Türkiye’de mühendis olmak

“Türk mühendislerinin alnında Cumhuriyet'in istikbalini aydınlatan ışık parıldar.” – K. Atatürk


Paylaşın:

Mühendis, asıl işi problem çözmek olan kişidir. Toplumun ihtiyaçlarına ve sorunlarına aldığı eğitimle cevap vermeye çalışır. En azından olması gereken budur. Peki Türkiye’de mühendislik gerçekten bu mudur?

Hâlihazırda diplomalı işsiz sayısı almış başını gitmişken salgının da etkisiyle bu sayı içler acısı hâle geldi. Mühendisler de bundan nasibini aldı. Tüm suçu salgına yıkmadan önce istihdam/mezun oranına dikkat edilmeden mantar gibi üniversite açmanın etkisini de göz önünde bulundurmak gerekir.

Eğitim ve iş bulma süreci başka bir yazının konusu olsun. Bu yazımızda mühendisin iş hayatında karşılaştığı sorunlardan bahsedelim. Mühendisin çalışma ortamını sanayiden ayrı düşünemeyiz. Dolayısıyla sanayinin durumuna da değinmek gerekecek.

Acı gerçek işte öğrenilir

Kendisine hedefler koymuş olan her mühendis, yaptığı çoğu işin mühendislikten çok uzak olduğunu görür. İşte bu kocaman bir hayal kırıklığıdır.

Öncelikle yeni mezun bir mühendis güç bela iş bulduktan sonra ne gibi dönemlerden geçiyor, göz atalım. Yeni mezun olmuş ve ilk defa bir iş yeri ortamıyla karşılaşan mühendisin tosladığı ilk duvar artık her şeyi kendi başına öğrenmek ve yapmak zorunda olduğudur. Hele ki iş arkadaşları pek de yardımsever insanlar değilse bunu daha çok hissedecektir. Eğer araştırmayı seviyorsa ve kendi başına öğrenmeyi huy edindiyse bu zorluğu göğüsleyebilir.

Karşısına dikilen ikinci duvar ise aldığı eğitimin asla yetmeyeceği gerçeğidir. İş, işte öğrenilir. Okullar mesleğe dair temel bilgileri öğretir, her iş sahasının inceliklerini içeren dersler elbette veremez. Ama en iyi diye nitelendirilen okullar dahi çağın gerektirdiklerini veremeyecek durumda iken, alınan eğitimin yetersizliği iş hayatında kendini apaçık gösterir. Dahası, eğer taze mühendis iş hayatına kaptırır da kendini geliştirmek için çaba göstermezse aldığı eğitim de yavaş yavaş erimeye başlar.

Ancak biraz daha tecrübe kazandıkça öyle bir gerçekle yüzleşir ki, ki âdeta feleğin tokadını yer. Daha önce tecrübe edindiği acı gerçekler yediği bu tokat karşısında fiske gibi kalır. Mesleğini istemeyerek tercih etse de eğitim hayatında az çok çalışmak istediği alanları belirlemiş ve kendisine küçük/büyük hedefler koymuş olan her mühendis iş hayatında mühendislik yapamadığını, yaptığı çoğu işin mühendislikten çok uzak olduğunu görür. İşte bu kocaman bir hayal kırıklığıdır. Bu durumun en büyük sebebi, genç mühendislerin fazla idealist oluşu değil, çoğu iş yerinin kendini geliştirmeye, çıkardığı ürünü iyileştirmeye veya alanında öncülük edecek ürünler ortaya koymaya kaynak ve zaman ayırmak istememesidir. Çünkü eldeki ürün, para kazandırıyor ve çarkları döndürüyorsa yeterli görülür.

Z kuşağının ikilemi

Sabırsızlık ve statükoculuk ülkenin beyin takımında erozyonun başlıca sebebi oluyor.

Meslek hayatına yeni yeni başlayan Z kuşağı, gözlemlediğim kadarıyla, bunu kırmaya istekli. Ancak karşısına iki engel çıkıyor. İlki değişmeye değil “statüko”ya alışmış olan eski nesil, diğeri ise kuşağın özelliği olan sebatkâr olmaması. Eski nesil, Z kuşağı için aslında pek de yaşlı sayılmaz. Kendisinden 5-10 yaş büyük mühendislerin bile değişime direndiğini görebilir. Ancak, özellikle sanayi için, başarı değişime ayak uydurabilmekten, hatta değişimi yönlendirebilmek ve yönetebilmekten geçer.

Z kuşağı hayatın çok daha hızlı aktığı bir dönemde büyüdüğü için değişimi yakalamakta zorluk çekmiyor. Ancak değişimi yakalamak demek her esen yelin peşine takılmak demek de değildir. Eski neslin başardığı ise fırtınalarda dimdik ayakta durmaktır. En sert fırtınalarda yıkılmadan durmayı ve doğru rüzgârla ilerlemeyi bilen mühendislerle, şirketler ve hatta devletler başarıya ulaşır. Eski nesil değişime direnç gösterdikçe yeni nesil de sabırsızlık edip değişime açık yerlere gitmekte buluyor çareyi. Bu yerler de genellikle yurtdışı olarak görülünce nur topu gibi bir sorununuz oluyor: beyin göçü. Sabırsızlık ve statükoculuk ülkenin beyin takımında erozyonun başlıca sebebi oluyor.

Ya eski nesil mühendisler?

Tecrübeli mühendisi, sırf kıdemi geldi diye yönetici yapmak bu insanın teknik tecrübelerinden faydalanamamak demektir.

Peki, mesleğine yıllarını vermiş, alanında başarılı mühendisler ne gibi sorunlarla karşılaşıyorlar? Aslında tüm sorunların kök sebebi diyebileceğimiz tek bir meseleyle karşılaşıyorlar: kaynak yönetememe. Ülkemiz kaynak yönetiminde sınava girse sınıfta kalır. Kaynak yönetimi, para yönetmek zannedildiği sürece de sınıfta kalmaya devam eder. Hoş, para yönetme konusunda da sınıfı geçemez ya.

Kaynak, hedefe varmak için gereken her türlü insan gücü, enerji, araç-gereç, finansal kaynak, malzeme vs. olarak tanımlanabilir. Ancak ülkemizde para her kapının anahtarı olarak görüldüğü için bu kaynaklar elde edildikten sonra nasıl yönetileceği üzerine fazla düşünülmez. Hâlbuki, özellikle bir ülkenin en büyük zenginliği insandır ve yetiştirmek için bin bir emek harcayıp kaynak ayırdığı insanlardan nasıl faydalanması gerektiğini bilmediği için bu insanları kaybeder. Bu, ülkenin genel gerçeği. Özel sektörden kamu kurumlarına kadar her alanda da aynı durum söz konusu.

Mühendislerde bu, özellikle belli seneyi dolduran mühendisi “yönetici” yapmakla oluyor. Birincisi bu kadar yöneticiye ihtiyaç duyulmayan yerde neden bu kadar çok “yönetici” var? Cevap basit: kariyer planlaması olmadığı için. Bizim kariyer hedeflerimiz hangi sokaktan geçerse geçsin hep yöneticiliğe çıkar. Bu tam bir aptallıktır, en çok da kurumların ve özel sektörün aptallığı. Tecrübeli mühendis ihtiyacı olmamasına rağmen, sırf kıdemi geldi diye yönetici yapmak bu insanın teknik tecrübelerinden faydalanamamak demektir.

Kiminin yere göğe sığdıramadığı, kiminin de yerin dibine soktuğu Batı’nın uygulaması nasıl derseniz tecrübeli mühendisleri yönetici yapmaya sıcak bakmadıklarını söyleyebilirim. Türkiye’de bir kariyer sitesiyle Avrupa genelinde iş ilanı veren bir siteyi kıyasladığımda bu sonucu daha açık görebildim. Türkiye’de mühendis kökenli yönetici ilanı sayısı 10 iken, tüm Avrupa’dan verilen aynı nitelikli ilan sayısı 3’tü. Keza, tanıştığım bir Alman mühendis de Avrupa’da bu tutumun bulunduğunu teyit etti. 70-80 yaşlarında olduğu için yönetici olduğunu düşünmüştüm. Sahada aktif görev yaptığını söyleyince şaşırdım. Sebebini tecrübelerini genç arkadaşlarına aktarmak istemesi olarak açıkladı. Yanında yine kendi yetiştirdiği mühendislerden biri vardı. O da mesleğinin 20. yılındaydı. Kaç nesil mühendis yetiştirdiğini varın siz hesap edin.

Ucuz etin yahnisi

İkincisi ise özel sektörün ucuz işçilik tercih etmesi. Ucuz işçilik bu durumda az deneyimli veya deneyimsiz mühendis oluyor. Evet, belki bir tecrübeli mühendis yerine 2-3 yeni mühendis çalıştırırsınız. Ama yapılan işin katma değeri de o oranda düşer. Yeni mühendisleri, tecrübelilerin yanında yetiştiren şirket ve kurumlar bilgiyi geleceğe aktararak kurum hafızası oluşturur. Kurum hafızası demek yapılan işin bir müddet sonra insanlardan bağımsızlaşması, yeni başlayan çalışanların işi daha hızlı öğrenmesi, tecrübelilerin deneyimlerini daha kolay ve kalıcı şekilde aktarabilmesi ve bu sayede iş hacminin ivmeli artması demektir. Köklü kurum ve kuruluşlara baktığınızda tecrübeye yani bilgiye yatırım yaptıklarını göreceksiniz.

Umuyorum ki, her alanda olduğu gibi, mühendislerin de diplomalı işsiz değil, toplumun sorunlarını bilgi ve becerisiyle çözmeye çalışan saygın birer mühendis olarak toplumun bir parçası olduğu günlere tekrar döneriz.

“Türk mühendislerinin alnında Cumhuriyet’in istikbalini aydınlatan ışık parıldar.” – K. Atatürk

Yazar

Ülker İmge Koca

1 Yorum

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar