03.12.2024

Ölümsüz bir ölüm

101 yıl önce, Türk Töresi'nin öğrettikleri Cumhuriyet ile hayat buldu. Tüm dünyaya Türk’ün haklı mücadelesi ispatlandı ve ebediyete kadar var olacağımız kanıtlandı.


Bir yanımız Cumhuriyetimizin ikinci asrına adım atmasını büyük bir coşkuyla kutluyor, diğer yanımız ise bize bu Cumhuriyeti, vatanı, özgürlüğümüzü veren Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü yad ediyor. Milli Mücadele’nin devamında devrimler ile beraber kazandığımız haklarımıza, 101 yıl aradan sonra, yeniden dört elle sarıldığımız bir mücadele veriyoruz.

Öyle bir aydınlanma düşünün ki karanlık köşeler bir asır sonrasında dahi titremeye devam etmekte. Türk Devrimi’ne duyulan nefretin esas sebebi bu aydınlanmada gizlidir. Atatürk, büyük bir asker ve büyük bir devlet adamıydı ama hepsinden de önemlisi belki de en büyük devrimciydi. Damarlarında akan kandaki asaletin binlerce yıllık Türk Töresi ve bu töreye bağlı ilerici düşünce yapısı olduğunun bilincindeydi. Bu bilinç doğrultusunda “Türk’üm” diyebilmek, Ulu Önder için bir mutluluk ve övünç kaynağıydı.

1919 yılında Samsun’da atılan ilk adım, yüzlerce yıllık bir uykudan uyanışı temsil ediyordu. Töresi adeta unutturulmuş bir millet, bir Gökbörü’nün ardından topyekün mücadele için seferber oldu. Çetin geçen yıllar ardından, takvimler Ekim’in 29’unu gösterdiğinde ise bu zorlu bağımsızlık mücadelesi Cumhuriyet ile taçlandırıldı ve Türk ulusu geleceğini kazandı. “Benim en büyük eserim” dediği Cumhuriyetin yalnızca on beş yılına şahit olabildi Ulu Önder. 57 yıllık ömrüne birçok cephede savaşı, Gazi ünvanını, binlerce kitabı, sayısız barışı ve en önemlisi de bir ulusun geleceğinin yok oluştan kurtuluşunu sığdırdı.

Atatürk’ün verdiği mücadele yalnızca savaşın ve barışın mücadelesi değildi. Kurduğu planlar, cephelerin hepsinden öteydi. Onun mücadelesi yeri geldiğinde ulusuna okuma yazmayı ve matematiği de öğretmekti. Bir ağacın kesilmemesi için evi de taşıyabilmekti. Çocuklara umut dolu bir gelecek verip onların da bir bayramının olmasını sağlamaktı. Birçok medeniyetten önce uygarlığın gelmesini sağlayıp Türk kadınına yeniden hak ettiği yeri vermekti. Onun mücadelesi yalnızca ulusunun barış dolu günler yaşaması için değil; bütün bölgenin ve tüm dünyanın da barış içinde olabilmesi içindi. Savaşı zaruri olmadıkça cinayet olarak gören en büyük savaşçı, nesillerin ebedi başöğretmeniydi.

Türk ulusunun Atatürk önderliğinde kazandıkları bir tesadüf değildir. Unutturulan bir tarihin ve o tarihten gelen özün aslına dönmesi idi aynı zamanda. Atatürk, damarlarımızda akan kanın anlamını biliyordu. O kanın bir daha akıtılmasına cüret edilmemesi içindi mücadelesi bir yerde de. Benliğini, kimliğini, özünü neredeyse unutmuş kalabalıkların isterse en büyük devrimleri bile başarabileceğinin ispatıydı önderliği. Erkeğin süngü taktığı yerde kadının top mermisi taşıyacağını gösterdi. Herkesin eşit olabileceğini ve eşit şekilde geleceği şekillendirme hakkının mümkün olduğunu dünyaya haykırdı. Bütün yokluklara ve baskılara karşı uçak dahi üretebilmekti devrimi. Tarımın yanında sanayinin de olabileceğini öğretti. Ezberin ve dogmanın yerine sorgulamanın bir toplumu ilerleteceğini anlattı. Bütün öğrettiklerine rağmen, günü geldiğinde, ilim ilerlediğinde sözlerine karşı ilmin seçilmesini tembihledi. “Ben gidersem Cumhuriyet gider” demedi ama O’nun yolundan uzaklaşıldığında Cumhuriyetin gidebileceğini de yıllar bizlere acı bir şekilde gösterdi.

Cumhuriyet yalnızca bir seçme-seçilme devrimi değildi. Rejimlerin ötesinde bir anlayışı barındırıyordu içerisinde. İçinde barındırdığı binlerce katman diğer bütün cumhuriyetlerden farklı olarak binlerce yıllık bir tarihin 20. yüzyılda kendine yeniden yer bulup, aynı zamanda da dünyaya örnek teşkil edebilecek kadar öneme sahip olmasıydı. Türk’ün vazgeçilmezlerinin yeniden Türk ile anlam kazanmasıydı Cumhuriyet. İşte, yıkmaya çalıştıkları o yüzden bir rejim değil; binlerce yıllık yüksek bir varlık birikiminin hayata geçmiş son kalesidir. Ve işte, yine bu yüzden de asla yıkılmayacaktır.

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’ni kurarken aynı zamanda Türk uygarlığının ve töresinin yeniden tesisini ve öğretilmesini de amaçlamıştır. Uygarlığa erişmiş köklerimize yalnızca geri dönmekle kalmayıp bu uygarlığın tüm insanlıkla paylaşılması da devrimimizin esasları arasında yer almıştır. Çünkü Türk yalnızca yıldırım ve kasırga değil; dünyayı aydınlatan güneştir de. Bu yüzden O, ulusu için her zaman en güzelini ve en iyisini istemiştir çünkü özgür bir uygarlık yalnızca özgür olabilmiş insanlar tarafından kurulabilirdi ve o özgür insanlar da dünyayı güneş gibi aydınlatabilecek güce sahipti.

Dahili ve harici düşmanların özgürlüğümüze vurduğu prangaların esas itibariyle ne anlama geldiğini görmüştü ve gelecek nesilleri de uyarmıştı. Bizden ve bizim gibi gözükenler, sahip olduğumuz bu uygarlığı yok etmek için çok çabalamışlardı ve çabalamaya da devam edeceklerdi. Hırsız içeriden olunca kapının kilit tutmayacağı gibi, aziz vatanımızın da içeriden yıkılmaya çalışılacağını biliyordu. O yüzden kendi naçiz bedeni toprak olduğunda dahi Cumhuriyetin ilelebet ayakta kalacağını söyledi çünkü devrim için attığı temelin rejimin özelliklerinden değil Türk ulusunun bizzat kendisinden geldiğini biliyordu.

Atatürk, başardığı devrimler ile bizlere esasen bir hatırlatma yapıyordu: Türk’ün insana ve insanlığa verdiği değeri. Bu değerlerlerin ışığında kurduğu Cumhuriyet ise modern çağda devletlerin nasıl vücut bulması gerektiğinin bir dersiydi. Türk’ün ahlakında yaşatmak, özgür olmak, adalete bağlılık ve eşitlik gibi değerler ne denli önemli ise modern çağın diğer devletleri de bunlara saygı duyacak biçimde şekillenmeliydi. Yurtta ve dünyada barışın, savaşların bitirilmesinin ve insanı insanca yaşatmanın önemi bu devrimle başta Türk ulusuna, sonra da tüm dünyaya örnek teşkil ediyordu.

101 yıl önce, Türk Töresi’nin öğrettikleri Cumhuriyet ile hayat buldu. Tüm dünyaya Türk’ün haklı mücadelesi ispatlandı ve ebediyete kadar var olacağımız kanıtlandı. 86 yıl önce ise bizlere bunu hatırlatan, yeri geldiğinde yeniden öğretmek için çabalayan, öğrendikçe de ilerleyebilmemiz için yılmadan mücadele eden Ata’mızı ve Ebedi Başöğretmenimizi kaybettik.

Ebedi Başöğretmen olmasının en büyük ispatı, nesiller sonra bile, on milyonların Ulu Önder’i tanımadan askeri olmasıdır. O’nun öğrettiklerinin ışığı ile on milyonlarca Türk, Cumhuriyet’in ve tüm emanetlerinin ilelebet muhafızı olmayı kendine görev edindi. Bu yüzden, naçiz bedeninin toprağa dönmesi asla bir son değildi. Aksine tabiatın yağmurları ile yıkanmış çocuğun, yıldırımlardan ve kasırgalardan yeniden korkmamayı öğrenmesi için açılan bir sayfaydı. Türk, tabiatını tanıdığında yeniden yıldırım, kasırga ve dünyayı aydınlatan güneş olacaktır.

Cumhuriyetimiz ilelebet payidar kalacak; Mustafa Kemal Atatürk ölümsüz bir ölümde yolumuzu sonsuza dek aydınlatacaktır.

Yazar

Selçuk Erenerol

Peki ben ne yapabilirim?
Bizi okuyor, beğeniyor ve “Peki ben ne yapabilirim?” diye soruyor musunuz? Bağış yaparak bizi destekleyebilirsiniz. Bağışlarınızla faaliyetlerimiz daha sık, daha geniş ve daha etkili olacaktır. TIKLAYINIZ!

1 Yorum

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.