Dünya Ortodoks Grek kiliselerinin ekümenik tahtı patrikhane

04.04.2011   ZEKAİ BALOĞLU Türkiye’nin tanımadığı bu unvanı ile Türk Kurumu değil, İstanbul’da yerleşik bir Grek (Yunan) kurumunun ve uluslararası hukuki statüsü, Bizans’ın varisi iddiasıyla kurulmasına önayak olduğu Grek Devleti(Yunanistan) Anayasası içinde uluslararası güvence altındadır. Dikkat edilirse topraklarımızdan kazandıkları bölgeler hep Patrikhaneye bağlıdır. Buralarda soydaşlarımız yok edilirken Patrikhane birinci derecede sorumluluk taşımış, her hareket başında ve […]


Paylaşın:

04.04.2011 
 
ZEKAİ BALOĞLU

Türkiye’nin tanımadığı bu unvanı ile Türk Kurumu değil, İstanbul’da yerleşik bir Grek (Yunan) kurumunun ve uluslararası hukuki statüsü, Bizans’ın varisi iddiasıyla kurulmasına önayak olduğu Grek Devleti(Yunanistan) Anayasası içinde uluslararası güvence altındadır.

Dikkat edilirse topraklarımızdan kazandıkları bölgeler hep Patrikhaneye bağlıdır. Buralarda soydaşlarımız yok edilirken Patrikhane birinci derecede sorumluluk taşımış, her hareket başında ve içinde Patrikhaneye bağlı rahipler rol almış, fakat Patrikhane hiç sesini çıkarmamıştır.

Mora isyanını çıkarttığı için asılan Patrik’in (kin kapısı) idam sehpasındaki son sözleri şunlardır: “…Konstantin şehrinden müşrikler kovulacaktır. Ayasofya haçlıya iade edilecektir. Bizans kartalı yine semalara hâkim olacaktır. Yarıda kalan Ayasofya’daki ayin tamamlanıncaya kadar bu kapı  kapalı kalsın…Ey Ruh-ül Kudüs!…Sesimi duy!…” Kuzey ve Güney Amerika Başpiskoposluğuna atanan Yakovas, bu görevdeyken açıkça “I am an enemy of Turkey and I hate  the Turks” diye uluslararası bir dergiye beyanat vermiş, Başkan Clinton ile Beyaz Saray’da yaptığı görüşmede “Kıbrıs’ı çözeceğiz” diyerek Yunan asıllı Amerikalılara söz verirken Başkanın solunda onu ayakta alkışlayan fotoğrafı bütün dünyaya yayılmıştır.

Yakovas, Özal’ın Davos’a hareket ettiği gün yayınlanan bir makalesinde,  “Tarih acımasızca akan nehirdir” cümlesini kullanmıştır.

Yakovas: Ege Denizi Barış Denizi Olmalı(Güneş/ 29 Ocak 1988) Bugünlerde şu gerçeği çok iyi biliyoruz ki, tarih hiçbir engel tanımadan acımasızca akan bir nehirdir. Steven Runciman’ın bu ifadesine eklenecek söz, bu akışı geriletmeye ya da akışın yönünü değiştirmeye çalışanların başarısızlığa uğradığıdır. Tarih, olayların kaydının tutulduğu bir arşiv değildir. Hayatın kendisidir. …Belirli bazı kalıplar boyunca, aynı doğrultuda olmayan bir olaylar akışıdır.

Bu akışın önüne herhangi bir engel konulamaz. Birisi bu akışı engelleme cesareti gösterdiğinde, olayların gücünün parçalayıcı bir etkisi olduğunu fark etmekte gecikmez. Bu, bir baraj içinde bulunan suyun, kendisini çevreleyen duvarlardan daha kuvvetli hale geldiği ana benzer. Değişik çağlarda yaşamış olan mütevazı ve sadık insanlar, aniden hiç karşılaşmadıkları taleplerle yüz yüze gelmişler, sağanak yağışlardan sonra kabaran nehirler gibi olmuşlardır. Hiçbir ulusun güvenlik gücü de, kızgınlık, infial ve öfke içinde olan bu insanlara karşı koyamamış, hele hiç geriletememiştir.

Tarihin bugün yeni bir anlamı bulunmaktadır. Tarih, gelecek olayların gözlemcisi haline gelmiştir. Bu olaylar, değişikliklerin, yeni ilham kaynaklarının, yeni fikir ve değerler hülasasının, insan menşeli çıkarların, ihtirasların ihtiyaçların kaydedilmesidir.

Günümüz gıpta ile bakılan başlıkları “büyük”, “muzaffer”, “fatih” gibi insan görüşünü bulandıran kelimeler değil, insancıl, filantropik, aydınlık, reformcu, entelektüel, ahlakçı, sosyal filozofçu ifadelerdir. İktidardaki insanlar bunu ne kadar kısa zamanda fark ederse, yönettikleri uluslar için genelde de dünya toplumu için o kadar iyi olacaktır.

Cemaat vakıflarının malları ile ilgili son yasa çıkarılırken Batı Trakya ve 12 Adada baskı altında inleyen soydaşlarımızın durumu hiçbir surette dikkate alınmamış; Bakanlıklar arası komisyonda benim çok ciddi önerilerim Dışişleri Bakanlığı dışındaki yetkili bakanlık temsilcileri tarafından paylaşıldığı halde yasa Patrikhanenin istediği gibi çıkmıştır. Okulun bulunduğu, İstanbul’u, özellikle Ayasofya’yı uzaktan bütün ihtişamı ile gören nefis manzaralı tepeye Grekçe Ümit Tepesi adını vermişler.

Ruhban Okulu’nun Bakanlığa bağlı olarak tekrar açılması isteği, gerçekte vatana ihanet derecesinde bir imtiyazdır. Müslüman vatandaşlara tanınmayan bir imtiyaz diğer vatandaşlara da tanınamaz.

Ayrıca bu imtiyaz Patrikhaneye dolaylı olarak kurucu statüsü kazandıracaktır ki, böylece şimdiye kadar ele geçiremediği tüzel kişilik hakkını bu yoldan kazanmış olacak; bu da ona ekümenlik statüsünü kullanma, mal edinme, mala tasarruf etme, dernek, vakıf, şirket kurma, mahkemeye başvurabilme gibi kişilik haklarını kazandıracak; Türk mahkemeleri davayı reddettiği takdirde Ruhban Okulu’ndan doğan kuruculuk statüsünü emsal göstererek, AİHM’e başvurabilecektir. Oysa şu ana kadar gerek Bozcaada ve Gökçeada Okulları, gerek Ruhban Okulu için açılan çok çeşitli davalar, en yetkili hukukçularımız tarafından hazırlanan savunma layihaları ile dava açma ehliyeti olmadığı ileri sürülerek, önce usulden bozulmuştur.

Yeni Batı Trakya Dergisi (177.Sayı)

6 Mayıs 2003 Hıdırellez şenliklerine İskeçe Türk Birliğinin katılımı engellenmiş, Türkiye’den gelmek isteyen halk oyunları ekipleri ve sporculara da izin verilmemiştir. 22/24 Ağustos 2003: Alantepe Eğitim ve Kültür Etkinlikleri

Aris Yanakidis(Gümülcine Valisi): Uzun yıllar azınlığa uygulanan davranışlardan ve uygulamalardan utanç duymalıdırlar. Ve bütün bunları herkesin duyması için tekrar söylüyorum. O zamanlar birkaç yıl önce buraya gelmeyi önleyen bariyerler vardı. Bu bariyerler azınlığın ruhunu hapsediyordu. O zamanlar burada Bulgaristan’a gider gibi pasaport istiyorlardı. O yıllarda sizleri, ikinci ve üçüncü sınıf vatandaş olarak görüyorlardı. Bir traktör ehliyeti ve ev tamiri için bile boyun eğiyordunuz.

Mustafa Dündar(AKP Bursa M.V. Türkiye-Yunanistan Dostluk grubu başkanı): Yunanistan karşılık vermemiş yani dostluk grubu kurmamış Sevgi Erenerol: Cumhuriyetin ilanı sırasında Patrikhanenin alanı yaklaşık 50 dönümdü. 113 dönüme kadar çıktı. Kimse sormuyor, bu gelişme nasıl oldu?

Bölge tamamen UNESCO denetimi altına girdi. Aynı yanlışlık Ayasofya’da da yapıldı. Bugün istesek bile camiye çeviremeyiz. Çünkü UNESCO denetiminde.

Ekümenlik-laiklik taban tabana zıt. Hıristiyanların dünya çapında bir liderine sahip olursanız, birilerinin de Müslümanların halifesini isteme hakkı doğar.

Kuruluş şemasına göre 17 devlet içinde patriklik, otosefal ve otonom kilise gibi üç ayrı derecede örgütlenen Bağımsız Ortodoks Grek Kiliselerinin ruhani lideri Fener Rum Patriğidir. Bunların derece yükselmelerine karar veren ana kilisedir ve bunlardan oluşan Ekümenik

Konsey’in başkanıdır.  Sadece İstanbul’daki Ortodoks kiliseleri değil,  ABD, Avusturalya, İngiltere, Fransa, Almanya, Avusturya, Belçika, İsveç, Yeni Zelanda, İsviçre, İtalya metropolitlikleri,

Ayanaroz manastırları, Girit Başpiskoposluğu(7 metropo), 12 ada metropolitliği(4 metr. 1 manastır)  doğrudan kendi yönetim ve denetimine bağlı. Bunları yöneten başpiskopos, piskopos ve metropolitleri atar ve çalışmalarını denetler. Bu gibi unvanlarla 80 kadar üst düzey görevli Patrikhane memuru olarak yurtdışı temsilciliklerinde görev yapmaktadır.

Ortodoks kiliseleri camiden çok farklı olarak idare ve siyaset içindedir.  Bunlar Grek lobileri kurmakta, lobiler de ulusal ve uluslar arası düzeyde vakıf ve dernek gibi STO halinde örgütlenmek suretiyle içinde bulundukları devletin hükümetini ve parlamentosunu Helenizm politikası lehinde Türkiye’ye karşı kararlar almaya ve Yunanistan’a arka çıkmaya zorlamaktadırlar. İşte ekümenik patrikhane liderliğindeki evrensel kiliseler ağı böyle oluşmuştur. Patrikhanenin büyük devletler nezdindeki saygınlığı bu güçlü ağdan kaynaklanmaktadır.

Hangi platformda olursa olsun Kıbrıs, Ege, Trakya ve Patrikhane sorunları tarafımızdan asla tek tek değil, topluca ele alınmalı, evrensel koz büyük bir ustalıkla kullanılmalı ve asıl ilk üç çözüme kavuşturulmadıkça dördüncüsü masaya yatırılmamalıdır. Helenizm karşısındaki Türk politikası bu temel ilkeye dayalı olmalıdır.

BİLGİ NOTU:

Sevr görüşmeleri sırasında Yunanistan temsilci heyeti, Türkiye ile Barış Antlaşmasına konulacak azınlıklara ilişkin maddelere ilişkin olarak bir talep listesi sunar. Bu listede şöyle bir talep vardır: Öncelikle gerekçesi izah edilmiştir…

Tüzel kişilikleri olmadığı ve 1917’ye kadar (hatta köylerde bugün bile) Osmanlı yasalarının taşınmaz bir malı tüzel kişi adına tapuya geçirmek hakkını tanımadığı için, dinsel toplulukların, kiliselerin manastırların, okulların, hayır kurumlarının ve derneklerin Türkiye’de sahip oldukları malların mülkiyeti ve yönetiminde ortaya çıkan zorluklar, bizi bunların ortadan kaldırılmasını istemeye yöneltmektedir. Türkiye bu çeşitli kurumların tüzel kişiliklerini tanımak ve bunların mülkiyetinde olan malların adlarına tapuya geçirilmek için gerekli yasal tedbirleri almayı üstlenmelidir.

Antlaşmaya şöyle bir hüküm konulabilir: “Tamiratlar ve aidatlar ve haksız olarak el konulan ya da satılan malların manastırlara ve keşiş evlerine geri verilmesi gözetim altında tutulacaktır.

Osmanlı hükümeti yasal bir hükümle azınlıkların dinsel toplulukları, kilise, manastır, okul, hayır kurumu ve derneklerinin tüzel kişiliklerini tanımayı üstlenir.

Bu tüzel kişilerin mal edinmek ve ellerinde olan ve kendilerince ya da adlarına yöneltilen malları adlarına tapuya yazdırmak hakları olacaktır.”

Büyükelçiler ve Dışişleri Bakanları konferansında, 19 Mart 1920’de Türkiye’de Azınlıkların Korunması Komitesi, Yunanistan heyeti tarafından verilen 12 Maddeden oluşan azınlıklara ilişkin talep listesini oy birliği ile kabul edip, değişikliksiz benimsemiştir.

Komite (Toplantı 18 Mart 1920’de İngiltere Dışişleri Bakanlığı’nda Lord Curzon’un odasında ve onun başkanlığında yapılan 63 nolu toplantının tutanakları)  7.maddede yer alan söz konusu taleple ilgili olarak ise “Osmanlı yasalarına karışma konusunda büyük sorunlar çıkaran ve özellikle yargı reformu konusunu ortaya atan bu öneriyi kabul edemeyecekleri görüşüne varmıştır”. Diyerek, bugün “çözüm” diye gündeme getirilen talebi geri çevirmiştir.
 
 

Yazar

Milli Düşünce Merkezi

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar