Yükleniyor...
Doksan kişiydik biz o gün
Aç, susuz, uykusuz
Nasır tutmuş ayaklarla
Yürüyorduk kaygusuz
Sis, çamur, kanla, terle
Üzerindeydik bulutların
Ayrım Hanke Yaylasında
Yeşerirken umutlarım
Soğuk namlular elimizde
Yürüyorken dağlara
Şehitlerden selam geldi
Savaşan tüm sağlara
Uzaklarım yakınlaştı
İnancımla, davamla
Uyan Hanke geliyorum
Heybetimle, havamla
1992
AYDOĞAN AYDIN
Topçu Üsteğmen
Şehit Tümgeneral Aydoğan Aydın’ın ve tüm şehitlerimizin selamını getirdim size. Kırgınlardı, “Unutulduk.” dediler. Bu satırlar hatırlatır belki.
Terörün; sadece yaşayanların bildiği ama yeterince anlatamadığı, bu yüzden de terörün nefesini ensesinde hissetmeyenin bir türlü terör mağduruyla empati kuramadığı çirkin yüzünü göstermenin vakti geldi.
Dikkat! Bu yazı korku ve şiddet unsuru içermektedir. Korkak ve yufka yürekli iseniz okumayınız çünkü size, sizin için ölmeye gidenleri anlatacağım. Bir de cephenin gerisindeki savaşı…
Siz şehit haberini ancak şehit tabuttayken, gaziler hastanedeyken görürsünüz. Aziz şehitlerimizin anısını kirletmek istemiyorum ama onların uğradığı vahşeti duyun istiyorum artık.
Şehit öğretmen Necmettin Yılmaz’ın şehit olmadan önce işkence gördüğü belirlenmişti.
Hani mayın patlar, bomba patlar öyle şehit olur ya o temiz yüzlü insanlar, size öyle söylenir. Parçasının bulunmadığını söylemezler mesela. O tabutların içinin çoğunlukla boş olduğunu anlatmazlar. Parçası bulunanların kefen içinde sabit durması için sunta koyduklarını, parçalarını bir suntaya bağladıklarını da söylemezler. O parçaların kimi zaman siyah çöp torbalarında taşındığını söylemeye ise kimsenin dili varmaz. Vücut bütünlüğü bulunsa da yüzünden yediği şarapnelin yüzünü tanınmayacak hâle getirdiğini; ailelerin eşlerini, çocuklarını, kardeşlerini, anne/babalarını son bir kez göremediklerini, “Bu hâliyle hatırlamayın.” deyip kefenlerinden yüzlerini göstermediklerini bilin. Bir şehit askerimizin otopsisini buyurun, kıymetli Hoca’m Dr. Cüneyt Sert’in İşin İç Yüzü adlı yazısından okuyun.
Mesela terörün yoğun olduğu bölgelerde, lojmanlarda kalan asker/polis ailelerinin baskın ihtimaline karşı penceresiz tek yer olan banyoda, küvetin içine yorgan koyup çoluk çocuk uyumaya çalıştıklarını öğrenin. Bir asker çocuğunun, yine annesi/babası şehit olan başka bir çocuğu cenazede teselli etmeye çalıştığını görün. Haberler vermez ama siz yine de görün. Ailesiyle şehir dışına giden birçok askerin yol kesen teröristler tarafından ailesi önünde katledildiğini hatırlayın. Pazarda, hamile eşiyle alışveriş yapan askerin arkasından kalleşçe vurulduğunu ve can verdiğini bilin. Yeni evli bir asker ve eşinin piknik yaptığı bölgeyi basan hainlerin kadına eşinin gözleri önünde tecavüz ettiğini ve sonra ikisini de paramparça ettiklerini de öğrenin.
Dahası da var. Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türk Polis Teşkilatı başta olmak üzere ülkenin her yerine sızan hainler ve bu kurumların şerefli üniformalarını giymeye layık olmayanların yaptıkları, terörle mücadelede bir darbe daha oldu senelerce. Yine anlatabileceğim birçok örnek olsa da Türkiye Cumhuriyeti’nin teminatı olan bu kurumların art niyetli kişilerce kara propagandaya maruz kalmamaları için ayrıntı vermemeyi daha uygun buluyorum. Ancak halihazırda görevine devam edenlere ve görevini layıkıyla yapıp emekli olanlara, meslektaşı görünümünde olan hainlerin neler yaptıklarını, nasıl sırtlarından vurduklarını sorun. Duyacaklarınız, hayalinizde bile tasavvur edebileceklerinizden çok daha beter olacak, eminim. Mesela çatışmanın en yoğun anında, arkadan yoğun kurşun ve patlama sesleri duyulsa akla gelen dost ateşidir değil mi? Buyurun size emekli özel harekatçı polisimizin anlattıkları bir örnek (4-8. dakikalar arası) olsun. Videoyu seyretmişseniz, kendilerinin orada olduğunu bilmesine rağmen ateş emrini verenin hain olduğunun ortaya çıktığını da duymuş olmalısınız.
Dost ateşi altında kalmak yeni bir durum değil. Özellikle meskûn mahalde çıkan çatışmalar sırasında daha sık yaşanabilir. Çoğunlukla yanlışlıkla olsa da kimi zaman düşman içine sızmış kahramanlar, silah arkadaşlarını kurtarabilmek için risk almadan saldırıyormuş görüntüsü vermeye çalışabilir. Ama asıl beklenmeyeni dost ateşi kılıfına sokulmuş ihanetlerdir. Bu kalleşlikleri yapanlar şerefli Türk ordusunun ve polis teşkilatının görüntüde birer mensubu olsa da ruhen Türk değiller, olamazlar. Her Türk doğan, aynı şeref ve faziletle yaşamıyor neticede.
Bütün bu kalleşliği bilip bir şey yapamamak. Şehit ve gazi olan silah arkadaşlarının hakkını arayamamak, anısını kirletenlerden hesap soramamak. Bildiniz mi o insanları, delidirler biraz hani. Gece boyu evde dört dönerler, uyuyamazlar. O çatışmaların, ölen arkadaşlarının, feryat eden ailelerin sesleri çıkmaz kulaklarından. Rüyalarında hep kavga ederler görünmez bir düşmanla. O insanlardan hele, hep bihaber bu ülke. Ajitasyon yapmadıkları için kalanlar, gerçekler hep eksik kalır canım ülkemde.
Kaçının ne ağır ilaçlar kullanarak toparlanmaya çalıştığını biliyor muyuz mesela? Devletin bu insanların ruh sağlığını ne kadar düşündüğünü? Boşuna mı cinnet getiriyor o kadar asker/polis? Büyük çoğunluğunun psikolojik desteğe ihtiyacı oluyor ancak çalıştıkları kurumlar bunu zorunlu tutmuyor, kendi inisiyatiflerine bırakıyor. Terör mağduru sivillere ise böyle bir uygulama hiç yok. O insanlar da tamamen kendi hâllerine terkediliyor.
Operasyondan dönen bir asker veya polis nasıl görünür peki? Ben anlatayım birini. Babam aylarca kendisinden haber alamadığımız bir operasyondan dönmüştü. Belki bir ayı geçmiş vücuduna temiz su değmeyeli. Saç sakal birbirine karışmış. Başta kokusundan yaklaşıp da sarılamadık. Üniformasını üç kere yıkadık da yine çıkmadı o koku. Ama umurumuzda da değildi. Bir yarası yoktu, kanlı canlı gelmişti eve. Ama gelen babamın suretinde başka biriydi sanki. Sayısız görev ve operasyonla geçen beş yılın sonunda Diyarbakır’dan Ankara’ya geldik ve yıllar sonra, tam emekliliğine 6 ay kala Şırnak’a tayini çıktı. Bilin bakalım kimlerin işiydi? Hani 15 Temmuz’un altında imzası olan hainler var ya, işte onlar vatanperver, milliyetçi askerleri yıldırmak için tekrar tekrar çatışma bölgesine gönderiyorlardı o dönem. Akıllarınca çoktan gözden çıkardıkları o topraklara göndererek cezalandırıyorlardı. Anlayamadıkları bir şey vardı: Vatanperver asker, polis, öğretmen, doktor… için müdafaa edilen satıh bütün vatandı. Ancak üzerinde yaşayanlar, onlar için can verenleri unutur olmuştu. Babam gidip vatanı savunacaktı, hep yaptığı gibi. Ama şanlı Türk askeri olarak gidip, kelle olarak dönmesini istemiyorduk. Babamı istifa etmesi için ikna ettik. Ancak iki çocuk okutup tek maaşla ev geçindiren devresinin gitmekten başka şansı yoktu ve bayrağa sarılı tabutu gelmişti.
ODTÜ Devrim Stadyumu
Peki tayinlerle, baba yolu gözlemekle, ölümle kol kola geçen çocukluğun ardından benim gözlerim ne gördü dersiniz? Üniversitenin ilk yılı, ODTÜ’de mühendislik okuyorum. Çözüm süreci safsatası almış başını gitmiş. Dersten sonra fizik bölümünün ana kapısından çıktım. Fizik çimlerinde (öğrencilerin çimlerde oturup sohbet ettiği, toplulukların tanıtım standı açtığı bir yer) gördüğüm manzarayla donakaldım. Kocaman bir pankart: “biji kürdistan” ve halay çeken sıfatsızlar. Etrafıma bakıyorum, kimseden tepki yok. Gidip dalsam aralarına kaçının hakkından gelirim? Beni görüp peşimden gelen çıkar mı? Bir de sonrası var bu işin. Açılım, çözüm süreci, davulla karşılanan teröristler… Benim okuma hakkımı elimden alırlar ama onlara bir şey yapmazlar. Yıllarca güç bela okuyup girdiğim okuldan bir kalemde atıverirler. Bunları düşündükçe hesap gününün o gün olmadığını telkin etmeye başladım kendime. Bugün değil ama bir gün…
Bize katil de dendi, kelle de. Biz vatan için yani sizin için canını ortaya koyanlarız. Sanmayın ki azız. Ama çabuk unutulanlarız. Unutma canım milletim. Uyuma canım milletim. Onlar hatırladıkça yaşar.
İnançlarıyla, davalarıyla uzakları yakın eden aziz şehitlerimize ve gazilerimize selam olsun. Hakkınız elbet aranacak.
Belki bugün değil ama elbet bir gün…
Uyan Hanke, geliyorum
Heybetimle, havamla…
Ablam Şehit PÖH Demet Sezen’in anısına. İzindeyim.