14.09.2024

İrtica Laikliğin Neresinde?

Aklı ve akılcılığı devlet siyasetinden çıkarmak büyük bir hatadır. Lakin, bunca hata da tesadüften ötedir. İnsan topluluğu oluşturur ve ortak ülküye sahip bir topluluk da devleti. İnsanın özü ne denli hataya açık olsa da bir o kadar da ders almasını bilir.


“Said-i kürdinin hemşehrisi ve en sadık müridi Fethullah Gülen cumhuriyet Türkiye’sinin en tehlikeli ve sinsi düşmanıdır. Kendi ifadesiyle tam bir şeriat militanı olarak yetişen Fethullah eğer dur denilmezse Atatürk’ün ilerici cumhuriyetinin dibine dinamit koymak üzeredir.”

-Necip Hablemitoğlu, Fethullah Gülen ve Kurduğu İrtica Örgütü

Dün, 15 Temmuz 2016’da gerçekleştirilmeye çalışılan irticacı darbenin sekizinci yıl dönümüydü. Uzun yıllardır, tüm uyarılara rağmen, istedikleri her şeyi siyasilerden ve kamudan elde edebilmiş bu irticacı grup nasıl bu denli güçlendi ve bütün bu felaketlere rağmen neden Türkiye Cumhuriyeti olarak laikliğin önemini hâlâ anlamamaktayız?

Atatürk’ün imzasının olduğu her ilke ve devrim, Cumhuriyetimizin bölünmez bütünlüğünün altyapısını oluşturmaktadır. Hiçbirinden vazgeçilemez ve vazgeçilmesi düşünülemez. Bunun sebebi bir ideolojiye körü körüne bağlılık asla değildir! Bunun sebebi; Türkün töresinden uzaklaşmasının her seferinde bizlere yıkım getirmesidir.

Atatürk’ün ilkeleri yalnızca kendisinin şahsına ait kavramlar değildir. Esasında binlerce yıllık Türk töresi ve geleneğinin Cumhuriyetimiz için yeniden şekillenmesidir. Atatürk bir Türk milliyetçisiydi ve Türk töresini de çok iyi bilirdi.

Atatürk devriminin düşünce bütünlüğünde büyük bir Türklük bilinci, akla dayanan bilim yolu, insana sevgi ve doğaya saygı vardır. Bunların tamamı, binlerce yıllık Türk töresinin unsurlarıdır. Bu yüzden her fırsatta Türk töresinde ırkçılığın ve dinciliğin yeri yoktur derim ve tam olarak bu yüzden bütün bu devrimlerin merkezinde laikliğin olduğunu savunurum.

İlkelerin hiçbirini birbirinden bağımsız düşünemeyiz ve devrim de tek bir ilkenin eksikliğiyle dahi tamamlanamaz. Lakin, Türk’e ve insan onuruna yaraşır bu devrim için de laiklik, kanımca, en önemli bağlayıcı husustur.

Peki, laiklik sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması mıdır? Hayır. Bu bakış açısı laikliğin başlangıç prensibi olarak görülse de esasen bundan çok daha büyük bir amacı içerisinde barındırmaktadır.

Laiklik, insan onurunun her yönüyle devlet aygıtının baskılarına karşı koruması ve her hususta adaleti sağlamasıdır. Her devlet belli inanç kalıpları içerisinde kurulur. Yönetim biçimleri, yasaları ve bunların uygulanması bu inanç sistemi üzerine şekillenip gelişir. Laikliğin bu hususta en önemli görevi, ulusu oluşturan bütünün parçalarına bakmaksızın vatandaşları başta hukuk önünde eşit ve adil bir şekilde yer almalarını sağlamaktır. Sosyal adaletsizlikleri mümkün mertebe ortadan kaldırmaya yönelik girişimlerde bulunması ve kişileri başta din temelli bir ayrımdan uzak tutmasına yöneliktir.

Yapısı itibarıyla Türk laikliği akılcı, ilerici, devrimci, eşitlikçi ve aynı zamanda da korumacıdır. Uygulamaya giren kanunlar kademeli olarak sınıfsal ayrımları ortadan kaldırmaya yönelik devrimci ve ilerici adımlar atmış; vatandaşlar arasında eşitlik sağlamaya çalışmıştır. Bu yönüyle Türk aydınlanması eşi benzeri görülmemiş devrimlere imza atmış ve laikliği de her zaman devrimlerinin merkezinde tutmuştur. O yüzden ne halkçılığı, ne devletçiliği, ne cumhuriyetçiliği, ne inkılapçılığı, ne de milliyetçiliği asla laiklikten ayrı düşünemeyiz.
Laiklik ilkesinin önemini ve Anayasamızdaki yerini hiçe sayarsak ne mi olur? Bu, on yıllardır başımıza gelenlerle gün gibi ortadadır. Akılcı politikaların yerine inanca ya da şahsi ideolojiye dayalı politikaların seçilmesi bir ulusu felakete götürür. Hukukta adaleti, eğitimde ilerlemeyi, toplumda ahlakı ve ekonomide de akılcı adımları kaybederiz.

Bugün, tüm uyarılara rağmen güçlendirilmiş bir tarikatın şanlı Türkiye Cumhuriyeti’ne yapmaya çalıştığı darbenin sekizinci yılı ve hâlâ hiçbir ders alınmış değil.

İrticai faaliyetler birçok koldan emniyeti, eğitimi, adaleti ve kamu kurumlarını tahakkümü altına almaya devam etmektedir. İnancını bugün dahi şeyhlere, dervişlere ve bilimum meczuba ipotek ettirmiş kişiler bir yandan demokrasi bayramı(!) kutlarken öte yandan devlet kademelerine aynı zararlı tarikatların girmesine göz yummaktadır.

Hâlbuki onca yıl Fethullah ve avanesinin yaratacağı tehlikeler ısrarla yazılmış ve söylenmişti. Büyük bir planın, küçük ve cahil ayağı olan bu örgütü hizmet ve hocaefendi diye zamanında güzelleyenler bugün terörist derken, Türk aydınları bu uğurda canlarını bile vermek zorunda kalmıştı. Bütün bunlara rağmen, hocaefendilerine bugün terörist diyenler yeni meczupları da kendilerine yeniden hocaefendi olarak belirlemiştir. İşte bu biat ve itaat anlayışı bir ulusun sonunu getirmeye çalıştıkları o büyük projenin parçasıdır.

Bu darbeyi gerçekleştirenlerin dinlerarası diyalog safsatasıyla sapkın bir sivil din yaratmaya çalıştıklarını unutmamak lazım. Dünyanın birçok yerinden dinî temsilcilerin ve sapkın tarikatların katıldığı bu sözde diyalog ile insanın inanç gereksinimine büyük bir savaş açmışlardı. Bu diyaloğun hiçbir şekilde anlayış ve barış ile alakası yoktu. Her projeleri gibi burada da kendi siyasi oyunları için büyük manipülatif sebepler yatmaktaydı. Dinlerarası diyalogla barış getirmek isteyenlerden sözde cemaat TBMM’yi bombalamışken, onun yanında fotoğraflar verip Gülen’i ne çok sevdiğini söyleyen Bartholomeos ise Dışişleri Bakanlığımızın yanında kendini Ekümenik olarak adlandırıp bölünmez bütünlüğümüze açtığı savaşın boyutunu gözler önüne sermiştir!

Meclisimizi bombalayan bu sözde cemaat, kurdukları kumpaslarla Türk ulusunun şerefini ve onurunu temsil edip koruyan Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarını Silivri’de kurdukları özel yetkili mahkemelerde yargılamaya cüret edecek kadar ileriye gitmişlerdir. Bu sözde mahkemelere ele geçirdikleri eğitim sistemi içerisinden yetiştirdikleri hakimleri ve savcıları yerleştirmiş, hukuku ve adaleti ayaklar altına almış ve hatta Genelkurmay Başkanımızı dahi bu kirli kumpasta sanık yapmışlardır!

Aklı ve akılcılığı devlet siyasetinden çıkarmak büyük bir hatadır. Lakin, bunca hata da tesadüften ötedir. İnsan topluluğu oluşturur ve ortak ülküye sahip bir topluluk da devleti. İnsanın özü ne denli hataya açık olsa da bir o kadar da ders almasını bilir. Bildiği hâlde hata yapan insan ise ya eksiktir ya da artniyetli.

Peki nerede yapıldı bunca hata? Bunun en kısa cevabı: her alanda. İrtica ve şeriat hayallerini sıla hasretiyle önümüze koyanlar, büyük bir projenin maşasıydılar. Din ile aldatanlar, kendi sapkın dinlerini yaratmaktan geri durmadılar. Bu sapkınlığı eğitime, hukuka, emniyete ve istihbarata, siyasete ve en sonunda da her yere zerk etmeyi başardılar.

İrticai faaliyetlerin tehlikelerini anlatan MGK raporlarını bardak altlığı olarak kullanmayı tercih edenler, Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez bütünlüğünü savunanlara darbeci, kafatasçı, faşist ve baskıcı dediler. Hâlbuki darbe hayallerini irticacılar kuruyor ve Türkiye’nin bölünmez bütünlüğünü ortadan kaldırmak için gece gündüz çalışıyorlardı.

Bugün, korumaya çalıştığımız demokrasiyi adeta altın bir tepside servis edenler ise dönülen bu faciayı bayram olarak da kutlamaktadır. Bu, Türk ulusunun aklıyla alay etmekten başka bir şey değildir. Çünkü hatalarından ders almayanlar ülkemizi yeni Fetölere teslim etmek için çabalamaya devam etmektedirler.

İnanç, insanın kalbinde ve zihninde güzeldir; kamu kontrol aparatı olarak değil.

Yazar

Selçuk Erenerol

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar