Yükleniyor...
Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerinde sanayileşme çabaları başlamıştır. Ancak bu dönemdeki sanayileşme girişimleri sınırlı kalmış, Osmanlı ekonomisi hâlâ tarım odaklıydı. İmparatorluk, I. Dünya Savaşı’nın ardından çöküş sürecine girmiş ve 1923 den itibaren modern Türkiye’nin temelleri atılmıştır.
“Enver Ziya Kara,l ekonomik geri kalmışlığın nedenini Osmanlı toplumunun dünya görüşünde buluyor. Yazara göre cemiyetin bilhassa Müslüman halkı, sözde, dine isnat ettirilen, mesnetsiz ve manasız bir kanaat felsefesine sarılmış bulunuyordu. Bu felsefeye göre; dünya fanidir (viranedir bu Gülşen değil). Dünya nimetleri sahte ve aldatıcıdır, bir lokma ve bir hırka, insanı öteki dünyanın yani cennetin ebedi zevklerine ulaştırmak için kafidir.”[10] Karal’a göre bu dünya görüşü gerek klasik Osmanlı gerek halk edebiyatında çeşitli örnekleriyle yaşamaktaydı ve halkta insanca yaşamak için çalışma güdüsünü köreltmişti.”
“Halil İnalcık’a göre Osmanlı Devleti, bir Ortadoğu devletiydi ve böyle devletlerde hakim zihniyet yönetim ve üretim sınıflarının değişmeden sürmesiydi. Ancak bu şekilde huzur ve refahın sağlanacağına inanılıyordu. Ekonomik yapının temel ilkesi (en azından devletin ilk birkaç yüzyılında) halkı yoksullaştırmadan devlet gelirlerini arttırmaktı. Bu amaca ulaşmak için de toplumsal düzende bir değişiklik olmaması gerekiyordu.”
“Haydar Kazgan, ayrıca, ekonomik kalkınma için gerekli sermaye birikimini engelleyen bir neden olarak, Kırım Savaşı’ndan sonra artan Batı tarzı tüketim alışkanlıklarını görüyor. Osmanlı Sarayı’nın ve bürokrasisinin mensupları ve hatta Hidiv’in Mısır’dan uzaklaştırdığı prens ve prensesler, müttefik yüksek rütbeli subayların ve sivil yüksek mevkiden görevlilerin tüketim tarzını taklit etmeye başladılar. Bu taklitçi tüketimi sürdürebilmek için Padişahın çevresindekiler ve bürokratlar, aynı Osmanlı Devleti gibi, borçla yaşama alışkanlığı edinmiş ve hatta ileri gelen devlet adamlarının Galata bankerlerine olan borçları siyasi skandallara, azil ve istifalara neden olmuştu. Osmanlı devlet adamları çok arzu ettikleri halde altyapı yatırımlarını gerçekleştirmek ve sanayi şirketleri kurmak için düşünülen tasarruflar sağlanamamıştır.”
‘’Tanzimat Dönemi’ndeki Osmanlı-İngiliz ilişkilerini inceleyen Frank Edgar Bailey, Osmanlı Devleti’nin sanayi üretimindeki geri kalmışlığını üç nedene bağlıyor: Sermaye eksikliği, demir ve kömür kaynaklarının sınırlı oluşu ve endüstrinin gelişmesini sağlayacak koruyucu gümrük tarifelerinin bulunmayışı. Bailey ve diğer batılı yazarların anlamakta güçlük çektikleri neden sonuncusuydu. Başka ülkeler yüksek gümrük duvarlarıyla gelişmekte olan sanayilerini korumaya çalışırken Osmanlılarda böyle bir amaç yoktu. Osmanlı Devletinde ithalattan alınan gümrük vergisi %3 olduğu halde ihracat vergisi %12 idi. Benzer mallar için İngiltere’de gümrük vergisi %60 idi. Yabancı yazarlar, hayret ederek, İngilizlerin kendi ülkelerinden önce, Osmanlı Devleti’nde serbest ticareti kabul ettirdiklerini yazıyordu. Osmanlı İmparatorluğu’nda durum böyle iken, Avrupa’nın önde gelen ülkeleri yerli sanayilerini geliştirmek için korumacılık tedbirlerini arttırıyordu. Edward Mead Earle’e göre, Osmanlı ticaretinde koruyucu tedbirlerin bulunmayışı, bu ülkedeki dokumacılık ve ayakkabıcılık gibi küçük ölçekli üretim faaliyetlerinin, Batı Avrupa’nın makine imalatı ucuz ürünleri karşısında rekabet edemeyerek sonunu getirmişti. Osmanlı İmparatorluğu, Batı toplumu ve uygarlığının modern temeli sayılan Endüstri Devrimi’nden nasibini almamıştı. Fakat onun kurbanı olmuştu.’’ (Necla Geyikdağı)
‘’Osmanlı yöneticileri Tanzimat sonrasında öncelikle devlet fabrikaları kurma yolunda önemli adımlar atarak işe başlamışlardır. İlk olarak bütçeden önemli paylar devlet fabrikalarına ayrılmıştır. Sanayileşmenin önemini kavrayan devlet adamları ikinci olarak Koca Mustafa Reşit Paşa’nın arzusuyla bir heyet oluşturmuşlardır. 1864’de “Islah-ı Sanayi Encümeni” adıyla kurulan heyet, modern tekniklerle donatılan Avrupa fabrikaları karşısında el emeği ile çalışan Osmanlı fabrikalarının şansı olmadığını düşünerek, büyük sanayi kuruluşları oluşturulması gerektiğini belirtmiştir. Heyet ayrıca, mamul standartlarının sağlanması, esnafların birleşerek kendi alanlarıyla ilgili büyük şirketler oluşturmaları, sanayi okulları kurularak sanayi sergileri açılması ve gümrük tarifelerinin değiştirilmesi konularında önemli tavsiyelerde bulunmuştur. Gümrük tarifelerinin değiştirilmesi dışındaki tavsiyeler kısmen uygulamaya geçirilmiştir (Eldem, 1994,58-59).
Sanayinin güçlendirilmesi için kurulan komisyonun görüşleri doğrultusunda birçok şirket beş-altı yıl içinde İstanbul’da kurulmuştur. Kumaşçı, dökmeci, toptancı, demirci, tabakçı, saraç esnafı şirketleri ve simkeşhane (altın, gümüş işleme yerleri) gibi birçok kuruluş özellikle İstanbul ve civarında oluşturulmuştur. Bu çalışmaların ardından belediye, esnaf ve ticaret nezaretinin işlerine karıştığı gerekçesiyle 1873 yılında Islah-ı Sanayi Encümeni kaldırılmıştır. Encümenin kaldırılması ile birlikte devletin küçük esnafı korumaya dönük politikaları gecikmeye uğramış ve yavaş yavaş ortadan kalkmıştır (Ortaylı, 1978,123-126). Islah-ı Sanayi Encümeni Osmanlı Devleti’nde özel girişimi desteklemek amacını da taşımıştır.
Osmanlı sanayisinin büyük ölçüde insan gücüne dayalı yapısını oluşturan lonca teşkilatı ve gedik sistemi güçlü Avrupa rekabeti karşısında eski dayanışmacı yapısının verdiği direnci kaybederek çözülmeye başlamıştır. 1860’lı yıllardan itibaren mahalli anlamdaki ekonomik sorunların vilayetlerde toplanacak, genel kurulca tespit edilerek Şura-ı Devlet’e (Danıştay) bildirilmesi yöntemi getirilmiştir. Bu girişime paralel olarak 1869 senesinde ticaret, sanayi ve ziraata ilişkin çeşitli teklifler Şura-ı Devlet’te görüşülerek öncelikli olanların gerçekleştirilmesi için çalışmalar yapılmıştır (Giz, 1968, 17- 23). Özellikle 1863’deki sanayi sergisi ve kurulan sanayi mektepleri ile aynı amaçlar doğrultusunda Islah-ı Sanayi Encümeni kurulmuştur. Daha sonraki dönemlerde kurulacak olan sanayi ve ticaret odaları ile yavaş yavaş çözülen esnaf teşkilatı (gedik-lonca) arasındaki boşlukta Islah-ı Sanayi Encümeni devreye sokulmuştur. Yani bugünkü anlamda ticaret ve sanayi odalarının ilk örneğini bu encümen oluşturmuştur (Şener,2007,65). Yarı resmi nitelik taşıyan ve dokuz üyesinin beşi devlet, dördü ise sanayi temsilcilerinden oluşan encümenin programında başlıca şu hususlar yer almıştır (Giz, 1985,1360);
Esnafın bir araya gelerek sermayelerini birleştirmek yoluyla şirketler kurmaları,
Devletin ihtiyaçlarının bu şirket mamullerinden karşılanması,
Sanayi mamullerinin ucuz, sağlam ve kaliteli yapılmasının temini,
Sanayi mamullerinin ölçü ve miktarlarına göre fiyatlarının bilirkişilerce tespit edilerek ilan edilmesi,
Buluş (ihtira) sahiplerinin komisyona başvurarak kendilerine imtiyaz verilmesi,
Sanayinin geliştirilmesi için memleketin her yerindeki sanayicilere uyarılarda bulunulması.
Encümen aracılığıyla bir kısım esnaf tarafından oluşturulan şirketler oldukça başarılı olmuştur. Ancak sorunlara doğru teşhis koyulmuş olmasına ve bazı girişimlere yol açmasına rağmen, devrin sosyal ve iktisadi istikrarsızlığı dolayısı ile devletin gerekli ilgiyi gösterememesi yüzünden encümen on yıl gibi kısa bir süre sonra 1873’de kaldırılmıştır. Diğer taraftan sanayiyi teşvik için ve fabrikalar kurmak maksadıyla 1851 ve 1873 yıllarında alınan kararlarla fabrika kuracaklara gümrük ve vergi muafiyetleri tanınmıştır. 1888 yılında bu muafiyetler fabrika inşasına lüzumlu maddeleri içine alacak şekilde genişletilmiş ve 1897’de yeni fabrikalara on yıl müddetle vergi muafiyeti getirilmiştir. Öte yandan şeker, dokuma, cam, porselen, kâğıt, kibrit, kauçuk gibi alanlarda faaliyette bulunan bir takım fabrikalara belirli süreler ve bölgeler için sınırlı kapsamda imtiyazlar verilmiştir. Özellikle büyük fabrikalar kurulurken Avrupa’dan ilk defa getirtilecek makine ve alet-edevat için gümrük muafiyetleri tanınmıştır (Şener, 2007,65). Yine bu fabrikalarda imal edilen mamuller için ihraç ve iç gümrük muafiyetleri de tanınmıştır (Ökçün,1972,157).
Merkantilist sistemin( devletlerin ekonomik ve siyasal gücünü artırmak için ülkedeki altın ve gümüş miktarını artırmak anlayışı) etkileri, Avrupa ülkeleri ile yapılan ticaret sözleşmelerinin sınırlamaları sonucunda Osmanlı Devleti’nin sanayileşme adına getirdiği bu tür teşvik ve korumacı tedbirler ancak belli bir dereceye kadar etkili olabilmiştir. Zaten bu iki etki nedeniyle getirilen yeni uygulamaların çoğunu hayata geçirmenin çok kolay olmadığını belirtmek gerekmektedir.
Diğer taraftan devlet yeni kurulacak fabrikaları ticaret anlaşmalarından dolayı ülke içinde sağlanan bazı sübvansiyonlarla desteklemeye çalışmıştır. Ancak, en önemlisini fabrikaların ürettiği mamullerin devlet tarafından satın alınması olarak niteleyebileceğimiz bu sübvansiyon dahi Avrupa tepkisinden çekinildiği için büyük bir gizlilik içinde gerçekleştirilmiştir. Ayrıca fabrikalarda çalışan ve askerlik çağına gelen usta ve işçilerden kurası isabet edenlerin askerliğinin ertelenmesi fabrikaların gelişimi için gerçekleştirilen diğer yeniliklerdendir. Tüm bu teşvik ve koruma tedbirlerine rağmen devlet girişimlerine, esnafa tanınan kolaylıkların çoğunun tanınmadığını söylemek mümkündür. Esnafa gümrük koruması yanında ham madde ihracının yasak edilmesi gibi ayrıcalıklar veren devlet kendi yatırımlarını koruyamamıştır. Osmanlı iktisadi dünya görüşü bu durumun temel nedenidir (Genç,1989,179).
Devletin kurulacak olan büyük boyutlu fabrikaları desteklemesi önemli amaçlar doğrultusunda gerçekleşmiştir. Temel amaç sanayileşmenin sağlanması olarak görülmekle birlikte genel ekonomik dengelerle ilgili amaçlar da görülmektedir. Dış ticaret dengesinin sağlanması genel amaçların en başta olanıdır. Fabrikaların kuruluşundaki temel amaç hem halkın hem de askerlerin ihtiyaçlarını karşılamak, böylelikle dış ticaret dengesine de katkı da bulunmaktır (Şener,2007,66).
Fabrikalar kurularak askerlerin bir ölçüye kadar halkın ihtiyaçlarının memlekette yapılacak üretimle karşılanması, böylelikle yurt dışına gidecek paraların ülke içinde kalması sağlanmaya çalışılmıştır. Aynı zamanda, halkın ihtiyaçlarının da en azından bir kısmının bu fabrikalar aracılığıyla ucuz bir bedelle karşılanması devlete olan güveni arttırmıştır. Avrupa’da olduğu gibi memleketin sanayileşmesini sağlamak ve gelir elde etmek, kurulan fabrikaların diğer amaçları arasında sayabileceğimiz unsurlardandır. Gelir elde etme anlayışı başlangıçta çok açık söylenmese dahi sonraki dönemlerde yapılan uygulamalarda açık olarak ortaya çıkmaktadır. Bu durumu ilgili fabrikalara ait gelir gider rakamlarına bakarak görmek mümkündür (Şener,2007,67).
XIX. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde sanayileşmeye dönük yapılan girişimler neticesinde döneme damgasını vuran önemli sanayi kuruluşları inşa edilmiştir. Bu kuruluşlar yapılan çalışmaların sözde kalmadığını göstermektedir. Bu fabrikalar güçlü Avrupa sermayesi ile üretilen mallar karşısında rekabet etmek zorunda kalmış, bazen maliyetlerinin altında mal satarak zarar dahi etmişlerdir. Ancak, kısa dönemde de olsa güçlü Avrupa mallarının Osmanlı pazarını kontrolü engellenmiştir. Dönemi itibari ile sanayileşme çabasına paralel olarak kurulan bazı devlet fabrikaları arasında Feshane-i Amire, İzmit Çuka Fabrikası, Veli efendi Basma Fabrikası, Hereke Kumaş Fabrikası, Bursa ipek Fabrikası, Yeni Darphane, Zeytinburnu Demir Fabrikası ve Yıldız Çini Fabrikası’nı saymak mümkündür.
Tanzimat’tan sonra devlet fabrikaları yanında özel fabrikaların da oldukça yaygın biçimde kurulmaya çalışıldığı görülmektedir. Kurulan özel fabrikalarda uygulanan genel prosedür standart olmakla birlikte zamana ve fabrikanın özelliğine göre değişik durumlar gösterebilmiştir. Genelde ilk başvuru, fabrikanın kurulacağı yer mülki amiri olan kaymakam ya da valiye yapılmıştır. Eğer kaymakamlığa bir başvuru yapılmışsa başvuru kaymakamlıktan valiliğe, valilikten bulunulan yer yerel meclisi olan Meclis-i Ma’abir’e havale edilmiştir. Meclis-i Ma’abir fabrika ve yeri ile ilgili detaylı araştırmalar yaptıktan sonra, uygun olup olmayacağını valilik kanalı ile merkeze, sadrazamlığa bildirmiştir. Sadrazamlık yazıları duruma göre bazen Nafıa, bazen Ticaret, Ziraat veya Sağlık Meclis ya da Nezareti’ne görüş sorarak, Meclis-i Vâlâ’ya göndermiştir. Meclis-i Vâlâ genellikle konuyu kanunlar ve nizâmlar dairesinde inceleyerek bir takım şartlar karşılığında ruhsat verilmesini uygun ya da uygunsuz bulmuştur. Meclis-i Vâlâ’nın kararları ise padişah iradesine sunulmuştur.
Özel fabrika kuracak olanlara bazı durumlarda imtiyaz hakkı verilmiş bazı durumlarda ise verilmemiştir. İmtiyaz konusunda her sektör için değişik sayılabilecek uygulamalar görülmektedir. Ancak, genellikle aynı sektörler için benzer uygulamalar dikkat çekmektedir. Sivil itaati sağlamak amacıyla kurulacak her yeni fabrikaya devletin zabıta kurallarına uyması ve çevreye zarar vermemesi ön koşul olarak getirilmiştir. Vergi ve resim bütün fabrikalar için istisnasız uygulanmıştır. Vergi oranları sektörüne göre değişme gösterirken, her sektör için on Osmanlı Lirası resim ödeme şartı getirilmiştir. Bazı durumlarda kurulacak fabrikalarda istihdam edilecek işçilerin Osmanlı vatandaşı olma şartı da konulmuştur.
Osmanlı Devleti’nde sanayileşmede devlet ve özel sektör girişimleri Tanzimat sonrasında yoğunlaşmasına rağmen bu durum Osmanlı’yı bir sanayi toplumu haline getirememiştir. Ancak, gösterilen çabaların boşa gittiğini söylemek de zordur. Çünkü en azından yeni Cumhuriyet’e belirli oranda gelişmiş sayılabilecek sanayi kuruluşları devredilmiştir. Sanayileşmede özel teşebbüs alanında genelde gayrimüslim Osmanlı vatandaşları ve yabancıların payının oldukça yüksek olduğu görülmektedir. Turgutlu, Kırkağaç, Biga, Tekirdağ ve Balıkesir’deki pamuk fabrikaları, İzmir’de susam fabrikası, Van aba fabrikası, Malkara, Midilli ve Çanakkale’de un fabrikası, Beyrut’ta kâğıt fabrikası ve Trabzon’da kumaş, elbise fabrikası bu tür özel girişimlere örnek gösterebileceğimiz türden fabrikalardır. Bunların dışında 1840-1881 yılları arasında bini aşkın örnek bulunmaktadır.
Osmanlıdaki devlet ve özel girişim sanayileşme çabaları sonucu kurulan fabrikaların birçoğu cumhuriyet dönemi Türkiye’sine devrolmuştur. Özellikle büyük çaplı devlet fabrikaları 1960’lara kadar varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bu fabrikalar 1927’lerden itibaren başlatılan sanayileşme çabalarına ışık tutmuştur. Öte yandan özellikle küçük çaplı teşebbüsler şeklinde gerçekleştirilen özel girişim fabrikaları iç talebin karşılanmasında önemli etkiye sahip olmuştur. Ayrıca, bu tür özel girişimler, girişimcilik ruhunun Türkiye’de yerleşmesine katkıda bulunmuştur.’’ (Stratejik Ortak ,Eylül.2023)
Osmanlı Devleti’ndeki sanayileşme sürecini, ( Donald Quataert’in 20) de önerdiği şekliyle, 19. yüzyılın başından 1826’ya kadar olan dönem, 1826-1870 ve 1870-1914 dönemleri olmak üzere üç temel dönemde incelemek doğru olacaktır.
Özellikle ilk iki dönemde fabrikalaşma sürecinde asıl aktör devlettir. Osmanlı sanayileşmesi kapsamındaki fabrikalara bakıldığında her şeyden önce ordu ihtiyaçlarını önceleyen bir mantığın yürütüldüğü görülmektedir. Bu çerçevede erken dönemlerde baruthaneler ve 15. yüzyıl sonlarında tophane ile ortaya çıkmaya başlayan fabrikalar daha sonra askerin giyim ihtiyaçlarını da karşılayacak şekilde bir çeşitlenmeye gitmiş, bu çerçevede tekstil ve ayakkabı/bot fabrikaları kurulmuştur. 19. yüzyılda üretim çeşitliliğine yol açacak yeni fabrikalar kurulmuş ve toplum için de üretim yapan fabrikalar ortaya çıkmıştır. Tarihsel olarak fabrikalarla ilgili yaşanan bir diğer değişim de 18. yüzyılın sonlarından itibaren fabrikalaşmada Avrupa’yı merkeze alan bir ideolojisinin hâkim olmasıdır. Bu çerçevede sanayileşmenin ana motivasyonlarından biri, belki de en önemlisi, Osmanlı’nın Batı tipi üretim sistemini transfer etme çabasıdır. Bu çerçevede fabrikaların mimari planlarından makinelerine, çalıştırılan mühendis ve yöneticilerden ürün tasarımlarına kadar hemen her şey Batı dünyasından transfer edilmiştir. Sanayileşme sürecinde kurulan fabrikalara coğrafi açıdan bakıldığında ise bunların çok büyük bir bölümünün İstanbul’da kurulduğu ve İstanbul’un devletin en önemli sanayi üssü olduğu görülmektedir. İstanbul’dan sonra İzmit ve Bursa’nın da devlet fabrikalarında önemli ev sahipleri olduğu anlaşılmaktadır. (Mustafa Kurt, Kemalettin Kumcu, Bekir Çakır, Kemal Demir)
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren, sanayileşme ve modernleşme çabaları kapsamında birçok fabrika ve tesis açılmıştır. Bu tesisler, genellikle devlet veya özel girişimciler tarafından kurulmuş ve çeşitli endüstriyel alanlarda faaliyet göstermiştir. İşte Osmanlı İmparatorluğu döneminde işletmeye açılan bazı önemli fabrika ve tesisler:
(Listedeki bazı bazı tesisler için Academia-Ali Orhun dan faydalanılmıştır)
Bu tesislerin sıralamasında kayda değer bulunanlar alınmıştır. Değişik kaynaklar incelendiğinde Devlet tarafından hesaba kaymaya değer 160, özel sektörce 214 tesis veya fabrika yapıldığı bilinmektedir. İlk bakışta oldukça fazla gibi anlaşılır. Osmanlı Döneminin süresi ve topraklarının genişliği dikkate alındığında sanayileşmenin olması gerekenin çok çok altında gerçekleştiği ortadadır.
Bu liste, Osmanlı İmparatorluğu döneminde kurulan bazı fabrika ve tesisleri içermektedir. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerindeki sanayileşme çabaları sınırlı kaldı ve bu tesisler daha sonraları Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu sırasında daha fazla geliştirildi.
Osmanlı İmparatorluğu’nun geri kalmışlığına ilişkin birçok faktör bulunmaktadır ve bu faktörlerin karmaşıklığı nedeniyle tek bir nedenle açıklamak mümkün değildir. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun geri kalmışlığını etkileyen temel faktörler şunlar olabilir:
Coğrafi Faktörler: Osmanlı İmparatorluğu’nun coğrafi konumu, Avrupa, Asya ve Afrika’nın kavşak noktasında yer almasına rağmen, bu konumun getirdiği avantajları tam anlamıyla kullanamamıştır. İç bölgelerdeki ulaşım sorunları ve deniz ticaretini kontrol etmekte yaşanan zorluklar, ekonomik kalkınmanın önündeki engellerden biri olmuştur.
Siyasi Yapı: Osmanlı İmparatorluğu, zaman içinde giderek karmaşık ve merkeziyetçi bir yönetim sistemine sahip olmuştur. Bu durum, yerel yönetimlerin etkisini azaltmış ve merkezi hükümetin her şeyi kontrol etme eğilimine yol açmıştır. Bu, yerel inovasyonu ve girişimciliği kısıtlamıştır.
Askeri Sorunlar ve Savaşlar: Osmanlı İmparatorluğu, sık sık askeri başarısızlıklar yaşamış ve bu başarısızlıklar imparatorluğun kaynaklarını tüketmiştir. Zaman içinde ordunun disiplinsizliği ve modernleşme eksikliği gibi sorunlar ortaya çıkmıştır. Başta Rusya olmak üzere her 10 yılda bir savaş başta insan olmak üzere bütün ekonomik kaynakları yok etmiştir.
Ekonomik Faktörler: Osmanlı ekonomisi, tarım ve geleneksel el sanatlarına dayalıydı ve bu sektörlerdeki gelişme sınırlıydı. Ayrıca, Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’daki sanayi devrimine ayak uyduramamıştır. İmparatorluk, dış ticarette geri kalmış ve özellikle Avrupa ile ticaret dengesizdi.
Yönetim Yolsuzluğu: Osmanlı İmparatorluğu’nda yönetimdeki yolsuzluklar ve rüşvet, kaynakların yanlış kullanılmasına ve adalet sisteminin güvensiz hale gelmesine neden olmuştur.
İçsel Ayaklanmalar ve Etnik Sorunlar: Osmanlı İmparatorluğu, içsel ayaklanmalar ve etnik sorunlarla sık sık karşı karşıya kalmıştır. Bu, istikrarı zayıflatmış ve yönetimin enerjisini tüketmiştir.
Modernleşme Yetersizliği: Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’da başlayan modernleşmeyi yakalamakta yetersiz kaldı. İmparatorluk, teknolojik, bilimsel ve sanatsal alanlarda geri kalmış ve bu da rekabet gücünü azaltmıştır.
Yanlış Din Anlayışı: Bilhassa 1517 Ridaniye savaşı sonrası Hilafetin Osmanlı Padişahına geçmesine ses çıkarılmaması için Mısır ve o bölgeden getirtilen sayıları iki bin civarında olan din adamı (Mele) İstanbul’daki okullara ve diğer eğitim kurumlarına yerleştirildi. Okullardan Matematik ve Fen dersleri kaldırıldı. Başta matbaa olmak üzere birçok yeniliğe karşı çıkıldı. İslami Kura’n anlayışından uzaklaşılarak, Arap kültürünün hakim olduğu, bilim ve aklın kenara itildiği maalesef eşarilik, selefilik hatta bedevilik uygulamaları hakim oldu.
Osmanlı Döneminde Dini Otoritenin karşı çıktığı yenilikler;
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, dini otorite (yani, İslam alimleri ve dini liderler) çeşitli yeniliklere karşı çıktı. Bu yenilikler, geleneksel İslam normlarına veya otoritelerine meydan okuyan veya İslam toplumlarının geleneksel yaşam tarzını değiştiren değişiklikleri içeriyordu. İşte bu dönemde dini otoritenin karşı çıktığı bazı yenilikler:
Tanzimat Reformları: 19. yüzyılın ortalarında Osmanlı İmparatorluğu’nda başlayan Tanzimat reformları, devletin modernleşmesini amaçlayan bir dizi değişikliği içeriyordu. Bu reformlar arasında adalet sistemi, eğitim sistemi ve yönetimde merkeziyetçiliğin azaltılması gibi önemli değişiklikler bulunuyordu. Dini otorite, bu reformların İslam hukukunu ve geleneksel İslam normlarını etkileyebileceği endişesiyle karşı çıktı.
Meşrutiyet Hareketleri: Osmanlı İmparatorluğu’nda, özellikle 20. yüzyılın başlarında, meşrutiyet hareketleri ortaya çıktı. Bu hareketler, anayasal hükümeti savunuyor ve padişahın yetkilerini sınırlamayı amaçlıyordu. Dini otorite, bu hareketleri sıklıkla laiklik ve sekülerleşme olarak algılayarak karşı çıktı.
Eğitim Reformları: Osmanlı İmparatorluğu’nda modern eğitim sistemi kurma çabaları, dini okulların ve medreselerin yerini daha çağdaş eğitim kurumlarına bırakmasını gerektiriyordu. Dini otorite, bu eğitim reformlarını geleneksel dini eğitim modeline bir tehdit olarak gördü.
Kadın Hakları ve Reformlar: Osmanlı İmparatorluğu’nda kadın hakları ve kadınların toplumsal statüsünü iyileştirmeye yönelik reformlar da dini otorite tarafından eleştirildi. Örneğin, kadınların eğitim hakkı ve kamu yaşamına daha fazla katılım hakkı gibi konularda reformlar gerçekleştirilemedi..
Şeyhülislam ve Din Adamlarının Tutumu: Şeyhülislam gibi dinî liderler, bazen devlet politikalarına ve reformlara karşı çıktılar. Ancak bu tutum, döneme ve liderlere göre değişebiliyordu. Bazı dini liderler, reformları destekledi veya tarafsız kaldı, ancak bazıları reformlara karşı çıktı.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde dini otoritenin bu yeniliklere karşı çıkması, modernleşme ve sekülerleşme (dünyacılık anlayışı) gibi kavramların İslam dünyasında nasıl algılandığını ve nasıl bir tepkiyle karşılandığını gösteren önemli bir tarihsel örnektir. Bu çatışmalar, Osmanlı İmparatorluğu’nun sonunu hazırlayan faktörlerden biri oldu ve Osmanlı İmparatorluğu’nun yerini Türkiye Cumhuriyeti gibi laik bir devlete bırakmasının önünü açtı.
Osmanlı İmparatorluğu döneminde, özellikle 19. yüzyılın sonlarına doğru, dini otorite bazı teknolojik ilerlemelere karşı çıktı. Bu çatışmalar, geleneksel İslam normları ile modernleşme ve teknolojik ilerleme arasındaki çatışmayı yansıtıyor ve dini liderlerin toplumdaki değişikliklere nasıl baktığını gösteriyor. İşte bu dönemde dini otoritenin karşı çıktığı bazı teknolojik ilerlemeler:
Matbaanın Kabulü: Matbaanın Osmanlı İmparatorluğu’na tanıtılması, İslam dünyasında büyük bir değişikliği beraberinde getirdi. Matbaa, kitapların daha hızlı ve ucuz bir şekilde çoğaltılmasını mümkün kıldı ve bu da bilgi ve fikirlerin daha geniş bir kitleye ulaşmasına yol açtı. Ancak bazı dini otoriteler, bu yeni teknolojiyi endişeyle karşıladılar, çünkü kitapların hatalı basılması veya İslam’la uyumsuz fikirlerin yayılması gibi olumsuz sonuçlara yol açabileceğini düşündüler.
Telgraf ve İletişim Teknolojileri: Osmanlı İmparatorluğu’nda telgraf ve diğer iletişim teknolojileri kullanılmaya başlandığında, bu teknolojiler hızlı ve etkili bir iletişimi mümkün kıldı. Ancak bu, bazı dini liderler tarafından, gizlilik ihlali ve yanlış bilgi yayılması riski olarak görüldü. Ayrıca, iletişim teknolojileri, toplumun daha fazla seküler ve batılılaşmış bilgilere maruz kalmasına neden oldu.
Demiryolu ve Ulaşım Teknolojileri: Osmanlı İmparatorluğu’nda demiryolu ve diğer ulaşım teknolojileri yaygınlaştığında, bu teknolojiler bazı dini liderler tarafından “şeytanın işi” olarak eleştirildi. Demiryolu ve trenlerin hızı ve modernliği, geleneksel yaşam tarzını tehdit edebileceği endişesini yarattı.
Fotoğraf ve Sinema: Fotoğrafçılık ve sinema gibi görsel medya, Osmanlı İmparatorluğu’nda yayılmaya başladığında, bazı dini liderler bu teknolojileri “putperestlik” veya dini değerlere aykırı olarak gördüler. Özellikle figüratif resimlerin ve insan portrelerinin dini normlara aykırı olduğu düşünüldü.
Bu örnekler, Osmanlı İmparatorluğu döneminde teknolojik ilerlemenin dini otorite tarafından nasıl karşılandığını göstermektedir. Dini liderler, teknolojik ilerlemeyi dikkatle incelediler ve bazen bu ilerlemelerin İslam’ın öğretileriyle uyumsuz olduğunu veya geleneksel değerlere zarar verebileceğini düşündüler. Ancak aynı zamanda, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde modernleşme ve teknolojik ilerleme savunucuları da vardı ve bu, Osmanlı toplumunda geleneksel ve modern arasındaki çatışmaların bir yansımasıydı.
Osmanlı İmparatorluğu’nun geri kalmışlığı, birden fazla faktörün bir araya gelmesi sonucu oluşmuştur ve bu faktörlerin etkileşimi oldukça karmaşıktır. İmparatorluk, bu sorunları aşmaya çalışsa da, bu çabaların yetersiz kaldığı ve sonunda çöküşünü hızlandıran birçok içsel ve dışsal baskıyla karşı karşıya kalmıştır.