Yükleniyor...
Ay aya…
Yıl yıla….
Yüzyıl yüzyıla mı benziyor?
Yoksa bana mı öyle geliyor? Zihnim tehlikeli, yanılsamalı hatırlamalarla beni yanıltacak benzetmeler mi yapıyor?
Söylenirken önünde 20 olan yüzyılın ilk 20 yılı, geçen yüzyılın söylerken önünde 19 olan yüzyılın ilk 20 yılı gibi felaketlerle dolu görünüyor.
Sanki bazı insanlar ve bazı sorular ile cevaplar da benziyor:
Bir virüs salgını nedeniyle bütün insanlar eve kapanmış, kilit altında iken tedbirlerin gevşetilmesi babında AVM’lerin açılması, buna karşılık TBMM’nin kapalı olmasının nedenini soran gazeteciye, Meclis Başkanı kızgınlıkla, “gündemimizde acil bir şey yok ki, niye toplanalım” diyor.
Bu cevabın yüz yıl önceki soru şeklini hatırlıyorum birden: yıl geçen yüzyılın 20’si, ay Nisan. Bütün memleket sevdalılarının boynunda idam fermanı ile canhıraş bir şekilde bozkırın ortasında bir MECLİS toplamak için çalıştığı dönem. Böylesine sıkıntılı ve karanlık dönemde, hep yakınında bulunan Yunus Nadi Bey ne gerek var şimdi Meclis’e anlamına da gelebilecek şekilde sormuştu:
“Her kerameti meclisten beklemek niyetinde miyiz?”
Aldığı cevap açık,açıklayıcı ve nettir:
“Ben her kerameti meclisten bekleyenlerdenim. Bir devreye yetiştik ki onda her iş meşru olmalıdır. Millet işleri de ancak millî kararlara istinat etmekle, milletin hissiyat-ı umumiyesine tercüman olmakla hâsıldır. Milletimiz çok büyüktür. Hiç korkmayalım. O, esaret ve zillet kabul etmez. Fakat onu bir araya toplamak ve kendisine ‘Ey millet, sen esaret ve zillet kabul eder misin’ diye sormak lazımdır. Ben milletin vereceği cevabı biliyorum… Bizim bildiğimiz hakikatler milletçe de malum olunca,onun kararlar bahsinde de bizim gibi düşüneceği neden kabul edilmemelidir? Ben, bilakis milletin bu hususta daha salim, daha kati kararlar vereceğine kaniim.” (İsmet Giritli, Atatürk ve Halkçılık/185)
Ve yüz yıl sonra, hocaların hocası namı verilen bir ilahiyat profesörü, onun milletin işleri millî kararlara istinat etmelidir diye kurduğu bu meclisi işaret ederek: “Kur’an-ı Kerim’deki “onların işleri şura iledir-onlar işleri ni şura ile görürler” hükmünün, bin yılda ilk defa ve kısa süreliğine Türkiye’de hayata geçtiğini işaret etmiştir.
Hoca, telif ettiği eserini beş kelimelik bir hüküm cümlesi ile noktalar:
“Tek kişi yönetimi kabile yönetimidir.” (Hüseyin Atay / Ben)
Demek ki, bir meclis inşa etmek, kabile düzeninden çıkmak, millî düzene yükselmek, meclis üzerinden millete bir güven inşa etmektir.
Tarih, yöneticiler ve devlet adamları için bir repertuvar ise (Prof. Dr. Kemal Üçüncü), geçmişinde böyle bir fevkalade meclis inşası olan bir toplumun Meclis Başkanı’nın, dünya yangın yeri olmuşken “meclisin gündeminde acil bir şey yok” deme lüksü yoktur.
Kasıp kavuran bu yangına müdahaleye başlama noktası yüz yıl önce Mustafa Kemal Atatürk’ün gösterdiği o güven inşası noktasıdır.
O nedenle, yetkilerinden soyulmuş ve varlığı, var sanılsın diye kuru bir söğüt gibi yerinde bırakılmış meclisin, acilen yetkilerine sahip çıkması ve kabile düzenini aşması gerek ve şarttır.
Toplumun ana dayanağı olması gereken Meclis, kampanya açan bir belediyenin ismini bile vermeyen insanlardan 24 saatte 7.5 milyon TL toplayabilmesinde görünür hale gelen toplumdaki “güven açlığı”nı görmeli, değerlendirmeli ve gereğince hareket etmelidir.