Ne desem yavan kalıyor

Deprem gününden beri gözüm, kulağım; aklım, fikrim depremle. İyisiyle kötüsüyle bireysel ve toplumsal refleksleri anlamaya çalışıyorum. Tanıdığım tanımadığım her alandan insanların ve kurumların tepkilerini ölçüyorum. Duygudaşlıkları, merhameti, yardım ve dayanışmaları, öfkeleri, isyanları, bozgunculukları, fırsatçılıkları gözlemliyorum. Ülkenin her yanından destek ve yardım için yollara dökülen; bir şeyler yapabilir miyim diye çırpınanlar… Duygusal, heyecanlı ve anlık tepkileri […]


Paylaşın:

Deprem gününden beri gözüm, kulağım; aklım, fikrim depremle. İyisiyle kötüsüyle bireysel ve toplumsal refleksleri anlamaya çalışıyorum. Tanıdığım tanımadığım her alandan insanların ve kurumların tepkilerini ölçüyorum. Duygudaşlıkları, merhameti, yardım ve dayanışmaları, öfkeleri, isyanları, bozgunculukları, fırsatçılıkları gözlemliyorum.

Ülkenin her yanından destek ve yardım için yollara dökülen; bir şeyler yapabilir miyim diye çırpınanlar… Duygusal, heyecanlı ve anlık tepkileri yüksek bir toplumuz.

Siyasetin ve siyasetçinin tepkisi ve yaklaşımı da beni yanıltmadı. Bizim siyasetçiler de bize özgü. Gündelik sıcak siyasetten, iktidarıyla muhalefetiyle yıllar önce sıdkımı sıyırmıştım, kanaatimin ne kadar yerinde olduğunu bir daha test etmiş oldum. Eleştiri ve öneri elbette olacak; eleştirilenler de bundan elbette yararlanacak ama seçilen kelimeler, yapılan vurgular ve sesteki frekans, yüz ve beden diliyle birlikte okununca ‘İşte bizdeki siyasi anlayış ve seviye!’ deyip, yığılıp kalıyorum.

Deprem bölgesindeki felaketzedeler, depremzedeler ile onlara yardım çabasında olanlar arasında tam samimi, içten görüntüleri ile sosyal medyada sahadan uzak yapılan yorumlar hiç örtüşmedi. Siyasetçilerce millet, hükûmet ile muhalefette olan belediyeler arasında, bölünüverdi. Felaketle doğrudan ilgili AFAD, Kızılay ve diğer devlet kurumları ile bazı meslek örgütleri ve sivil toplum kuruluşları yine siyasetçilerce ve sosyal medya avanaklarınca ayrıştırıldı. Böyle bir ortamda da zaten olma ihtimali yüksek her türlü olumsuzluklarla ilgili abartılı yalan ve kışkırtmalar aldı başını gitti.

Yazdığım makaleleri ve şiirleri bile paylaşasım gelmedi. Çünkü ne desem az kaldı, sıradan kaldı, yetersiz geldi. Ya da bu duygu yoğunluğu içinde insanların anlayacağından emin olamadım. Bir tanınmış yazarın yazısına gönderdiğim birkaç dörtlüğü bir kişi onaylamış 11 kişi karşı duruş göstermiş. Demek ki öfke ve taraftarlık hissi sağlıklı muhakeme imkanını kısıtlıyor. Hâlbuki ki orda ben hem iktidarın hem muhalefetin tavrını sınırlı sayıdaki kelimeyle eleştirel ifade etmeye çalışmıştım.

Ana akım medya ve bir whatsapp grubundaki yazışmalara bakarken; kaç gündür tartışılan konular birkaç cümle yazmama kapı araladı.

Tüm dünya devletlerinde en organize güç kapasitesi o ülkenin ordusudur. Hiçbir resmî veya sivil organize güç ordu kadar olamaz. Ordu karakteri gereği o toplumun en dinamik ve akışkan, mobilize olma kabiliyeti yüksek olan organizasyonudur. Olağanüstü büyük, yaygın olgu ve olaylarda doğal afetlerde o toplumun en fonksiyonel kurumudur. On binlerce kişilik, binlerce araçlık bir organize kitlesel hareketi her türlü iklim ve coğrafya şartlarında intikal ettirebilen; yedirip içirebilen; giyindirip barındırabilen bir güçtür. Bu durum dünyanın her ülkesinde benzerdir. Ordu, hem kendi güvenliğinin hem toplumsal güvenliğin hem de ülke güvenliğinin asli gücü olması yanında yaygın, büyük doğal felaketler durumunda da toplumun ilk akla gelen ve beklenen kurumudur.

“Ordu neden harekete geçirilmedi? Devlet nerede?” çığlıklarını, sorularını sıkça duyduk, okuduk. Böylesi büyük çaplı, yıkıcı bir felakette bu çığlıklar, çağırılar, öfkeler doğaldır.

Devletin refleksi ağırdır ama belirleyicidir. Devasa gemilerin hareketi ağırdır, manevra yeteneği bir tekneye göre sınırlıdır ama toplam etki gücü kütlesine bağlı olarak çok büyüktür, güçlüdür. Devlet de öyledir. Türkler ordusuyla özdeşleşmiştir ve ordu en güvenilir kurumların başında gelir. Böylesi yaygın ve büyük bir doğal felaket sırasında ordu unsurlarını ortamda, yanında görmek ister. Devleti, devletin varlığını, devletin yaptırım gücünü ve temsilini orduda görür. Bu sebeple yurttaşın, çaresiz insanların bu feryadı, beklentisi anlaşılabilir.

Ancak bu muazzam gücün nasıl kullanılacağı da bir önderlik ve öngörü meselesidir. Şu da var ki ordu toplumun daha organize yansımasıdır; içinde her karakterden insan vardır. Ordunun her yere yetişemediği, geç kaldığı ve uzman kuruluşlar ve takımlarla senkronize, uyumlu ve eşzamanlı olamadığı da yaygın gözlem ve kanaat. Nitekim depremin ikinci ve üçüncü gününden sonra TSK unsurlarının sahada olması tarifsiz, derin acıları dindirmese de bir güven dalgası yayılmasına, moral destek olmasına sebep oldu.

Bunlar benim konularım değildir. Bu konularda konuşmak ve yazmak da bana düşmez. Haddim de değildir. Ancak muhakeme yetimden ve binlerce faktörün bir arada nasıl bir sonuç üretebileceğiyle ilgili bir zihinsel ve akli birikimim olduğunu hayat bana gösterdi. Dünyanın tüm ülkelerinde bu kadar büyük, yıkıcı ve geniş olmayan doğal felaketlerde bile görüntülerde hep ordu unsurlarını görmeye herkes alışkındır.

Böylesine büyük, yıkıcı, yaygın bir felakette önceden ne kadar hazırlık yapsanız, ne kadar organize olmaya çalışsanız da mutlaka aksaklıklar, yetersizlikler, öngörülemeyenler olur. Türkiye, devletiyle, halkıyla, hükûmetiyle, yerel yönetimleriyle deprem bölgesi olduğu bilinen bölgede yapması gerekenleri ya yapmadı ya savsakladı ya da göz ardı etti. Bir kere yanlış ve hata baştan yapıldı. Kaza olduktan sonra yol gösteren elbette çok olur.

Her yönüyle onlarca yıl boyunca konuşulacak, yazılacak. Edebiyata, sanata yansımaları olacak. Anıtlar yapılacak. Yeni yerleşkeler kurulacak ve oralarda daha öncesinden farklı bir sosyal ve kültürel ortam oluşacak. Yüzbinlerce acı, dramatik insanlık hikayeleri sadece bir dönemin acıları olarak kalmayacak; insan-doğa ilişkisinin de tarihi olacak.

Millet, kederde ve kıvançta bir ve bütünlük içinde olabilen halktır. Türk milleti kederi iliklerine kadar hissetti; herkes bir canı kurtarmaya, her bir cana bir yudum su vermeye, yaraları sarmaya, çaresiz insanları bağrına basmaya, acıları paylaşmaya koştu. Binde bir oranında bile olmayan kötülerin varlığı da biraz daha az kötüler tarafından köpürtülerek, abartılarak ortamı bulandırdı ama bunlar da ortalık durulunca varsa kendi kara vicdanlarında daha da kararıp kalacaklar.

Başımız sağalsın. Geçmiş olsun.
Bu da geçer. Onlarca yıl alır. Yaralar sarılır. Yaraların izleri mutlaka kalır. Oralarda yeni bir kültürel doku oluşur. Tüm bunların ulusal bilincimizde ne gibi izler bırakacağını, ne gibi yasal, yapısal ve ahlaki sonuçları olacağını ve bunların toplum tarafından ne kadar içselleştirileceğini ne bizim nesil ne sonraki nesil yerli yerine oturtamayacak. Çünkü bu topyekûn gelişme ve kalkınmayla, zamanın ruhuyla ilgili.

Tarihî Antakya Lisesi mezunu ve kamu görevinin ilk yıllarını Kahramanmaraş’ta yapmış biri olarak içimdeki yıkıntılar öylece kalacak.

Yazar

Mustafa İmir

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar