Heybeliada Ruhban Okulu ve Patrikhanenin Ekümeniklik İddiasının Hukuki Açıdan Değerlendirilmesi

   Prof. Dr. Sibel ÖZEL·     I.            HEYBELİADA RUHBAN OKULU MESELESİ   Her fırsatta azınlıkların din ve ibadet özgürlüğü bağlamında gündeme gelen Heybeliada Ruhban Okulunun (HRO) yeniden açılması meselesi siyasi bir tercih gibi ele alınmakta ve özellikle siyasilerin verdiği mesajlar ile temel mecrasından uzaklaştırılarak siyasi malzeme olarak kullanılmaktadır. Oysa mesele hukuki bir meseledir ve […]


Paylaşın:

 

 
Prof. Dr. Sibel ÖZEL·

 

 

I.            HEYBELİADA RUHBAN OKULU MESELESİ

 

Her fırsatta azınlıkların din ve ibadet özgürlüğü bağlamında gündeme gelen Heybeliada Ruhban Okulunun (HRO) yeniden açılması meselesi siyasi bir tercih gibi ele alınmakta ve özellikle siyasilerin verdiği mesajlar ile temel mecrasından uzaklaştırılarak siyasi malzeme olarak kullanılmaktadır. Oysa mesele hukuki bir meseledir ve gerçek bilgi üzerinde hukuki bir analizi hak etmektedir. AB ilerleme raporlarında ve insan hakları ile ilgili her düzlemde ele alınan ve Türkiye’ye bir dayatma olarak sunulan bu meselede medya araçları da doğru bilgilendirme yapmadan sonuç odaklı kamuoyu oluşturma yöntemini izleyerek halkın bilgi edinme hakkını elinden almaktadır.

 

Her şeyden önce meselenin özünün ne olduğunun bilinmesi ve doğru soruların sorulması gerekmektedir. HRO siyasi bir kararla mı kapatılmıştır? HRO’nun açılması demek Türk hukukuna aykırı bile olsa Patrikhanenin istediği şekilde okulu açmak mı demektir? HRO’nun eğitime başlaması hukukun değil de siyasi tercihlerin belirleyeceği bir alan mıdır?

 

Heybeliada Ruhban Okulu, Anayasa Mahkemesinin 1971 yılında verdiği bir kararın ardından kapanmıştır[1]. Ancak karar doğrudan HRO’nun kapatılması ile ilgili değildir. Karara konu olan olay İzmir Ege Özel Mimarlık ve Mühendislik Yüksek Okulu İnşaat Mühendisliği bölümünü bitiren sekiz kişiye verilen diplomaların iptalidir. Danıştay’da Milli Eğitim Bakanlığı aleyhine dava açılmış ve özel yüksekokulların Anayasa’ya aykırılığı iddia edilmiştir. 

 

Anayasa Mahkemesi yaptığı incelemede özel kişilerin üniversite açamayacağını, üniversite diye anılmayan ancak verdiği yükseköğretim nitelikçe üniversite eğitimi olan veya bu öğretimin sonuçlarını sağlayan bütün kurumların Anayasa m. 120 açısından üniversite kavramı içinde sayılması gerektiğine karar vermiştir[2]. Anayasa mahkemesine göre üniversitelerin toplumsal görevini yapan temel çizgileri bakımından üniversite öğretim ve eğitimini sağlayan üniversite diplomasına eş değerde diploma veren ve ancak adı üniversite olmayan yükseköğretim ve eğitim kurumları da üniversite kapsamında ele alınmaktadır[3].

 

Dolayısıyla Anayasa Mahkemesi özel yüksekokullara izin veren 625 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanununun 1,13. maddeleri ile 8. maddesinin 2,3,4. fıkralarını ve 48. maddesinin özel yüksek okullara ilişkin kuralını iptal etmiştir[4].

 

Anayasa Mahkemesinin kararı herkes için bağlayıcı olduğundan İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü 12.8.1971 tarih ve Özel Öğretim Kurumları 101787 sayılı yazısı ile “Anayasa Mahkemesinin 12 Ocak 1971 sayılı kararı ve 26 Mart 1971 tarihli gerekçesi muvacehesinde okulunuzun, bu kararın kapsamına girer durumda olduğu anlaşıldığından diğer yüksekokullar gibi özel bir yüksekokul mahiyetinde bulunan Teoloji bölümünün 9 Temmuz 1971 tarihinden itibaren hiçbir hukuki varlığı kalmamıştır” diyerek durumu HRO Müdürlüğüne bildirmiştir[5].       

 

Bunun üzerine dönemin Fener Rum Patriği Athinagoras, okulun bir yüksekokul olmadığını ileri sürmüştür. Danıştay’da idari tasarrufun iptali gerekçesiyle dava açılmıştır.  Davada okulun Lozan Antlaşmasının 40. maddesi kapsamına girdiği, okulun diplomasında yer alan “lise üzerine en az bir yıllık mesleki tahsil veren okullar derecesinde öğrenim görmüş sayılırlar” ibaresi dışında, TC lise diploması ile Teoloji bölümü diploması arasında bir fark olmadığı; bölüm mezunlarının ancak rahiplik mesleğine kabul olundukları; okulun 1844’den beri faaliyet gösterdiği ve okul yönetmeliğinin onaylandığı tarihte yürürlükte olan mevzuata göre özel yüksekokul açılamayacağı; kapatılan bütün özel öğretim kurumlarının mevcut üniversite ve akademilere bağlanmalarına rağmen, HRO hakkında işlem yapılmamış olmasının kanun koyucunun bu okulu bir yüksekokul olarak görmemiş olduğunun açık bir delili olduğu iddia edilmiştir[6].

 

Bu iddialara karşı olarak dönemin yetkili ve muhatap makamlarınca teoloji bölümü mezunlarının dış ülkelerde taşıdığı değerin Atina ve Selanik Üniversitelerine bağlı fakülte mezunlarından daha üstün olduğunun tespit edildiği; dava dilekçesine bağlı diploma örneklerinden ayrı olarak, diploma hamiline ayrıca gizli olarak verilen Rumca belgede okul mezunlarına teoloji öğretmeni unvanı verildiği ve ilahi ilimler manasına gelen teolojiyi lise seviyesindeki okullarda okutmaya yetkili olan kişilerin yüksekokul mezunu sayılmaları gerektiği ileri sürülmüştür [7].

 

Danıştay’da açılan dava Patrikhane’nin tüzel kişiliği olmadığı, yargıya başvurma ve okul açma ehliyetinin olmadığı gerekçesiyle reddedilmiştir [8]. Bu gerekçeler hukuken doğrudur. Patrikhanenin tüzel kişiliği yoktur. Ancak Heybeliada Rum Ruhban Okulu Vakfının tüzel kişiliği vardır. Dolayısıyla HRO bu vakıf tüzel kişiliği ile dava açabilirdi. Fakat bugün de istenen husus şudur: HRO’nun tüzel kişiliği kaldırılsın ve Patrikhaneye bağlansın ve Patrikhaneye tüzel kişilik verilsin. Oysa yüzlerce yıldır bu topraklarda bulunan Patrikhaneye Osmanlı Devleti de onun devamı olan Türkiye Cumhuriyeti devleti de tüzel kişilik vermemiştir. Ancak HRO 1935 tarihli ve 2762 sayılı Vakıflar Kanunu gereği mülhak vakıf kapsamına alınmış ve kanunun muvakkat maddesi gereğince 12 Mart 1936 tarihinde Tarabya Metropoliti Yovakom ve Bursa Metropoliti Polikarpos tarafından Kadıköy Evkaf İdaresine vakfın beyannamesi verilmiştir. Dolayısıyla HRO hukuken tüzel kişiliğe sahiptir.

 

Danıştay’ın ileri sürdüğü Patrikhanenin okul açma ehliyetinin olmadığı gerekçesi de hukuken doğru bir gerekçedir. Zira HRO Lozan Antlaşması sonrası genel bir tanıma yöntemiyle eğitime açık tutulmamıştır. 16 Temmuz 1928 tarihinde HRO’na, Nikolaki namı diğer Polikarpos adına ruhsat verilmiş ve aynı kişi adına 1940,1943 ve 1951 yılında ruhsatlar yenilenmiştir[9]. Sözkonusu ruhsatname Hususi Mekteplere Mahsus Resmi Ruhsatnamedir ve Mekteb-i Hususiye Talimatnamesinin 12. Maddesine binaen verilmiştir[10]. Dolayısıyla okul yürürlükte olan hukuk kurallarına göre verilen ruhsatlara binaen eğitim yapmıştır.

 

Bu durumda incelenmesi gereken husus şudur: HRO Anayasa Mahkemesi kapsamında bir yüksek okul mudur?

 

Öncelikle belirtilmelidir ki Hıristiyan inancına göre rahip olabilmek için lise sonrası en az 4 yıllık bir yüksek okul eğitimi alınmalıdır. Dolayısıyla ruhban yetiştiren bir okulun yüksek okul olduğu şüphesizdir.

 

HRO birinci öğretim yılı olan 1844-45’de iki sınıfla eğitime başlamış ve daha sonra birer sınıf ilavesiyle 1847-1848 öğretim yılında dört sınıfa ulaşmıştır. 1852 yılına kadar HRO yalnız lise mezunlarını kabul etmekte iken daha sonra lise öğretimini bitirmeyenler de okula alınmış ve lisenin beşinci sınıfı teolojinin 1. Sınıfı olarak kabul edilmiş ve 1852-1873 yılları arasında 5 yıl lise ve 3 yıl teoloji okulu olarak faaliyet göstermiştir[11].

 

1919 yılına kadar lise ve teoloji kısımlarından oluşan HRO aynı yıl Akademi statüsüne kavuşmuş ve akademiye devam süresi önce 5 sonra 4 yıl olarak belirlenmiştir[12]. 1919’da lise kısmı kaldırılıp sadece teoloji bölümü ile akademi olarak faaliyet göstermiş, 1923’den itibaren ise yeniden üç yıllık lise ve dört yıllık teoloji eğitimine dönüş yapmıştır. Yalnız burada önemle belirtilmesi gereken husus okulun herzaman orta derecede bir okul olarak görülmesidir. Dolayısıyla lise üzerine yapılan teoloji eğitimi de Yüksekokul olarak değil, ortaokul statüsünde kabul edilmiştir [13]. Patrikhane tarafından okulun statüsünün değiştirilmesi amacıyla 1947 ve 1949 yılında yapılan başvurular reddedilmiştir[14].

 

1950 yılında Milli Eğitim Bakanlığının 8 Aralık 1950 gün ve 9127/7 ve 2601 sayılı emri ile okulun dört sınıflı kısmının azınlık liseleri derecesine çıkarılması ve üç sınıflı kısma bir sınıf ilave edilerek dört yıl üzerinden “Heybeliada Rum Rahipler Okulu” adı altında bir “Teoloji İhtisas Okulu” olarak derecelendirilmesi sağlanmıştır[15]. Bunun üzerine 25 Eylül 1951 tarih ve 151 sayılı kararla Milli Eğitim Bakanlığı Talim ve Terbiye Dairesi “Rum Rahipler OkuluYönetmeliğini” onaylamıştır[16].

 

Dolayısıyla 1951 yılında bir yönetmelik ile okulun statüsü değişmiştir. Selanik’te çıkan Makedonia isimli gazete seri yazılarında HRO ile ilgili olarak okulun üç sınıflı lise ve dört sınıflı ilahiyat şubesinden oluştuğunu, buranın yakında bütün Hıristiyanlığın büyük üniversitesi haline getirileceğini belirtmiştir [17]. Patrik Athenagoras da 13 Temmuz 1953 tarihli Hronos gazetesine verdiği beyanatta eski iktidar zamanında Ruhban Mektebinin orta mektep sıfatını haiz olmasına mukabil bugünkü Hükümet zamanında ve mevcut kanuni mevzuata rağmen öğrencilere üniversite eğitimi verebilen bir İlahiyat Fakültesi haline getirildiğini belirtmiştir[18].

 

Dolayısıyla okul mevcut kanuni hükümler izin vermese bile bir Yönetmelik ile yüksek okul statüsüne kavuşmuştur. Yönetmeliğe göre müessesenin resmi kuruculuğunu Patrikhane Sen Sinod meclisince İstanbul’daki Metropolitler arasından seçilen ve Milli Eğitim Bakanlığınca usulü dairesinde tescil edilen Zat ifa eder (m. 2). Patrikhane’nin tüzel kişiliği olmadığı için okulun kuruculuğunu üstlenmesi mümkün değildir. Bu yüzden gerçek kişi olan bir Metropolit bu işi üstlenmektedir.

 

Okul üç sınıflı lise bölümü ile dört sınıflı Teoloji İhtisas bölümünden teşekkül eder. Teoloji bölümünü bitirenler lise üzerine en az bir yıllık mesleki tahsil veren okullar derecesinde öğrenim görmüş sayılırlar (m. 3). Okula 17 yaşını bitirmiş ve 22 yaşını geçmemiş olan lise mezunları alınmaktadır. Yabancı uyruklu öğrenciler için yaş kaydına bakılmaz. Ancak bu gibilerden 22 yaşını aşmış bulunanlar ayrı dershanelerde yetiştirilirler (m. 54).

 

Bu Yönetmelik ile Ruhban Okulu 3 yıllık lise bölümü ve 4 yıllık teoloji bölümü ile faaliyette bulunmuş ve teoloji bölümü en az bir yıllık mesleki tahsil veren okul derecesinde kabul edilmiştir. Hukuken yüksekokul terimi kullanılamayacağı için (zira o dönemde de özel yüksek okullar yoktu)  lise sonrası 4 yıllık ihtisas bölümü  mesleki tahsil veren okul olarak adlandırılmıştır. Böylelikle daha önce uygun görülmeyen statü değişikliği siyasi iktidarın kararıyla bir Yönetmelik marifetiyle temin edilmiştir. Dolayısıyla okulun yeni statüsü lise sonrası ihtisas eğitimi veren bir yüksekokul olmuştur.

 

Okula gelen yabancı öğrenci sayısı hızla artmış ve daha önce vize için yapılan araştırma kaldırılarak HRO’ya gelecek yabancı öğrenciler için istisnasız vize verilmiştir. 1950’den sonra mezun olan toplam 187 öğrenciden 38’i Türk vatandaşı; 162’i Yunan; 8’i İngiliz; 1’i Fransız; 8’i Etyopyalı; 2’si Suriyeli; 1’i ABD’li ve 3’ü Lübnanlıdır[19].

 

Bu itibarla okul bir yüksek okuldur ve Okulun Yönetmeliği 1965 tarihli Özel Öğretim Kurumları Kanuna tâbidir. Bu kanunun her seviyede özel öğretim kurumu kurulmasına izin veren yani özel yüksek okullara imkan veren hükmü Anayasa Mahkemesince iptal edilince karar kapsamındaki bütün okullar hukuki geçerliliklerini kaybetmiş oldular. Dolayısıyla HRO 1965 yılından sonra kurulan bir okul olduğu için değil, statüsü özel yüksek okul olduğu için Anayasa Mahkemesi kararı kapsamında kapanmıştır. 

 

HRO’nun kapanmasının hemen ardından hukuka uygun olarak faaliyete geçebilmesi amacıyla Ankara Üniversitesi Senatosu 21 Aralık 1971 tarih ve 5118 sayılı kararı ile bir formül geliştirmiştir. Buna göre Ruhban Okulu İlahiyat Fakültelerinden birine bağlı olarak Ortodoks dini konusunda öğretim veren bir bölüm olarak açılabilir veya İlahiyat Fakültesinde Dünya Dinleri Kültürü Bölümü adı altında Üniversite bünyesinde faaliyet gösterebilir. Ancak söz konusu hukuki çözüm yolu okul yönetimi ve Patrikhane tarafından kabul edilmemiştir[20].

 

Benzer bir çaba 14 Eylül 1999’da Yükseköğretim Kurumunun toplantısında aldığı bir kararla yinelenmiştir. Buna göre İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi bünyesinde “Dünya Dinleri Kültürü Bölümü”nün kurulmasına karar verilmiştir[21]. Kuruluş işlemlerini yürütme görevi verilen Prof. Dr. Zekeriya Beyaz cemaat ruhani liderlerine 14 Aralık 1999’da bir mektup göndererek öneri ve desteklerini istemiş ancak olumlu yanıt alamamıştır[22].

 

Görüldüğü üzere HRO’nun hukuka uygun olarak bir devlet üniversitesi bünyesinde faaliyet göstermesi için geliştirilen formüller Patrikhane tarafından ısrarla reddolunmaktadır. Patrikhane açıkça HRO’nun YÖK’e bağlanmasını kabul etmediklerini beyan etmiştir. Burada önemli olan nokta HRO’nun Patrikhane’ye bağlı olarak faaliyet gösteren ve uluslararası teoloji okulu olarak eğitim veren bir okul olmasının amaçlanmasıdır. Dolayısıyla asıl mesele HRO’nun açılıp açılmaması değil, Patrikhane’nin istediği şekilde açılmasının Türk hukuku açısından mümkün olup olmadığı meselesidir.

 

TÜRK HUKUKU AÇISINDAN DEĞERLENDİRME

 

1.    Türkiye Cumhuriyeti Anayasası

 

a. Anayasa m. 24

 

Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Din ve Vicdan Hürriyeti başlığını taşıyan 24. maddesi, TC devletinin temel niteliklerinden biri olan laikliğin anlamını ve içeriğini belirlerken 3. fıkrasında “ Din ve ahlak eğitimi ve öğretimi Devletin gözetim ve denetimi altında yapılır” hükmünü getirmiştir. Buna göre laik Türkiye Cumhuriyetinde devletin gözetim ve denetimi dışında bir din eğitimi verilemez. Dolayısıyla Patrikhane’nin tümüyle kendine bağlı bir teoloji okulu ısrarı herşeyden önce Anayasa m. 24’e aykırıdır.

 

Anayasa m. 10 Kanun Önünde Eşitlik başlığı ile herkesin dil, ırk, renk, cins, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin kanun önünde eşit olduğunu vurguladıktan sonra 3. fıkra ile “hiçbir kimseye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz” kuralını getirmiştir. Dolayısıyla teoloji eğitimi ve öğretimi konusunda bütün TC vatandaşları eşit haklara sahiptir ve bu konuda kimseye imtiyaz tanınamaz. HRO sayesinde Patrikhane Türkiye’deki Ortodoks cemaat lehine imtiyaz talep etmektedir ve hatta bu imtiyaz yurt dışından gelecek yabancı Ortodoksları da kapsamaktadır.

 

Medyada laik devletin diğer dinlere dinadamı yetiştiremeyeceği iddiası öne sürülmektedir. Bu önerme kendi içinde çelişkilidir. Diğer dinlerle kastedilen Hıristiyanlık ve Musevilik olduğuna göre laiklik sadece İslam dini için algılanmaktadır. Oysa laik devlet her dine eşit mesafede durmaktadır. Laik hukuk sistemi sadece Müslümanlar için değil, gayrımüslimler için de uygulanacaktır. Aksi tutum vatandaşlar arasında ayrımcılığa ve çok hukukluluğa yol açacaktır. Laik devlet sadece Müslümanların değil, gayrımüslimlerin de devletidir ve hukukun üstünlüğü  gereği kurallar herkes için bağlayıcıdır.

 

b. Anayasa m. 130

 

Anayasa madde 130 çok açık bir şekilde Üniversitelerin Devlet tarafından kanunla kurulacağını belirttikten sonra, kanunda gösterilen usul ve esaslara göre kazanç amacına yönelik olmamak şartıyla vakıflar tarafından da devletin gözetim ve denetimine tâbi yükseköğretim kurumlarının kurulabileceğini öngörmektedir. Dolayısıyla anayasamızda iki çeşit üniversite vardır: Devlet üniversitesi ve vakıf üniversitesi. Bu durumda HRO’nun bir devlet üniversitesine bağlanması istenmiyorsa, bir vakıf tarafından kurulan üniversite bünyesinde faaliyet gösterebilir. Ancak Patrikhanenin tüzel kişiliği olmadığı için kendisi yüksek öğretim kurumu kuramaz. Bununla birlikte HRO’nun vakıf tüzel kişiliği vardır. Ayrıca Türkiye’de Rum  cemaatine ait 75 tane vakıf bulunmaktadır[23]. Bunlardan birinin üniversite kurması ve bu vakıf üniversitesi bünyesinde HRO’nun faaliyete geçmesi mümkündür. Ancak Patrikhane HRO’nun tümüyle kendisine bağlı olmasında ısrar ettiği için bir vakıf aracılığı ile kurulacak yüksek okul formülünü de kabul etmemektedir.

 

Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi 2009 raporunda [24] HRO’nun Galatasaray Üniversitesi bünyesinde açılabileceği önerisi yapılmıştır. Galatasaray Üniversitesinde teoloji fakültesi yoktur. Ama burada önemli olan AKPM’in de HRO’yu bir yüksekokul olarak görmesi ve üniversite bünyesinde açılması için öneri getirmesidir. Artık HRO’nun bir yüksekokul olmadığı iddiasından vazgeçilmelidir. Ruhban yetiştirecek lise sonrası 4 yıllık bir okul hiç şüphesiz yüksek okuldur ve yüksek okulların tâbi olduğu sisteme tâbi olmak mecburiyetindedir.

 

Anayasa m. 132 sadece Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Teşkilatına bağlı yükseköğretim kurumlarını özel kanun hükümlerine tâbi tutmuştur. Onun dışındaki bütün yükseköğretim kurumları için 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu uygulanır. Anayasa dini müesseseler ve cemaatler için (Müslüman veya gayrımüslim) bir ayrıcalık getirmemiştir. Azınlıklar için de özel hükümlere tâbi yüksekokullar yoktur. Üniversitelerin birleştirici yapısı bu tür ayrımları kabul etmediği gibi, Anayasa m. 10’da belirlenen eşitlik ilkesi karşısında hiçbir sınıf için imtiyaz talebi de sözkonusu olmayacaktır.    

 

2. Tevhidi Tedrisat Kanunu

 

430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu[25] ile bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığına devredilmiştir (m. 1). Şeriye ve Evkaf Vekaleti veyahut hususi vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekaletine devir ve raptedilmiştir (m.2). Dolayısıyla Türkiye’de Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olmayan bir okul yoktur. Bu itibarla Milli Eğitim Bakanlığı denetiminde HRO açılsın önerisi hiçbir anlam ifade etmemektedir. Zaten aksi mümkün değildir. Bütün okullar Milli Eğitim Bakanlığına bağlıdır.

 

3. Milli Eğitim Temel Kanunu

1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu[26] da devletin eğitim ve öğretim alanındaki görev ve sorumluluğunu bir temel kanun olarak düzenlemektedir. Buna göre eğitim ve öğretim hizmetinin Devlet adına yürütülmesinden, gözetim ve denetiminden Milli Eğitim Bakanlığı sorumludur (m. 56) ve askeri okullar hariç bütün eğitim faaliyeti bu kanun hükümlerine göre yürütülür (m. 57).

 

Kanun ilköğretim, lise ve dengi okulların ancak Milli Eğitim Bakanlığı’nın izniyle açılabileceğini kabul etmiştir (m. 58). Okulların derecelerinin tayinleri de Milli Eğitim Bakanlığı’na aittir. Diğer bakanlıklara bağlı lise ve dengi okulların program ve yönetmelikleri, ilgili bakanlıkla Milli Eğitim bakanlığı tarafından birlikte yapılır ve Milli Eğitim Bakanlığınca onanır. Bu okulların denetimi de Mili Eğitim Bakanlığına aittir (m. 58).

 

Bu kanun üniversite dışındaki okullar ile ilgilidir ve temel prensipleri belirlemektedir.

 

4. Yükseköğretim Kanunu

 

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu[27] ise yükseköğretim ile ilgili amaç ve ilkeleri belirlemek ve bütün yükseköğretim kurumlarının işleyiş, görev ve sorumluluklarını düzenlemek amacıyla getirilmiş bir kanundur (m. 1). Kanun Türk Silahlı Kuvvetleri ve Emniyet Teşkilatına bağlı yükseköğretim kurumlarıyla ilgili hususlar dışında bütün yükseköğretim kurumlarını ve bağlı birimlerini kapsamakta (m. 2) ve Milli Eğitim sistemi içinde, ortaöğretime dayalı, en az dört yarı yılı kapsayan her kademedeki eğitim-öğretimin tümünü yükseköğretim olarak tanımlamaktadır (m. 3(a)). Buna göre lise sonrası iki yıllık önlisans programları da yükseköğretim kategorisine girmekte ve YÖK kapsamı içinde yer almaktadır (m. 6). Dolayısıyla HRO’yu, YÖK’e bağlı olmadan açmak amacıyla geliştirilen projeler içinde yıllardır dillendirilen Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı iki yıllık ön lisans programı formülü 2547 sayılı kanuna aykırıdır. . Zira iki yıllık önlisans programı da (dört yarı yıl anlamına gelir)  bir yükseköğretim kurumudur ve 2547 sayılı kanun kapsamındadır. Dolayısıyla lise sonrası en az iki yıllık her program yükseköğretim sınıfına girmekte ve YÖK’e bağlı olmak durumundadır. YÖK’e bağlı olmayan sadece Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı bir özel yüksek okul hukuken mümkün değildir. Bu itibarla  Patrikhanenin çözüm önerisi diye dayattığı öneri hukuka aykırıdır. 

 

5.    Özel Öğretim Kurumları Kanunu

 

2007 yılında Özel Öğretim Kurumları Kanunu tümüyle yenilenmiştir. 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu[28] Üniversiteler dışında okul öncesi eğitim, ilköğretim, ortaöğretim ve bu düzeyde haberleşme ile öğretim yapan özel öğretim kurumlarının yönetim, denetim ve gözetimi ile ilgili hususları düzenlemektedir. Kanun TC vatandaşı gerçek kişiler, özel hukuk kişileri veya özel hukuk hükümlerine göre yönetilen tüzel kişiler tarafından açılan okullar ile ilgili düzenlemeleri yapmaktadır. Bunun dışında yabancılar tarafından açılan okullar da kanun kapsamında yer almaktadır[29].

 

Özel  Öğretim Kurumları Kanunu yükseköğretim dışındaki her derecede özel okulu düzenlemektedir. Ancak kanun kapsamında özel okul açılabilmesi için TC vatandaşı gerçek kişi ya da tüzel kişi olmak gerekmektedir. Patrikhane’nin tüzel kişiliği olmadığı için bir cemaat vakfının ya da gerçek kişilerin aracılığı zorunludur. Ancak aynı kanunun 3. maddesinin son fıkrası açık bir biçimde “Askeri okullar, emniyet teşkilatına bağlı okullar ve din eğitimi yapan kurumların aynı veya benzeri özel öğretim kurumu açılamaz” hükmünü getirerek, din eğitimi veren özel öğretim kurumuna cevaz vermemiştir.

 

 Dolayısıyla kanun özel okul olarak teoloji eğitimi veren lise düzeyinde bir okula izin vermemiştir. Yüksek okul düzeyindeki teoloji eğitimi de zaten bu kanuna tâbi değildir; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanuna tâbidir. Ancak unutulmamalıdır ki bu yasak sadece Ortodoks cemaat için değil, diğer azınlıklar ve özellikle de Müslüman çoğunluk için de geçerlidir.

 

Kamuoyunda sıkça gündeme gelen imam hatip liselerinin bu konuyla bir ilgisi yoktur. Zira imam-hatip liseleri devlet lisesidir ve özel öğretim kurumları kanununa tâbi değildir. Bir başka ifade ile Türkiye’de özel imam-hatip lisesi yoktur.

 

5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu Lozan Antlaşmasının 40 ve 41. maddeleriyle ilgili olan okullar için de düzenlemede bulunmuştur. 5 (c ) (1) maddesine göre bu tür okulların özellik göstermesi gereken hususları yönetmelik ile tespit edilir. Yönetmelik, ilgili memleketlerin bu konudaki mütekabil mevzuat ve uygulamaları dikkate alınmak suretiyle hazırlanır. Yönetmelikte belirtilmeyen hususlarda resmi okullar mevzuatı uygulanır. Burada sözkonusu edilen mütekabiliyet (karşılıklılık) ilkesidir ve Lozan Ant. m. 45 gereği Yunanistan’daki Müslüman Türk azınlığa tanınan haklar temel alınarak okulların özellik göstermesi gereken hususları yönetmelikte belirlenir.

 

Kanun azınlık okullarında sadece Türk  vatandaşlarının çocuklarının okuyabileceğini belirtmektedir (m. 5 (c ) (1)). Dolayısıyla HRO özel bir lise olarak değil de azınlık lisesi statüsünde açılsa bile (ki ruhban olmak için lise sonrası 4 yıl eğitim şarttır. Bu nedenle lise seviyesinde meslek lisesi olması mümkün görünmemektedir) yabancı öğrencilerin burada öğretim görmesi mümkün değildir. Zira bir okul azınlık okulu ise oraya sadece azınlık mensubu TC vatandaşları gidebilecektir. Azınlık okulunda yabancı öğrenim göremez. Yabancıların öğrenim gördüğü okul da azınlık okulu statüsünde olamaz.

 

Kavram kargaşası ile düşüncelerin bulanıklaşması sağlanmakta ve birbiriyle alakasız konular ilişkilendirilmektedir. AKPM, Türkiye’den azınlık okullarına vatandaşlık şartı aranmaksızın öğrenci kabulüne imkan veren kanun değişikliği yapmasını istemektedir[30]. Ancak ilginçtir ki bu talep Türkiye’den istenmiş, Yunanistan’dan istenmemiştir. Bir başka ifade ile Yunan vatandaşı olmayan Türk kökenli yabancıların veya Müslüman yabancıların Yunanistan’da azınlık okullarına gidebilmelerine imkan veren düzenlemeler yapılması talep edilmemiştir.

 

Bir kez daha vurgulanmalıdır ki azınlık vatandaştır ve Türkiye’deki azınlık okullarına sadece Türk vatandaşı olan ve azınlık statüsünden yararlananlar gidebilir. Yabancılar sırf Türkiye’deki bir azınlık ile aynı soydan geliyorlar yada aynı dine mensuplar diye azınlık statüsüne sahip olamaz. Bu itibarla azınlık ile yabancı kavramını birbirine karıştırmamak gerekmektedir.

 

6.    Lozan Antlaşması

 

Sıkça gündeme getirilen husus HRO’nun kapatılmasının Lozan Antlaşmasının 40.maddesine aykırı olduğudur. Madde 40 metni aynen şöyledir:

 

“ Müslüman olmayan azınlıklara mensup olan Türk vatandaşları hukuk bakımından ve fiilen diğer Türk vatandaşlarına uygulanan işlemlerin ve sağlanan güvencelerin aynından yararlanacaklar ve özellikle, harcamaları kendilerince yapılmak üzere, her türlü yardım, dinsel ya da sosyal kurumları, her türlü okul ve benzeri öğretim ve eğitim kurumları kurma, yönetme ve denetleme ve buralarda kendi dillerini özgürce kullanma ve dinsel ayinlerini serbestçe yapma bakımından eşit bir hakka sahip bulunacaklardır”.

 

Dolayısıyla 40. madde hiçbir biçimde gayrımüslim azınlıkların istediği şekilde hayır kurumu, dinsel ya da sosyal kurum ya da okul açabileceklerinin  garantisini vermemiştir. Böyle bir serbesti Sevr Antlaşması m. 147’de getirilmiştir. Sevr Antlaşmasında ırk, din, dil azınlıkları Osmanlı makamları hiçbir şekilde karışmadan istediği gibi dini, hayri ve sosyal kurumlar; ilk, orta ve yüksek okul ve her çeşit öğretim kurumu kurabilir ve burada kendi dillerini özgürce kullanma ve kendi dinlerini özgürce uygulama imkanına sahipti. Ancak Lozan Antlaşmasında kabul edilen husus gayrımüslim azınlıkların diğer Türk vatandaşları ile aynı muameleye tâbi tutulması ve diğer Türk vatandaşları ile eşit haklara sahip olmalarıdır. Dolayısıyla buradaki anahtar sözcük “aynı muamele” ve “eşit haklar”dır.

 

Bu açıdan baktığımızda diğer Türk vatandaşları özel yüksekokul olarak teoloji eğitimi veren bir okula sahip iken HRO kapatılmış olsaydı Lozan Antlaşması m. 40’a aykırılık sözkonusu olurdu. Ancak Türkiye’de hiç kimse özel lise veya yüksek okul derecesinde ilahiyat eğitimi veren bir okul açamaz iken HRO’nun bu statüde açılamamasında  Lozan’a aykırı bir durum yoktur. Bütün özel yüksekokullar kapanırken HRO da onlarla birlikte kapandığı için eşitliğe aykırı husus bulunmamaktadır.  Türkiye’de din eğitiminin nasıl verileceği hukuken belirlenmiştir ve bu durum bütün vatandaşlar için geçerlidir. Bu noktada diğer Türk vatandaşlarına tanınmayan bir hak ya da ayrıcalık Lozan Antlaşmasına dayanılarak talep edilemez. 

 

Lozan Antlaşmasının 45. maddesi ile bu kesimdeki hükümlerle Türkiye’nin gayrımüslim azınlıklara tanımış olduğu haklar, Yunanistan  tarafından kendi ülkesinde bulunan müslüman azınlık için de tanınmıştır. Dolayısıyla çok taraflı bir uluslararası antlaşma olan Lozan’da sadece Yunanistan ve Türkiye için karşılıklılık şartı getirilmiştir. Burada her iki ülkede yaşayan ve azınlık statüsünde vatandaş olan belirli gruplara tanınan hakların garantisi olmak üzere karşılıklılık ilkesi benimsenmiştir.

 

Lozan’da belirlenen karşılıklılık ilkesi çerçevesinde HRO için tartışılacak bir husus yoktur. Celal Bayar lisesine Türk öğretmen tahsisi veya Atina’ya cami yapılması HRO’nun karşılığı olarak ileri sürülemez. HRO’nun için karşılıklılık Yunanistan’da İslam ilahiyatı veren, yabancı ülkelerden öğrenci kabul eden, tedrisatı Yunan devletinden bağımsız olarak belirlenen bir özel okuldur.

 

Sonuç olarak Lozan kapsamında garanti altına alınan azınlık hakları hiçbir şekilde Patrikhanenin talep ettiği statüde bir okula izin vermemektedir. Madde 40 azınlıklara imtiyaz öngörmemekte; farklı hukuk uygulamasının önünü açmamaktadır. Garanti altına alınan husus azınlıklara ayrımcılık yapılmayacağı ve diğer Türk vatandaşları ile eşit muame görecekleridir. 

 

HRO’nun Patrikhanenin istediği şekilde Türk hukukuna aykırı olarak açılması, Patrikhaneye imtiyaz verilmesi anlamına gelmektedir. Lozan’da imtiyaz kabul edilmemiştir. Ayrıca yabancı öğrencilerin eğitim göreceği bir okulu da azınlık okulu olarak ortaya koymak ve bunu azınlık hakları çerçevesinde ele almak her şeyden kavramların nasıl yanlış kullanılarak kafa karışıklığına yol açtığını göstermektedir. Lozan’da azınlıkların din özgürlükleri ve eğitim hakkı garanti altına alınmıştır, yabancıların değil!!

 

Lozan Antlaşmasında azınlık hakları bireysel anlamda korunmuş kollektif haklar verilmemiştir. Osmanlı millet sisteminden kaynaklanan çok hukuklu teokratik sistem yerine tek hukuklu laik demokratik bir sistem gelmiştir. Bu sistemde herkes eşittir ve kimseye imtiyaz verilmeyecektir. Azınlıkların devlet ile olan ilişkisinde artık milletbaşları aracılık etmeyecektir. Bu itibarla HRO’nun yeniden faaliyete geçmesi meselesinde kavramlar doğru kullanılmalı ve şu anki hukuk kurallarına göre okulun nasıl açılacağının formülleri geliştirilmelidir.

 

Patrikhanenin istediği şekilde tümüyle kendisine bağlı, YÖK sistemi dışında, istediği yabancı öğrencileri kabul edebileceği uluslar arası teoloji okulu Türk hukuk sistemine karşı bir dayatmadır. Bu konuda pazarlık yapılamaz. Türkiye’yi bu dayatmayı kabule zorlayacak hiçbir uluslar arası kural yoktur.

 

Azınlıkların dinadamı yetiştirme özgürlüğü elbette ki teminat altına alınmalıdır. Ancak ruhban olmak isteyen yeterince azınlık mensubu yok diye yabancı öğrencilere Türkiye’de teoloji eğitimi verme konusunda Türkiye’nin uluslar arası bir yükümlülüğü bulunmamaktadır. Azınlıkların din özgürlüğü ve din adamı yetiştirme özgürlüğü azınlık statüsünde olan vatandaşlar için geçerlidir. Sırf Patrikhane veya küresel aktörler öyle istiyor diye TC’nin kendi Anayasa ve kanunlarına aykırı şekilde uluslar arası teoloji okulu açma mecburiyeti yoktur. Konunun azınlık meselesi ile de ilgisi bulunmamaktadır.

 

Türkiye Patrikhanenin dayatmalarına karşı savunmaya geçmeden, Ortodoks teolojisi eğitimi veren bir okulun Devlet üniversitesi veya vakıf üniversite bünyesinde açılmasını sağlamalıdır. Türkiye’deki diğer üniversitelerin sistemine tâbi olan bu okul için hiçbir imtiyaz düzenlemesi yapılmamalıdır.

 

Ne Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde ne BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinde ne de herhangi bir uluslar arası düzenlemede özerk bir okul talebine temel teşkil edecek hiçbir hüküm bulunmamaktadır. Maalesef bu durum gerek iç gerekse dış kamuoyuna yeterince açıklanamamaktadır.

 

II. PATRİKHANENİN EKÜMENİKLİĞİ MESELESİ

 

HRO için dayatılan ayrıcalıklı statü Patrikhanenin ekümeniklik iddiasını güçlendirmek amacıyla yapılmaktadır. Ekümenikliğin dini bir kavramı ifade ettiği ve TC’nin ilgilenmemesi gerektiği ileri sürülmektedir.

 

Bu kavram sadece dini nitelikte ise o zaman TC’den bunun tanınması neden talep edilmektedir? Cevap çok basittir. Ekümenikliğin siyasi ve hukuki sonuçları vardır ve bu sonuçlar TC kabul etmedikçe gerçekleşmeyecektir.

Ekümenikliğin kabulü demek Patriğin TC vatandaşı olma zorunluluğunun ortadan kalkması, Patrikhanede çalışacak yabancı din adamlarının serbestçe Türkiye’ye gelmesi, kalması ve çalışması, Patrikhanenin Türk hukukunun dışına çıkması ve uluslar arası hukuka tâbi olması anlamına gelmektedir [31]. Bütün talepler Türkiye’nin bu şartları yerine getirmesi yönündedir. O zaman Patrikhane uluslar arası kişilik kazanacak, ekonomik güç olacak, ayni ve nakdi bağış kabul edebilecek, gayrımenkul satın alabilecek, yabancılarla sözleşme yapabilecek ve extra territorial statüye kavuşacaktır. Bir başka ifade ile Vatikan benzeri (onun gibi olması teorik olarak mümkün değil, bu nedenle benzeri) uluslar arası bir din kurumu olacak ve Türk hukukunun egemenlik alanından çıkacaktır. Bu durumun Türkiye lehine olmadığı yeni uluslar arası sorunlar çıkaracağı kaçınılmazdır.

 

Osmanlı Devleti kelimelerle uğraşan bir devlet olmadığı için Patriğin ekümenik sıfatını kullanmasına ses çıkarmamıştır. Ancak Osmanlı döneminde Patrikhanenin ekümenik bir yetki kullanması mümkün olmuş mudur? Hayır. Osmanlı’da hiçbir zaman yabancı biri patrik olmamış, yabancı din adamları Patrikhanede çalışmamış ve Patrikhane Osmanlı hukukunun izin vermediği hiçbir yetkiyi kullanmamış, tümüyle Osmanlı’ya tâbi olarak varlığını sürdürmüş ve Osmanlı topraklarında hiçbir zaman ekümenik bir konsil toplayamamıştır.

 

25 Nisan 1862 Osmanlı Rum Patrikliği Nizamnamesi[32] çok açık bir şekilde statüyü belirlemiştir. “Patriğin daire-i ruhaniyesi bilumum memalik-i Osmaniye”dir. Bu hüküm açıkça Patrikhanenin ekümenik olmadığını göstermektedir. Patrikhanenin ruhani yetkisi Osmanlı sınırları dışına çıkmamaktadır.

 

Patrik olacak kişinin babasından beri Osmanlı vatandaşı olması gerekmektedir. Patriği seçecek olanların da Osmanlı vatandaşı olması zorunludur[33]. Dolayısıyla Osmanlı çöküş döneminde bile bir yabancının patrik olmasına, yabancılar tarafından patrik seçilmesine izin vermemiştir.

 

Yine Osmanlı döneminde Patrikhaneye tüzel kişilik verilmemiştir. Azınlıklar ilmi, hayri ve sosyal vakıflar  kurmuşlardır. Bu vakıfların kendi tüzel kişilikleri adına gayrımenkul edinme imkanı 1328 (1912) tarihli “Eşhası Hükmiyenin Emvali Gayrimenkuleye Tasarruflarına Dair Kanun” ile getirilmiştir. Cumhuriyet döneminde de 1935 tarihinde Vakıflar Kanunu çıkarılmış ve azınlık vakıflarının bütün mallarının Vakıflar İdaresine bildirilmesi istenmiştir. 1936 Beyannamesi vakfiyesi olmayan vakıflar için vakfiye hükmünü taşımış ve o tarihten önce tartışmalı olan tüzel kişilikleri hukuken kabul edilmiştir. Türkiye’de 75 adet Rum cemaat vakfı vardır ve bunların tüzel kişiliği bulunmaktadır. Ancak Patrikhanenin tüzel kişiliği yoktur. Bir kuruma tüzel kişilik hangi hukuk düzeni tarafından meydana gelmişse o hukuk sistemince verilir. Dolayısıyla yüzlerce yıl bu topraklarda bulunan Fener Rum Ortodoks Patrikhanesine ne Osmanlı hukuku ne de Türkiye Cumhuriyeti hukuku tüzel kişilik vermiştir. AİHM’in Patrikhaneye tüzel kişilik verme yetkisi yoktur. Uluslar arası hiçbir düzenleme Türkiye’yi bu kuruma tüzel kişilik vermeye zorlayıcı bir hükme sahip değildir. Yüzlerce yıllık kurum 15-20 yıllık politik süreçte kendisine biçilen siyasi rol için uluslar arası bir kişiliğe dönüştürülmeye çalışılmaktadır. Ekümeniklik meselesinin azınlıkların din özgürlüğü ile hiçbir ilgisi bulunmamaktadır. Tamamen siyasi olan bu talebe karşı Türkiye dik durmayı bilmeli ve hukuken haklı olduğu bu meselede geri adım atmamalıdır.

 

Patrikhanenin ekümenik olmadığı Lozan müzakerelerinde varılan sözlü anlaşma ile ortaya konmuş ve bir Türk kurumu olduğu, Türk hukukuna tâbi olacağı hususu sonraki dönem gelişmelerinde açıkça teyit edilmiştir. Laik hukuk düzeninde Türkiye Cumhuriyeti Devleti bütün vatandaşlarının din ve inanç özgürlüğünü garanti altına almıştır.  Bu nedenle patriğin ekümenikliğini kabul etmeyen yada ayinlerde ona gerekli saygıyı göstermeyen Hıristiyan vatandaşlar arasındaki ihtilaflarda taraf olunmayacak, kamu düzeninin bozulmasına izin verilmeyecektir. Bu amaçla Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 13.06.2007[34] tarihinde verdiği ve Patrikhanenin Lozan Antlaşmasına göre ekümenik olmadığı yönündeki karar çok önemlidir. Böylelikle Patrikhaneye tâbi olmayan yada patriğe istenilen seviyede itaati inançlarına aykırı bulan Ortodoks vatandaşların dini inanç ve ibadet özgürlüğü korunacaktır.

 

Patrikhanenin ekümenikliğinin tanınmasının azınlıkların din özgürlüğü ile bir ilgisi yoktur. Bu sıfat patriğin Türkiye dışında yaşayan Ortodokslar üzerindeki yetkisi ile ilgilidir ve uluslar arası hiçbir hüküm Türkiye’yi bu sıfatı tanıma yönünde emredici bir düzenleme getirmemektedir. Türkiye’nin yabancı din adamlarına TC vatandaşlığı vermesi siyasi bir tercihtir ve hukuki  bir yükümlülüğün ifası değildir. Yabancı din adamlarına TC vatandaşlığı vermenin din özgürlüğü ile ilgisi olmadığı hususu da tartışmasızdır.

 

Patrikhanenin ekümenikliğinin Türkiye’nin AB üyeliğini kolaylaştıracağı savı da tümüyle mesnetsiz ve çocukçadır. Patrikhanenin ekümenikliği kabul edilirse yani Patrikhane uluslar arası bir kişilik olarak bağımsız  ve özerk tüzel kişi olursa Türkiye’nin AB üyeliği artık bu kurumu ilgilendirmeyecek , kendisi direkt AB ile muhatap bir kurum haline gelecektir. Türk vatandaşı olmayan patrikler ve din adamlarından çoğunluğu Müslüman olan bir ülkenin siyasi meseleleri konusunda taraf olmasını beklemek sadece saflık değil, aymazlık olacaktır. Laik Türkiye Cumhuriyeti geçmişten kalan bu tarihi ve dini kurumu siyasi yetkilerle donanmış uluslar arası bir kurum yapma ve bu dayatmayı kabullenme konusunda hiçbir uluslar arası yükümlülük üstlenmemektedir. Bütün mesele bu hukuki gerçeği siyasilerin anlaması ve iç ve dış kamuoyunun bilgilenmesidir.

 

——————————————————————————–

· Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Devletler Özel Hukuku Anabilim Dalı Başkanı.

[1] 12.1.1971 tarih, 1969/31 E ve 1971/3 K. sayılı Anayasa Mahkemesi Kararı. (RG. 26.3.1971-13790 ). Karar için bkz. Düstur 5. Tertip, c. 10, 1. Kitap, 1 Kasım 1970-28 Şubat 1971.

[2] Id. s. 1188.

[3] Id. 1188.

[4] Id. 1195.

[5] Emniyet Genel Müdürlüğü Güvenlik Daire Başkanlığı Arşivi Klasör No: 42226-3/3-8/F3’den naklen ÖZYILMAZ, Emre: Heybeliada Ruhban Okulu, Ankara 2000, s. 101.

[6] Id. s. 293-294.

[7] ÖZYILMAZ, s. 107-108. Emniyet Genel Müdürlüğü Güvenlik Daire Başkanlığı Arşivi Klasör No: 42226-1/3-8/G8’den nakledilen gizli Rumca belgenin Türkçe metni için bkz. ÖZYILMAZ, s. 108; Rumca metin için bkz. Id. s. 212 (EK XI).

[8] SOMUNCUOĞLU, Sadi: Patrikhane ve 551 Yıllık Hesap İstanbul’da Yeni Roma İmparatorluğu, Ankara 2004, s. 84; ÖZEL, Sibel: Fener Rum Patrikhanesi ve Ruhban Okulu, İstanbul 2008, s. 126.

[9] ÖZYILMAZ, s. 77.

[10] . ÖZYILMAZ, s. 177, EK VI.

[11] ÖZYILMAZ, s. 36.

[12] ÖZYILMAZ, s. 39.

[13] ÖZEL, s. 130.

[14] Bkz. ÖZEL, s. 132 vd.

[15] ÖZYILMAZ. s. 77-78.

[16] Yönetmelik metni için bkz. ÖZYILMAZ, s. 179 vd, EK VII.

[17] Ömer Sami COŞAR: Patrikhane Dosyası HÜRRİYET 18 Ağustos 1976.

[18] Id.

[19] ÖZYILMAZ, s. 88 dn. 69.

[20] ÖZYILMAZ, s.139-139.

[21] Karar örnegi için bkz. ÖZYILMAZ, s. 213, EK XII.

[22] Prof. Dr. BEYAZ’ın mektubunun tam metni için bkz. ÖZYILMAZ, s. 214, EK XIII.

[23] Azınlık vakıflarının tam listesi için bkz. Cemaat Vakıflarının Taşınmaz Mal Edinmeleri, Bunlar Üzerinde Tasarrufta Bulunmaları ve Tasarrufları Altında Bulunan Taşınmaz Malların Bu Vakıflar Adına Tescil Edilmesi Hakkında Yönetmelik RG. 24.01.2003-25003.

[24] Freedom of Religion and other human rights for non-Muslim minorities in Turkey and for the Muslim minority in Thrace (Eastern Greece) 24 March 2009. http://assembly.coe.int/ASP/APFeaturesManager/default/ArtSiteView.asp?ID=843 (07.01.2010) Raportör Michel Hunault tarafından hazırlanan 21 Nisan 2009 tarihli raporda her iki ülkeden talep edilen hususlar ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Bkz. Freedom of Religion and other human rights for non-Muslim minorities in Turkey and for the Muslim minority in Thrace (Eastern Greece) 21 April 2009 http://assembly.coe.int/Main.asp?link=/Documents/WorkingDocs/Doc09/EDOC11860.htm (07.10.2010).

[25] RG. 6.3.1340-63.

[26] RG. 24.6.1973-14574.

[27] RG. 6.11.1981-17506.

[28] RG. 14.02.2007-26437.

[29] Kanunun 5 (a) (1) maddesine göre yalnız yabancı öğrencilerin devam edebileceği yüksek öğretim dışındaki milletlerarası öğretim kurumu  yabancı uyruklu gerçek ve tüzel kişiler tarafından, doğrudan veya Türk vatandaşlarıyla ortaklık yoluyla, 4875 sayılı Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu çerçevesinde Bakanlar Kurulunun izni ile açılabilir. Türk vatandaşları, özel hukuk  tüzel kişileri ve özel hukuk hükümlerine göre yönetilen tüzel kişiler  de kendi adlarına aynı amaçla milletlerarası mahiyette öğretim kurumu açabilirler.

[30] Karar, pr. 19.12.

[31] Ayrınt ılı bilgi için bkz. ÖZEL, s. 13 vd.

[32] Düstur I. Tertip, c. II, s. 902-937.

[33] ÖZEL, s. 66; OSMANAĞAOĞLU, Cihan: 1862 Rum Patrikliği Nizamatı Çerçevesinde Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi, İstanbul 2010, s. 236.

[34] Yargıtay 4. CD. 13.06.2007 T, E. 2005/10694, K. 2007/5603 İstanbul Barosu Dergisi c. 81, S. 6, Yıl: 2007, s. 2848 vd
 
 

Yazar

Milli Düşünce Merkezi

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar