20.04.2025

ABD’nin Orta Doğu planı ve İsrail’in üstleneceği rol

"Bir Devletin Anatomisi: İsrail" yazısının ikinci bölümüdür.


Yazının ilk bölümü için tıklayınız. 

ABD, Orta Doğu’daki stratejik çıkarlarını İsrail’in güvenliği temelinde şekillendirmeye devam etmektedir. Bu durum, hem İran’ın nükleer programına yönelik tehditlerde hem de Suriye ve Lübnan’da artan siyasi gerilimlerde belirgin hâle gelmiştir. İsrail, ABD’nin Orta Doğu’daki ileri karakolu gibi konumlanmış ve bu bölgedeki Amerikan nüfuzunun korunmasında kritik bir rol üstlenmiştir.

İsrail, ABD desteğiyle askerî kapasitesini sürekli olarak artırmış, Filistin’deki yerleşim politikalarını sürdürebilmiş ve bölgede kendisini tehdit eden her unsura karşı ABD’nin desteğiyle cevap verebilmiştir. Filistin meselesindeki çözümsüzlük ise, ABD’nin İsrail lehine politikaları sonucunda daha da derinleşmiş ve bölgesel barış çabaları sürekli olarak sekteye uğramıştır.

2025’te Bizi Neler Bekliyor?

AIPAC, 2024 ABD seçimlerinde İsrail’in şimdiki ilerleyişi için çok mühim bir görevi ifa etmiştir ve biz bu başarılarının etkilerini 20 Ocak 2025’te ilk kez görmeye başlayacağız. Özellikle Kongre seçimlerinde, İsrail yanlısı politikaları destekleyen adayları teşvik etmek ve İsrail’e eleştirel yaklaşan adaylara karşı kampanyalar yürütmek amacıyla kapsamlı lobicilik faaliyetleri gerçekleştirdi.

AIPAC, siyasi eylem komitesi olan United Democracy Projeckt (UDP), 2024 seçimlerinde belirli adayları desteklemek veya karşı çıkmak için milyonlarca dolar harcamıştır. Örneğin New York’ta ilerici bir aday olan Jammal Bowman’a karşı, UDP tarafından finanse edilen reklam kampanyaları yürütülmüştür. Bu kampanyalarda Bowman’ın İsrail’e yönelik eleştirel ve dış politika konusundaki duruşu hedef alındığı gibi Bowman’ın isim markası da yaftalanmıştır.

AIPAC, 2024 ABD seçimlerinde sadece Demokrat Parti içindeki ilerici adaylara karşı değil, aynı zamanda Cumhuriyetçi Parti’deki adaylara da destek sağlamıştır. Bu strateji, İsrail yanlısı politikaların her iki partide de güçlü bir şekilde temsil edilmesini amaçlamaktadır. Politico’nun analizine göre, AIPAC, 2024 seçimlerinde Demokratik ön seçimlerde yarışan adaylara yönelik en büyük Cumhuriyetçi bağış kaynağı olmuştur.

AIPAC’in bu tür faaliyetleri, ABD siyasetinde İsrail’e yönelik politikaların şekillenmesinde önemli bir etkiye sahiptir. Özellikle, İsrail’e yönelik eleştirileri olan adayların seçim şanslarını azaltmak ve İsrail yanlısı politikaları destekleyen adayların seçilme olasılığını arttırmak için finansal kaynakların ve lobicilik gücünü kullanmaktadır.

Benjamin Netenyahu’nun ABD ziyaretinde Kongre Binası’na gidişi ve Kongre’de söz alışının temelinde “ABD’ye rağmen İsrail’i desteklemeyenlere meydan okuyuşu” ve şu anki yürütülen elim durumun bir “inanç savaşına” evrildiğini haykırması, bunu söylerken sesini kalınlaştırması ve haklılık psikolojisinin bir etkisi olarak ses tonunun giderek artmaya devam etmesi Kongre üyelerini ikna etmek için yaptığı bir şey değil aksine kendisini dinleyen potansiyel her düşmanına yönelik gözünü kan bürümüş bir kararlılığa sahip olduğunu yahut bir şeylere sırtını dayamasından gelen güvenin yansıması olduğunu fark ettirmeyi amaçlamaktaydı. Kongre’deki konuşmasının ardından yalnızca Donald Trump’ı ziyaret etmesi sanki seçimi kazanacak adayı biliyormuş gibi bir tavırla işler iyice kızışmadan önce Trump ile görüşmenin çok daha mühim olduğunu bizlere göstermekte. Medyaya düşen son haberlerden çok daha önce yazılıp, çizilen bir gerçekliğin içerisinde sıkışmış gibi bir hissiyat uyandıran bu aceleci tavırları şu an İsrail’in gelecekteki ABD-İsrail partnerliğinde yürütülebilecek bölgesel askerî operasyonlardaki güvenini tazelemişe benziyor.

İsrail, 1948’den 1982’ye kadar olan yıllarda tekil ve birleşik Arap güçleriyle mücadele etti. Mısır, Lübnan, Ürdün, Suudi Arabistan, Irak, Suriye ve Libya gibi. Ancak 1982’den 2024’e kadar olan süreçte yalnızca Lübnan ve Filistin (ve Filistin çevresi merkezli Arap örgütleri) ekseninde çatışmalara, geniş çaplı intifadalarda yer aldı. Ancak son 42 yıldır İsrail’de doğan 3 kuşak nesil bir savaşın nasıl kazanılabileceğine dair hiçbir donanıma, hiçbir bilgiye ve hiçbir içgüdüsel vatan müdafaasına nail olabilecek deneyim yaşamadı. Filistin için bu böyle değil. İsrail bunu bilmekte ve şuan yürüttüğü çatışmaların nabzına göre insanlarını savaş psikolojisine sokmuş olmasının merkezindeki sebep, güç bir savaş nesli oluşturmak isteniyor olması. Keza Netenyahu verdiği demeçlerde bunu gizli olsa da söylemekte.

İsrail’in çevresine baktığımızda istikrarsızlıklarla dolu devletçikler görebiliriz. İsrail’in çevresindeki Arap devletlerinin istikrarsızlaştırılma süreci, çeşitli uluslararası güçlerin stratejik müdahaleleri, iç siyasi çatışmalar ve dış etkilerin karmaşık bir birleşimi olarak değerlendirilebilir. Bu süreçte ABD, bazı Avrupalı ülkeler ve İsrail’in politikaları, bölgedeki Arap devletlerinin zayıflamasında, parçalanmasında veya rejim değişikliklerinde etkili olmuştur.

Mısır, 1956’daki Süveyş Krizi ile birlikte güçten düşürülmeye başlanan ilk devlet oldu. İngiltere ve Fransa, Mısır’ın Süveyş Kanalı’nı millîleştirmesinin ardından İsrail ile birlikte Mısır’a karşı bir operasyon düzenledi. Bu, Mısır’ın bölgedeki statüsünü zayıflatan ilk hamle oldu. Arap dünyasında ve Batı ile olan ilişkilerinde istikrarsızlık yarattığı gibi ABD’yle ve Avrupalı Devletlerle olan ilişkilerini zedelemek istemeyen diğer ülkeler Mısır’a mesafeli yaklaşmaya başladı. 1979 Camp David Antlaşması Mısır için sonun başlangıcıydı. ABD’nin aracılığıyla Mısır, İsrail ile barış anlaşması imzaladı. Bu anlaşma, Arap dünyasında Mısır’a yönelik sert eleştirilere ve iç siyasi çatışmalara yol açtı, Müslüman Kardeşler (İhvan) gibi gruplar Mısır hükümetine karşı aktif hale geldi. 2011’de Mısır, ABD ve bazı Batılı devletlerin de destek verdiği gibi halk hareketiyle sarsıldı. Bu süreçte Hüsnü Mübarek’in devrilmesi ve ardından Müslüman Kardeşler’in iktidara gelmesiyle Mısır’da siyasi belirsizlik arttı. İhvan hareketi hükümeti, İsrail ile ilişkiler ve Filistin politikaları nedeniyle Batılı güçlerin de etkisiyle 2013’te askerî bir darbeyle devrildi ve ülke daha istikrarsız hâle geldi. Şuan Mısır’da ordu mensupları, subaylar da dahil olmak üzere ek iş yapmakta ve pazarda öte beri satarak geçimlerini sağlamaktadırlar.

ABD ve İsrail, Suriye’nin SSCB ile olan ilişkileri nedeniyle Suriye’yi zayıflatmak için bazı muhalif grupları desteklemesi bugün Türkiye’de dahil olmak üzere pek çok ülkenin demografik yapısında göç dalgasıyla değişimler meydana getirdi. 1967’de İsrail, Altı Gün Savaşı sırasında Suriye’den Golan Tepeleri’ni aldı ve bu, iki ülke arasındaki çatışmayı daha da derinleştirdi. Arap Baharı sırasında Suriye’deki protestolar, Batılı devletler, İsrail ve Körfez ülkeleri tarafından desteklenen çeşitli muhalif gruplar aracılığıyla iç savaşa dönüştü. Lâkin Beşar Esad’ın Suriye’nin kuzeyinde meydana gelen kuraklığın önlenememesi neticesinde büyük bir infial ile devletin karşı karşıya kalacağını biliyor olması, çözüm adına yürütülecek sulama kanalları için gerekli kredinin Avrupalı devletlerce sağlanmaması sonucunda sürecin 2011’de başlayan Suriye İç Savaşı’na dönüşmesi planlanmış bir hadisenin infilak etmesiydi. Esad’ın sulama kanalıyla birlikte kuzey Suriye’de Kürt grupları ve aşiretleri aynı Saddam Hüseyin’in yaptığı gibi temizleyeceği ve öldürteceği haberlerinin asılsız olarak Suriye içerisinde Batılı medya tarafından yaydırılması, kitle iletişim araçlarının manipüle eden etkilerinin sonucunda çözümün bir soykırım planıymış gibi gösterilmesi kaçınılmaz sonu hızlandırmıştır. ABD, İngiltere ve Fransa, Suriye muhalefetine silah ve eğitim desteği sağlamaktan da geri durmadı. İsrail, İran destekli grupların Suriye’deki varlığına karşı operasyonlar düzenledi ve Suriye’nin istikrarsız hale gelmesinde dolaylı olarak rol oynadı.

Irak’ın Kuveyt’i işgal etmesinin ardından ABD liderliğindeki koalisyon Irak’a karşı geniş çaplı bir operasyon düzenledi. Bu operasyon, Irak’ın altyapısında ciddi tahribat yarattı ve Saddam Hüseyin rejiminin zayıflamasına yol açtı. 1991 Körfez Savaşı ile başlayan Irak’ı çevreleme stratejisi 2003’te Irak’ı işgale dönüştü. ABD’nin Irak’ı işgal etmesiyle ülke tamamen istikrarsız hale geldi. ABD’nin kitle imha silahları bahanesiyle gerçekleştirdiği bu müdahale, Baas Partisi’ni devirdi ve ülkeyi mezhepsel çatışmalarla baş başa bıraktı. İsrail, bu süreçte Irak’ın parçalanmasını kendi güvenliği açısından destekleyerek MOSSAD’ın faaliyetlerine Şii ve Sünni ulemanın takip ve kontrolünü de ekledi.

İsrail, Lübnan’daki iç savaşa müdahale ederek, 1982’de Filistin Kurtuluş Örgütü’ne karşı Lübnan’a geniş çaplı bir askerî operasyon düzenledi. Bu süreçte ABD’de Lübnan’a müdahalede bulundu ve Lübnan iç savaşı sırasında Batı yanlısı ve İsrail yanlısı grupları destekledi. İsrail’in Güney Lübnan’da kalıcı bir askerî varlık bulundurması ve Hizbullah’ın yükselişi, Lübnan’da İsrail karşıtı direnişi güçlendirdi. ABD ve bazı Batılı devletlerin Hizbullah’a karşı uyguladığı yaptırımlar, Lübnan’daki ekonomik istikrarsızlığı daha da arttırdı ve Lübnan’ın maliyesini düzeltebilmek için askerî savunma yatırımlarını %80 ölçeğinde azaltması ona çözüm yolu olarak önerildi. Lübnan cellatları tarafından verilen bu öneriye Lübnan uydu ve şuan haritadan silinmenin eşiğine geldi.

Arap Baharı sırasında Fransa, İngiltere ve ABD’nin desteğiyle NATO, Libya’daki Kaddafi rejimine karşı askerî bir müdahale başlattı. Bu müdahale Kaddafi’nin devrilmesine yol açtı ancak Libya, iç savaş ve parçalanmış milis gruplar arasında kalıcı bir istikrarsızlık yaşadı. İsrail, Libya’nın bölgesel bir tehdit olarak zayıflamasını stratejik bir kazanç olarak değerlendirdi.

1970’lerde Ürdün, İsrail karşıtı FKÖ üyelerinin Ürdün’e yerleşmesi nedeniyle iç istikrarsızlığa kendi soydaşlarının yarattığı kontrolsüz saldırganlıklarıyla yüzleşmek zorunda kaldı. İsrail ve ABD, Ürdün’ün iç istikrarını bozmak için FKÖ’yü destekledi ve daha sonra FKÖ üyelerinin Lübnan’a geçmesini sağladı. Aynı Lübnan’a verdikleri savunma yatırımlarını düşür tavsiyesi gibi Ürdün’e de FKÖ üyelerini Lübnan’a sür önerisiyle geldiler. Ürdün’deki protestolar sırasında ABD ve İngiltere, Ürdün hükümetine reform baskısı yaparak ülkenin iç işlerine karıştı. Ancak Ürdün, İsrail ve ABD’nin bölgedeki müttefiklerinden biri olarak kalabilmek için reform sürecini başlatarak kamu güvenliğini İsrail’e, sosyal hizmetleriyle İngiltere’ye teslim etti.

Suudi Arabistan, ABD’nin müttefiki olmasına rağmen, ülke içindeki bazı reform baskılarına maruz kaldı. Ancak İsrail ile Suudi Arabistan arasında artan gizli işbirliği, bölgedeki dengeleri değiştirdi. ABD, Suudi Arabistan’ın Yemen’deki savaşına lojistik ve istihbarat desteği sağladı. Bu savaş Suudi Arabistan’ın ekonomik ve askerî olarak zor durumda bıraktı, bölgedeki istikrarsızlığı körüklediği gibi dirayetli liderlere sahip olmamalarından dolayı İsrail’i karşılarına alamayacak kadar dini değerlerine göre necis sayılan her politikaya boyun eğmek kolaylarına gelmekte.

İsrail doğrudan yahut dolaylı olarak çevresinin bu hale gelmesindeki rolüne yönelik yürüteceği her saldırıda harabeye çevrilmiş bir Orta Doğu olduğunun farkında. Zira kara ve hava doktrinleri düzlük bir arazi olan Arz-ı Mevud boyunca sert saldırıları değil meskun mahal çatışmalarda başarıyı hedeflemektedir. Tam olarak da bundan dolayı Benjamin Netenyahu, Gazze ve çevresinde yürüttüğü kara saldırılarında Hamas’ı hedef alarak kara ordusuna canlı bir tatbikat yaptırmaktadır. Askerî personelinin 42 yıldır herhangi bir müdahalede ciddi devletlerle temas hâlinde olmaması, uyuşuk bir neslin militarist ruha eriştirilmesi, masumların yaşam planlarının üzerinde yükselen siyaset üstü Siyonist güdünün izlekçileri tarafından oluşturulan planların uygulamaya konduğu şu sıralarda İsrail ordusunun karşılaşacağı savaş sahaları yıkık, harabe ve hafriyat ile dolu olan Orta Doğu şehir coğrafyasıdır. Bu da İsrail’in Gazze-Lübnan çevresinde askerleri için canlı bir tatbikat anlamı doğurmaktadır. Şayet günümüzde yaşananlar İran ile İsrail’i doğrudan kara doktrinlerince sınır sahalarda karşı karşıya getirirse işte o vakit ciddi bir devi kara savaşında konvansiyonel ve mobil savaş kurallarınca yenebilmesi gerekir. Bugün İsrail’in Filistin’de, Lübnan’da yürüttüğü her hamla İran gibi gücünü yalnızca yerde gösterebilecek olan devletlerde rövanş alabilmek üzerine bir hazırlık safhasıdır.

Yakın gelecekte İsrail ve bölgemizi bekleyen gelişmelerin bu olacağı apaçık ortada. Çünkü Netenyahu-Trump arasındaki görüşmenin neticesinde İsrail Başbakanı’nın “Ülkemin geleceğine dair umutlarım arttı” cümlesi ardından politik bir gülüş sergilemesinin okuması yarınlarımızın bizler için karanlığa sürüklendiğini belirginleştirebilir.

Sonuç Olarak: ABD-İsrail İlişkilerinin Geleceği

ABD ve İsrail arasındaki ilişkiler, tarihsel, stratejik ve politik bağlamda güçlü bir ittifak oluşturmakta ve bu ilişki büyük ölçüde istihbarat işbirliği, askerî yardım ve lobicilik faaliyetleri aracılığıyla derinleşmektedir. Ancak, bu güçlü ittifak Filistin meselesinin çözümüne engel teşkil etmekte ve bölgedeki barış çabalarını sekteye uğratmaktadır.

ABD içindeki bazı siyasi gruplar, İsrail’in insan hakları ihlallerine karşı daha eleştirel bir duruş sergilemeye başlamış olsa da, İsrail yanlısı lobilerin etkisi ve AIPAC’in finansal gücü bu eleştirilerin sınırlı kalmasına neden olmaktadır. İlerleyen dönemde, ABD ve İsrail arasındaki ilişkilerin nasıl evrileceği, bölgesel dinamiklere, uluslararası politik gelişmelere ve ABD içindeki siyasi değişimlere bağlı olacaktır.

Türkiye Cumhuriyeti ise ilelebet payidar kalabilmek için her türlü senaryoya hazırlıklı olmak zorundadır. Tüm devletler Türk, Çin ve Rus uluslarının Dünya’nın demirbaş ulusları olduğunu bilmekte. Ancak asla unutulmaması gereken husus Türk’ün rüyalarının, hayallerinin kurtarılması için hayatlarını düşünmeden ölmek pahasına 100 sene önce riske atan, terine kan karışmak suretiyle bugünler kurtulsun diye canını dişine takan – ki onlar ne bizleri görebildiler ne de kurtardıkları vatanda huzur içinde ölebildiler- aziz atalarımızın gösterdiği ceberut cesareti bugün biz de yarınlarımız için gösterebilecek kudreti ulusumuzun her ferdinde tahsis edebilmek için çalışmalara başlamamız gerekir. Dışarıda kıyamet koparken içeride huzur içinde olabilmemiz için bu önerimi gömleğin birinci düğmesi olarak iliklemek şarttır.

 

Yazar

Mertcan Abbasoğlu

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar