Yükleniyor...
Ramazan ayına girdik. Hepimizin; kendisi ile hesaplaşması, özeleştiri yapması, kendisini sorgulaması, değerlendirmesi gerekiyor. Ramazan, bu muhasebenin yapılacağı en önemli aydır. Dolayısıyla kendimizi sigaya çekmeliyiz. Bu vesileyle hem dünya hem ahiret hayatımızı, hem maddî hem manevî dünyamızı gözden geçirmeliyiz. Kendi hayatımdan birkaç örnek verdikten sonra kısaca görüşlerimi açıklayacağım.
* 15 Mart 2019 Cuma günü sabah bir düş (rüya) görmüştüm. Bu düş beni çok etkiledi. Aslında bunu daha önce yazmayı düşündüm, ama “doğru mu yanlış mı olacağı” hususunda tereddüt ettiğimden vazgeçmiştim. Rüyamda; sağ tarafında evler, sol tarafında ise boş alan bulunan bir sokakta yürüyordum. Bir ara kafamı kaldırıp göğe doğru baktım: Gökyüzü masmavi idi. Ancak, yuvarlak bir taş (alev topu) arkasında alevler saçarak bana doğru geliyordu. Olduğum yerde kalakaldım, hiç bir yere kaçamadım. Kendi kendime: “Her halde vadem yetti, ölüm saatim geldi. Bu taşla Allah benim canımı alacak, öleceğim” diye düşünürken; bu korkuyla rüyamda “Allahü Ekber, Allahü Ekber, Allahü Ekber” diye peş peşe söylemeye başladım. “Tekbir”leri, içimden değil de yüksek sesle bağırdığımdan olacak kendi sesime uyandım. Uyanmama rağmen “Allahü Ekber, Allahü Ekber, Allahü Ekber” diye bağırmaya devam ediyordum. Sonra yatakta olduğumu fark ettim, duruldum. Çok heyecanlanmış ve korkmuştum.
Rüyanın şokunu atlatmak için uzun süre yatakta kaldım. Kendimi toparladım ve “bu düş ne anlama geliyor acaba” diye düşünmeye başladım. Hatta evdeki “Rüya Tabirleri” kitabına baktım, tatmin edici bir şey bulamadım. Sonra, “herhalde bugün çok önemli bir haber alacağım” dedim. Cuma namazına gidip geldikten sonra televizyonu açtım ve “Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde cuma namazı sırasında iki camiye terör saldırısı düzenlendiği, saldırılarda 49 kişinin öldüğü ve 20’si ağır olmak üzere 48 kişinin yaralandığı” haberini duydum. “Eee, ne var bunda diyeceksiniz” biliyorum. İlginç olan şu: Saldırı haberinin Haber Kanallarına düşmeye başladığı saatlerde (ilk haberler 06.04’de başlamış) “benim bu rüyayı görüyor” olmamdı!..
* Ankara Başkent Lisesi’ni bitirdim, ama üniversite için yeterli puan alamamıştım. (Eskiden üniversitelerin ilgili alanlarına önce ön kayıt yaptırılır, puan sırası gelen kesin kayıt olurdu.) Puanım yetersiz olduğundan -ön kayıt olsam da- hiçbir üniversiteye kesin kayıt yaptıramadım. Bu arada Elbistan’a dönmüş, marangoz olan babamla çalışmaya başlamıştım. Ancak babam son yıllarda rahatsızlanmış ve pek çalışamaz olmuştu. Boş durmamak için çeşitli işlerde çalışıyordum. Bir ara dört ay simitçi dükkanında çalıştım. Kasada duruyor; hem dükkândan simit satışı yapıyor, hem de cadde ve sokaklarda simit satan seyyar satıcılara toptan simit verip akşam parasını alıyordum. Simitçi dükkanında dört ay çalıştım.
Üniversite sınavı için 1973 yılında tekrar Ankara’ya gittim: Sınava katıldım ama puanım düşüktü. Bu arada Milli Eğitim Bakanlığı’nın açmış olduğu memur sınavına (zannediyorum 1974 Şubat veya Mart ayında) katılmıştım. Sınav sonuçları Mayıs ayında açıklanmış ve kazanmıştım. (O yıllarda kurumlar personel sınavlarını kendileri yapıyorlardı.) Atanmam için sıramı bekliyordum. Boş kalmamak için Elbistan’da bir eczanede çalışmaya başladım. Ancak, simitçi dükkanındaki zevki alamıyordum. Ortam daha iyi olmasına rağmen sıkılıyordum. Böyle çok sıkıldığım ve üzüldüğüm bir gece rüya gördüm. Rüyamda karanlık bir tünelde yürüyordum. İçim sıkılıyor, tünelden nasıl çıkacağımı düşünüyordum. Biraz daha yürüyünce tünelin ucunu gördüm: Işık geliyordu, “kurtuldum” diye sevindim. O an uyandım, huzur içindeydim. Ve kendi kendime “herhalde eczanedeki işim bitiyor” dedim. Eczanede bir aydır çalışıyordum.
Ağustos sonuydu MEB’den göreve davet yazısı geldi: Sevinçliydim. Eylül ayının başında Ankara’ya gittim ve 6 Eylül 1974 tarihinde lise mezunu memur olarak göreve başladım. O yıllarda CHP-MSP koalisyonu iktidardaydı: Başbakan Bülent Ecevit, Milli Eğitim Bakanı Mustafa Üstündağ’dı. (Üniversiteyi nasıl okuduğumu sorarsanız: Bu da ayrı bir şans diyelim. Yine aynı yıl bir af çıkmıştı. Kanunla bir önceki yıl üniversite sınav sonucu ile kayıt hakkı verilmişti. Puanım AİTİA “İşletme – Muhasebe Bölümü”ne kayıt olmaya yetmişti. Memur olduğum için akşam bölümüne girdim. 1974 yılında Ecevit İktidarı’nın bana iki katkısı oldu: Hem memur oldum hem de üniversiteye kaydoldum.)
* Benim için bakanlığın en önemli hatırası; değerli varlığım, sevgili eşimle tanıştırılmamdır. 12 Şubat 1977’de nişanımız, 28 Kasım 1977’de de Gençlik Parkı Nikah Salonu’nda nikahımız oldu. Evlilikten yana da şansım çok iyi gitti. Tanrı, herkesin gönlüne göre versin.
* Memleketime gitme, yani “sılayı rahim” yapma planımı, 25 Nisan’da başlayan yolculukla gerçekleştirdim. Önce iki günlük Kahramanmaraş ve ardından yedi günlük Elbistan ziyaretimi yaptım. Yakın akrabaları, eşi, dostu, arkadaşları ziyaret ettim. Hem onları sevindirdim hem de kendim sevindim. Ayrıca babamın, annemin, kız kardeşimin ve yakınlarımın mezarlarına uğradım, dua ettim. Vefat eden çocukluk arkadaşlarım Fethi Yıldız, Tuncay Terzi, Nahit Salt’la birlikte gezdiğimiz, oynadığımız sokaklarda hatıralarımı tekrar yaşadım: Duygulu anlarım oldu. Evimizin bulunduğu, doğup büyüdüğüm “Yeniçeriler Sokağı”na uğradım. Eski kerpiç evler hep yıkılmış, evlerin bazıları betondan yeniden yapılmış, ama sokak harabeydi.
Bu seyahatle moral buldum, motivasyon kazandım. Ramazan’dan bir gün önce Ankara’ya döndüm. Sabah, evde bulunan Diyanet Takvimi yapraklarını eşimin koparmadığını gördüm. Kopardım ve önlü-arkalı okumaya başladım: İlk yaprak, yola çıktığım günün yaprağıydı, yani 25 Nisan’ın… Okumak için arkasını çevirdim ve şaşırdım: “Sıla-i Rahim” hakkında bilgi veriliyordu. Hayretler içinde kaldım. Bu kadar tesadüf olamazdı. “Tevafuk” dedikleri bu olsa gerek!..
Takvim yaprağındaki yazıda: “Demek siz (İslâm’dan) yüz çevirip de yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabalık ilişkilerini koparacaksınız öyle mi? İşte Allah’ın lanetlediği, kulaklarını sağır ve gözlerini kör ettiği kimseler bunlardır. Bunlar Kur’an’ı hiç düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var? (Muhammed, 47/22-24)
Akrabalık ilişkisi konusu ‘Sılayı-rahim’ kavramıyla ifade edilmiştir. ‘Rahim’ ile ana rahmi; ‘sıla’ ile de bağ kastedilir. ‘Akrabalar arası ilişki’ denilen bağ, rahimler vasıtasıyla ortaya çıkar. Rahim ile cenin arasında nasıl ‘kordon’ diye bilinen maddi bir bağ var ise akrabalar arasında da manevi bir bağ söz konusudur. Cenin için kordon bağı ne kadar önemli ise Müslüman birey için sıla-yı rahim de o derece önem taşır. Bu sebepledir ki Yüce Rabbimiz birçok ayette akrabaya hakkını vermeyi, yardım ve iyilik etmeyi emretmekte (Nahl, 16/90; İsra, 17/26; Rum, 30/38), akrabalık haklarına riayetsizlikten sakındırmakta ve akrabalık bağlarını koparmanın fitne ve fesat ile ilişkisinden söz etmektedir. (Bakara, 2/27; Nisa, 4/1; Muhammed, 47/22)”
* Geçenlerde, 1972 yılında lise son sınıfta iken arkadaşlarımın hediyesi “Şiir Defteri”me baktım. Arkadaşlarım yazmadan önce ilk sayfaya ben de bir şeyler karalamışım. Yazımın bir yerinde; “En büyük emelim, sevilen bir insan olmaktır” yazmışım. Sevilen insan nasıl olunur? Ölçütleri nelerdir? Aslında Kur’an-ı Kerim’de bu ölçütler var. Şu anda 66 yaşındayım. Sevilen bir insan olabildim mi? Takdiri beni tanıyanlara bırakıyorum.
Bu yazımda iki rüyamdan ve yaşadığım tesadüflerden bahsettim. Sizleri bilmem: Bazen karşılaştığım tesadüfler, gördüğüm düşler beni etkiler. İnancımıza göre “rüya ile amel olmaz” ama, bazı düşlerimi kendim yorumlar, sonuçlar çıkarırım. Lütfen yazdıklarımdan farklı anlamlar çıkarmayalım. Kendime bir “keramet” de yüklemiyorum. Sadece bir tespit yapmaya çalıştım. Bazen kendi iradenizle ve bilerek işlerinizi yola koyarsınız; bazen de -farkında olmazsınız ama- işleriniz kendiliğinden yola girer. Hani işleri rast gidenler için kullanılan halk arasında bir söz vardır ya: “Anası Kadir Gecesi doğurmuş” diye… Anamın “Kadir gecesi” doğurmadığını biliyorum. O halde “Abdala malûm olurmuş” diyelim. Veya siz nasıl anlamlandırırsanız!..
Sizlerin de hayatında dönüm noktaları olmuştur: Rüyalar görmüş, tesadüfler yaşamışsınızdır. Bu anlattıklarımı “neye yoralım” derseniz. Bazen, herkes gibi “Tanrı’nın sevgili kulu muyum acaba?” diye sorarım: Allah bilir. Ama “şanslı bir kulu olduğumu” düşünürüm. Çünkü dara düştüğüm zaman, mutlaka bir çıkış yolu açılmaktadır!.. Hani, “Kul sıkışmayınca Hızır yetişmezmiş” misali!..