat’ta da, Uygur şairi Ötkür’de de vardır. Ne kadar çok kelime bilirsek o kadar çok yazara, şaire ve esere ulaşabiliriz, o kadar zenginleşiriz…
Dil, ayırıcı değil birleştirici bir iletişim aracıdır. İletişimin sağlanması için de dil içindeki kültür hazinesinin korunması ve iletilmesi için de dilin birleştirici olması şarttır. Belirli görüşlere sahip olanların kendi aralarında kullandıkları dil bir tür grup dilidir, ‘sosyolekt’tir. Grup dillerinin bütün dil konuşurları için kullanılmaması gerektiği de açıktır.” demektedir.
Dil konusunda araştırma ve doküman toplama çalışmaları yaparken, her gün mutlaka okuduğum T.Diyanet Vakfı Takvimi’nin 7 Kasım 2024 tarihli yaprağının arka sayfasındaki “Değişim Dil ile Başlar” başlıklı şu ifadelere rast geldim ve hayretle okudum. Hayretimi anlıyorsunuzdur! “Dil; dinin, kimliğin, geleneğin, kültürün taşıyıcısıdır. Bizi biz yapan şeydir. Başkasının kelimeleriyle kendimizi inşa edemeyiz. Kimin ekmeğini yiyorsan onun kılıcını çalarsın, sözüne karşılık şunu söyleyebiliriz: Kimin kelimeleriyle konuşuyorsan onun kelimeleriyle düşünmeye başlarsın. Bize ait olmayan kelime veya kavramlarla yerli düşünce gerçekleşmez. Bir süre sonra kendimize yabancılaşmaya başlarız. Yabancılaşmak, benliğinden, kimliğinden uzaklaşmak demektir. Mazi ile bağımız koptuğunda öz duruştan söz etmemiz de imkansızlaşır. Değişim dil ile başlar, sonra hayatın bütününe sirayet eder. Millî ve manevî değerler onunla örselenir ve zamanla her şey normal gelmeye başlar. Bu normalleşme geçmişle bağımızı koparır. O bağ koptuğunda bizi biz yapan millî ve manevî değerlerle bağımızı da koparmış oluruz. Bu açıdan milletlerin kaderleri dilleriyle doğru orantılıdır. Dili yaşayan milletler hayatlarını sürdürmüş, dili ölmüş toplumların varlığı ise nihayete ermiştir.” Millî değerlerimizi örseleyip bir tarafa atan, Türk Alfabesi yerine Arap Alfabesini; Türkçe yerine de Arapçayı koymaya çalışan sanki kendileri değilmiş gibi!..
Ne ise… 2 Kasım 2024 Cumartesi günü Millî Egemenlik Platformu Ankara’da “Türkiye dönüştürülemez” başlıklı bir panel düzenledi. Ben de oradaydım ve konuşmacıları büyük bir heyecanla dinledim.
Panelist Prof.Dr.İskender Öksüz, yaptığı uzun konuşmada -konumuzla ilgili- şunları söyledi: “Siyasal İslâmcılar millet tanımını ümmet üzerinden yapmak gayretindedirler. Milleti millet yapan en önemli unsur dildir. Dil kültürdür. Dil edebiyattır. İnsanı dil belirler, millet devleti belirler. Devlet, milleti belirlemez. Milletleri ise dil yapar. Rabia işaretinde dil var mı? Yok. Siyasi ümmetçilerin kafasında millet yok. O yüzden yok. Oradaki millet bizim millet değil. Onlar vatan da görmüyor. Oysa dünya siyaseti, millet devletleri üzerinden dönüyor. Eğer siz bunu görmezseniz, toslarsınız. Sevr’den hiç vazgeçilmedi. Buzluğa kaldırıldı, çıkarılıp servis edilecek. Bunu görmeyenler çok küçük kafalardır.”
Devam edeceğiz.