İonna Küçüradi ve Otfried Höffe ile Kant

Kant, ahlâk metafiziği ve özgürlüğü ele alırken, insan eylemlerinin özgürlüğünden ziyade, bu eylemleri yönlendiren iradenin özgürlüğüne odaklanır. Burada kritik olan, ne yapılması gerektiği değil, eylemin arkasındaki niyetin, yani neyin istenmesi gerektiğinin vurgulanmasıdır.


Paylaşın:

28 Eylül 2024 Cumartesi günü Ankara Goethe Enstitüsü’nde gerçekleştirilen “Kant’ın Pratik Felsefesinin Güncelliği ve Sorunları Konferansı”nda öne çıkan iki isim Prof. Dr. İonna Kuçuradi ve Otfried Höffe oldu.

Kant’ın “Neyi ummaya izinliyim?” sorusu, bireyin varoluşu ve geleceği üzerine derin bir öz değerlendirme yapma çağrısı olarak değerlendirilebilir. Kant, insanın özgür iradesi ile ahlaki sorumlulukları arasındaki ilişkiyi sorgularken, bireyin kendi mutluluğu ile toplumun genel iyiliği üzerindeki etkisini de düşünmeye teşvik eder. Bu soru, günümüzde bireysel ve toplumsal düzeyde karşılaştığımız karmaşık sorunlar ve krizler bağlamında son derece önemlidir.

Otfried Höffe’nin Kant’ın bu sorusuna yaklaşımı, ahlâki yükümlülüklerimizi yerine getirdikten sonra umut etme hakkımızın bulunduğu fikrini pekiştiriyor. Höffe, Kant’ın ahlâk yasasını, bireyin kendi iradesiyle ve pratik aklıyla hareket etmesi gerektiğini savunan bir sistem olarak yorumlamaktadır. Bu durum, özellikle pandemi gibi küresel bir kriz döneminde, devletin emir ve yasaklarına karşı bireysel özerkliğin ve sorumluluğun önemini vurgulamaktadır.

Kant’ın ahlak yasası, bireyin eylemlerinin etik değerini belirleyen bir rehber işlevi görür. Bu yasa, bireyin iradesini genel yasalar olarak kabul edilebilecek ilkelerle yönlendirmesini gerektirir. Bu ilkeler, bireyin yalnızca kendi mutluluğunu değil, aynı zamanda toplumun genel iyiliğini de gözetmesini sağlar. Kant’ın bu yaklaşımı, günümüzde küresel ısınma, ekonomik eşitsizlikler ve politik kutuplaşma gibi karmaşık sorunlarla karşılaştığımız bir dönemde, bireyin toplum içindeki rolünü yeniden değerlendirmemizi sağlar.

Kant’ın pratik felsefesi, bireyin toplumsal sorumluluklarını ve toplumun birey üzerindeki etkilerini anlamamıza olanak tanıyan bir çerçeve sunmaktadır. Bu çerçeve, bireyin eylemlerinin sonuçlarını değerlendirirken ahlaki ilkeleri dikkate almasını zorunlu kılar. Böylece, bireyin kendi mutluluğunu ararken toplumun genel iyiliğini de gözetmesi beklenir. Bu durum, özellikle demokratik toplumlarda, bireyin özgür iradesini kullanma hakkına sahip olmasının yanı sıra, toplumun genel iyiliğine katkıda bulunma sorumluluğunu da beraberinde getirir.

Kant’ın ahlâk yasası, bireyin içsel dünyasında anlam arayışını destekler. Bu süreç, bireyin varoluşunu ve toplum içindeki rolünü anlamlandırmasına yardımcı olur. Kant’ın sorusu, bireyin hayatını ve toplumun geleceğini nasıl şekillendirebileceği üzerine düşünmesini teşvik eder. Bu, bireyin eylemlerinin sonuçlarını değerlendirirken yalnızca kısa vadeli etkileri değil, uzun vadeli sonuçları da göz önünde bulundurmasını gerektirir.

Filozof Otfried Höffe’nin Kant’ın bu sorusuna yaklaşımı, bireyin özerkliğini ve sorumluluğunu vurgularken, toplumun genel iyiliğini gözetme gerekliliğini de ön plana çıkarır. Bu durum, özellikle pandemi gibi küresel krizler sırasında, bireyin toplum içindeki rolünü ve toplumun birey üzerindeki etkilerini yeniden değerlendirmemiz için bir fırsat sunar.

Kant’ın pratik felsefesi, bireyin kendi mutluluğunu ve toplumun genel iyiliğini nasıl etkileyebileceği üzerine düşünmemizi sağlayarak, bireyin geleceğini ve toplumun geleceğini şekillendirme yetisini vurgular. Bu, bireyin içsel dünyasında anlam arayışını destekler ve toplum içindeki yerini anlamlandırmasına yardımcı olur. Kant’ın sorusu, bireyin eylemlerinin sonuçlarını değerlendirirken yalnızca kısa vadeli sonuçları değil, aynı zamanda uzun vadeli etkileri de dikkate almasını gerektirir.

Kant, özgürlüğün önemini ortaya koymak ve ahlakın varlığını ispatlamak amacıyla pratik aklın rolünü ön plana çıkarır. Pratik akıl, bireyin özgür iradesi ve eylemleriyle ilgili açıklamaların temelini teşkil eder. Ancak Kant, ahlâk metafiziği ve özgürlüğü ele alırken, insan eylemlerinin özgürlüğünden ziyade, bu eylemleri yönlendiren iradenin özgürlüğüne odaklanır. Burada kritik olan, ne yapılması gerektiği değil, eylemin arkasındaki niyetin, yani neyin istenmesi gerektiğinin vurgulanmasıdır.

Prof. Dr. Küçüradi’ye göre, bir eylem gerçekleştirirken, o eylemin arkasındaki isteme, bireyin yarar ve arzularına ya da aklı ilke edinmesine bağlı olarak değişiklik gösterebilir. Örneğin, bir gencin yolda karşıdan karşıya geçerken yaşlı birine yardım etmesi durumunda, bu eylemin ardındaki isteme; eğer yalnızca çevresindekilerin takdirini kazanmak amacıyla gerçekleşiyorsa, yarar veya çıkar ilkesine dayanıyor demektir. Aksi takdirde, eylem ahlâk yasasına dayalı bir akıl ilkesine dayanıyor olabilir. Dolayısıyla, önemli olan belirli bir durumda ne yapılması gerektiği değil, genel olarak neyin istenmesi gerektiğidir. Bunun için hazır bir çözüm yoktur. Bu şekilde düşünen bir birey, her durumda ne yapması gerektiğini kendisi belirlemek zorundadır. Daha açık bir ifadeyle, bireyin özgür olması, onun farklı şekillerde eylemde bulunabilme kapasitesine sahip olması anlamına gelse de; eğer kişi eylemini, herkes için geçerli bir isteme ilkesiyle belirleyebiliyorsa, ancak o zaman nesnellikten bahsedilebilir. Ayrıca, özgürlüğün insanın yapısal bir özelliği olarak görülmesi ile bir olanağı olarak değerlendirilmesi etik açıdan farklı sonuçlar doğurur.

Yazar

Aybars Öztuna

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar