Yükleniyor...
Türk ulusu olarak lider kültüne duyduğumuz bağlılık su götürmez bir gerçektir. Bunu bildiği için de belki Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk “Şayet bir gün çaresiz kalırsanız, kurtarıcı beklemeyin; kurtarıcı siz olun.” demiştir. Her şeyi devletten bekleyen bir toplum olmamızın özünde biat etme kültürünün hiçbir alakası yoktur hâlbuki. Türk toplumu biat etmeden devletini yüceltir çünkü devletin varlığı ulusun yücelmesi içindir. Bunu bilenler ile sorgusuz sualsiz biat edenler aynı Türklüğün ferdi değildir ne yazık ki.
Sorgusuz sualsiz biat korkudan geçer, saygıdan değil. Saygının olmadığı yerde korku ile sindirilmiş yığınlar arasında da ahlak aranması manasızdır. Çünkü ahlak temiz bir kalpten ve düşünce yapısından gelir. Bu sebeple ahlaksız insanların birçoğu aynı zamanda da korkak insanlardır. Çünkü sanılanın aksine temiz insan olabilmek korkak beşer olmaktan çok daha zordur ve cesaret ister.
Dünya olarak iyiliği ve güzelliği geride bırakmaya ant içmiş bir şekilde geleceğe umutsuz bakıyoruz. Ekvatorun iki tarafı da küreselcilere hizmet etmek için yarışan basiretsiz siyasetçilerin aldığı kararlar altında ezilmektedir. Yüzyıllardır süren bu ağır küreselci tahakküme rağmen sesini çıkaranlar da azımsanmayacak kadar çoktur. İyi insanların belki de sindiği yerde haykıran beşerler çoğunlukta gözüküyorsa bile sessiz yığınlar ne haklılığından kaybediyor ne de bu mücadele için geç kalmışlardır.
Bu savaş insan ile beşerin; uygarlık ile küreselin mücadelesidir.
Bu savaş bir yerde de siyasetçilere ve onların yalanlarından güç alanlara karşı verilmektedir. İnsan kendini bu devler karşısında belki bu kadar güçsüz hissediyordur. Yiğitliğin yeri pompalanan yalanlara bırakılmış durumda. İyinin kötüsü ve kötünün iyisi arasına sıkıştırılmış toplumlar seçmeye zorlandıkları ikilemler arasında her türlü cezalandırılmaya tabi tutuluyor. Refaha sahip olanlar medeniyette yaşadığı algısına kapılırken esas uygarlığa zamanında ulaşmış olanlar ise bağnaz ve gerici yapılara teslim ediliyor.
Gerçek devrimlere düşmanlık duyanlar karşı devrimlerini asla yalansız yapamazlar. Yalanların büyüklüğü kitlelerde sorgulamayı yitirtir. Yitirilen sorgulama yerini yalana iman etmeye bırakır. İnsan doğasının ve başarısının güzelliğine imanını yitirenler artık korkuya iman etmeye başlar ve giderek beşerleşir. Beşerin olduğu yerde de uygarlık namına iz bırakılmaması adına her yol mübahtır. Beşerin ihtiyacı dolandırıcılardır. Beşer kanmak ister; beşer kandırılır. Beşer geleceğini ve ruhunu satar. Beşerin düşüncesi olmaz; tasması olur. Totaliterlerin haykırttığı yalanlar onlara su kabı mesafesinde kalır. Önlerine atılanlar ise bir devrimin geleceğini çalar. Ne yaptığını bilmeden haykırdıkları esasen bir uygarlığın dibine dinamit döşemekten hâllice sapkınlıktır. Töresine ihanet edemez çünkü töresi dahi yoktur. Basiretsiz siyasetçilerin ve avanesinin çığırtkanlığını yapanlar böylelikle farkında olmadan uygarlığımızın esas düşmanları olmuştur.
Türk ulusunu uygarlıktan koparmak için en büyük görev irticai faaliyetlere verilmiştir. Müritlerin şeyhleri uçurduğu bir diyar olmaya zorlanan ülkemiz bütün akılcılığı ve ilerlemeyi rafa kaldırıp hurafelere sarılmıştır. Her yıl değiştirilen eğitim müfredatı artık tanınmaz bir hâle gelerek diledikleri kindar nesli oluşturma çabasını ispatlama yarışına girdi. Tarikat ve cemaatlerin ileri gelenleri yanlarında yetişen bakanlardan, vekillerden, bürokratlardan övgüyle bahsederler. Müritler, başka bir cemaatin yanında dahi ibadet etmekten kaçınırken yöneticilerimiz tarikat, cemaat ve bilumum iltisaklı vakıf güzellemekle günlerini geçirir. Böyle bir ortamda milletin hizmetkarları esasen kime hizmet ediyor bilebilir miyiz? Neredeyse kadrolarının çoğunun kişisel isteklere ve kliklerin gücüne göre oluşturulduğu bir sistem içerisinde kürsüde edilen yeminleri kimler hatırlayıp onurlandırıyor?
Yıllar içerisinde Türk töresinin ve kurduğu uygarlıkların banisi olan laiklik yavaş yavaş kamusal ve sosyal hayattan çıkarıldı. Bunun en acı sonuçlarını artık neredeyse düşüncenin yasaklandığı eğitim içerisinde görüyoruz. Yıllar öncesinde eğitim programının ortasına yerleştirilmiş olan “dindar ve kindar nesil” isteği belli bir yere kadar işe yaradı. İnsanların içerisinden imanı ve sevgiyi sökmeye çalıştıkça kindarlaşacağımızı düşündüler. Nefret üzerine dizayn etmek istedikleri bir toplumsal mühendislik oyununu hayata geçirdiler. Ağacı yaşken eğmeye çalıştıkça köklerimizin töremize ne denli bağlı olduğunu hesaplayamadılar.
Kadını, erkeği ve genciyle damarlarımızda akan kan binlerce yıldır uygarlığa beşik olmuş Türk töresini ve kültürünü nesilden nesile aktarmaktadır. Bu aktarım, sanılanın aksine o denli kuvvetlidir ki hiçbir irticai faaliyet ve kindarlığa saplanmış kalp, karşısında duramaz. İhanetin ve kara propagandanın gökten dahi yağdırıldığı mütareke yıllarında Türk ulusu dahili ve harici düşmanlarının tamamına karşı topyekun mücadele edecek gücü tüm imkansızlıklar içerisinde bulabilmiştir.
Bağımsızlık ve özgürlüğün karakterimiz olmasının sebebi, uygarlığımızın bilincinde olmamızdır. Türk’ün boyunduruk altında olmamasının en büyük sebeplerinden biri kendi yönetim anlayışımızda boyunduruk altına almamamızdır. Töremizin değişmez hükümleri olan könilik (adalet), uzluk (iyilik, faydalık), tüzlük (eşitlik) ve kişilik (insanlık) uygarlığımızın temelini oluşturarak aynı zamanda tüm dünyaya da bu hükümlerin önemini göstermiştir. Bu yüzden bu savaş insan ile beşerin; uygarlık ile küreselin mücadelesidir. Töreyi kanında taşıyanlar da asla dogmanın boyunduruğu altına girmeyecektir.
Mimberden kılıç çekenlere destek verenler Türklüğü savunmak için canını feda etmeye hazır olan askerimize saldırmaya devam etsin, Türk’ün uygarlığı yeniden güneş gibi doğacaktır.
“Fikrimiz, zihniyetimiz uygar olacaktır. Şunun bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. uygar olacağız. Bununla iftihar edeceğiz.”
Mustafa Kemal Atatürk, Kastamonu, 1925