Okuntu gönderme

Bu yazıda, Elbistan’da uygulanan “Okuntu” geleneğinden bahsedeceğim. Makaleyi hazırlarken bu geleneğin sadece memleketime mahsus olmadığını, ülkemizin bazı yerlerinde de uygulandığını öğrendim.


Paylaşın:

Bu yazıda, Elbistan’da uygulanan “Okuntu” geleneğinden bahsedeceğim. Makaleyi hazırlarken bu geleneğin sadece memleketime mahsus olmadığını, ülkemizin bazı yerlerinde de uygulandığını öğrendim.

Okuntu nedir?

“Ok+uz” veya “Oğuz” sözcüğünün kökenine girmeyeceğim. Sadece “Ok” sözcüğünden hareketle “Okuntu” sözü üzerinde duracağım.

Prof.Dr.Mehmet Eröz; “Bugün Türkiye’nin birçok yerinde, bilhassa köylük yerlerde düğün davetiyesine ‘oku’ veya ‘okuntu’ denir. Bu kelimeler, ‘ok’ sözünün aldığı yeni şekil olmalıdır. Eski Türklerde ‘ok’ bir davet sembolü idi. Hun, Göktürk ve diğer Türk devletleri hakanları, kabilelerini harp veya başka bir sebeple bir yere toplamak istediklerinde, onlara ‘ok’ gönderirlerdi. Bu, davet manasına gelirdi. Göktürk Kitabelerinde Bilge Kağan’ın 714 senesindeki Beş-Balık seferinden bahsolunurken ‘Okığlı kelti’, yani okunmuş, ok gönderilmiş olanlar, çağırılan imdat kuvvetleri geldi deniliyor. Kaşgarlı Mahmud’un meşhur eserinde de “okumak”, “davet etmek” manasına geliyor (Türk Kültürü Araştırmaları, Kutluğ Yayıncılık, 1977, s.176).” Türklerde kırmızı ok dağıtmak, savaşa hazırlık alameti idi.

“Günümüzde Yörük ve Türkmen düğünleri de çok depdebeli olur. ‘Oku’ veya ‘okuntu’ ile köy halkı ve civar köylerdeki tanıdıklar ‘okunur’, düğüne davet edilir (s.177).” Elbistan şehri de Oğuz (Türkmen/Yörük) boylarının yoğun olduğu bir bölgedir.

TDK Eski Başkanı Prof.Dr.Şükrü Haluk Akalın, “Adana’nın Söz Varlığı” başlıklı makalesinde; “İnsanları düğüne davet etmek için gönderilen armağan, Adana ağızlarında okuntu olarak adlandırılır. Bu sözcüğün kökenini de Türk yazı dilinin derinliklerinde buluruz. Eski Türkçe ve Eski Anadolu Türkçesi dönemlerinde okımak şeklindeki bu sözcük ‘çağırmak, yüksek sesle çağırmak’ anlamındadır (Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2000, s.431-437).

Türk Dil Kurumu (TDK) “Okuntu”yu, “(isim, halk ağzında) küçük armağanlarla yapılan düğün çağrısı”; “Okumak” sözcüğünü ise “Bir yere çağırmak, davet etmek, okuntu göndermek” diye tanımlamış. Bazı kayıtlarda da “eski bir gelenek ve yöresel kavram” denmiş.

Demek ki, “Okuntu”; “ok”la bağlantılı bir sözcük…

Okuntu gönderme

Genelde düğünler, bugünkü gibi salonlar olmadığı için avlusu geniş evlerde yapılırdı. Mesela, Yeniçeriler Sokak’taki evimizin avlusu çok geniş olduğundan, akrabaların ve komşuların düğünleri hep biz de olurdu. Eskiden komşuluk ilişkileri çok samimiydi ve yardımlaşmalar karşılıksız yapılırdı. Üzüntüler de mutluluklar da birlikte yaşanırdı.

1970’li yıllara kadar düğünlere davet (çağrı), “Okuntu (halk ağzıyla Ohuntu)” ile yapılıyordu. Bu işi yapana da “okuntucu” deniyordu. Okuntucular; bu işte ustalaşmış, ağzı laf yapan, Elbistan’ı ve aileleri tanıyan kişilerdi. Elbistan’ın en bilinen okuntucusu Fadime Bacı’ydı; sonraları Hüsne Bacı diye biri de yapmaya başlamış!..

Düğün sahibi; düğün gününü, yerini ve söyleyeceği sözleri tembih ederek okuntucuyu davetli ailelerin evlerine gönderirdi. Haberle birlikte genelde şeker dağıtılırdı. Düğün sahiplerinin maddi durumlarına göre; gömlek, çorap, yağlık (büyük bez mendil), peşkir (havlu), başörtüsü, yazma, tülbent, elbiselik kumaş ya da lokum, bisküvi gibi tatlı türü yiyecekler gönderenler de olurdu.

Ayrıca, düğünün düzenli ve olaysız geçmesi için eşraftan saygı duyulan birine rica da bulunulur; sorumluluk verilirdi. Bu kişiye Elbistan’da “bölükbaşı” denirdi.

Okuyan-yazan arttıkça, küçük notlarla haber ulaştırılmaya; matbaanın gelmesiyle de davetiye dağıtılmaya başlandı. Sözcük unutuldu, “Okuntu” şekil değiştirdi.

“Osmanlı Türklerinde de, davet etmek, aynı kelime (okuntu) ile ifade olunuyordu. Aşıkpaşazade Tarihinde buna dair güzel misaller vardır. Bir ikisini gösterelim: Köse Mihal’ın kızının düğünü için büyük hazırlıklar yapıldı. ‘Etrafın kafirlerine ve tekfürlerine okuyucular gönderdi. Ve hem Osman Gazi’yi dahı okıdı. Ve hem tekfürlere dahı habar göndürdü kim: ‘Gelin; bu Türk ile aşina olun kim bunun şerrinden emin olasız’ dedi. Vade olunduğu gün geldiler. Mubalağa saçular getürdiler. Osman Gazi cemisinden sonra geldi. Eyü halılar ve kilimler ve süriyile koyunlar getürdi. Ve illâ Osman Gazinün saçusını gayetle beğendiler. Hasılı üç gün düğün oldı. Ve bu tekfürler Osman Gazinin keremine hayran kaldılar. Bilecik Tekfürünün düğününde: ‘Ve Gaziyi düğüne dahı okıdı. Osman Gazi dahi Mihal’a okıyıcılık haylı nesne verdi. Osman Gazi birgün eyitdi: ‘Mihalı okıyalum, İslama davet edelüm. Anı müslüman edelüm.’ Sonunda ‘ve ol batıl dini terk edüp halis müslüman oldı (s.177).”

Ok’un farklı anlamları

Türklerde “yay ve ok”; egemenliği ve bağlılığı gösterdiği gibi dostluğu da ifade eder. “Ok” kelimesi Türkçe’nin en eski sözcüğüdür: “Yayla atılan, uzun, ince, ucu sivri bir çubuk”tur. “Ok”; düğüne, kurultaya, toya, toplantıya, savaşa davet aracı dışında sözcük, deyim, atasözü şeklinde değişik alanlarda kullanılır olmuştur.

-Bazı kayıtlarda “ok” sözcüğünün, “kök, soy, akraba, kabile, boy” anlamlarına geldiği belirtilmektedir.

“Oğuzlar, önce Bozok ve Üçok diye iki kola ayrılırlar (s.103).”

-“Bütün Türkler, toprak ve diğer terekeyi “ok atmak”la paylaşırlardı. Mirasçı sayısına göre oklar hazırlanır, üzerlerine mirasçıların işareti konur ve sonra bu oklar ya bir çocuğa veya bir yabancıya attırılırdı. Herkes mirastan payını bu şekilde alırdı. Kaşgarlı Mahmut, bütün Türk dünyasında yaşadığı anlatılan bu geleneği anlatmaktadır. Biz bu geleneğin, bütün canlılığı ile Edremit ve Aydın Kızılbaş Türkmenlerinde yaşadığını gördük. Onlar da buna “ok atmak” diyordu. Yalnız ok yerine ağaç kazık kullanıyorlardı. Kazığa da “ok” diyorlardı (s.54).

‘Anga bir ok tegdi=ona mirastan bir pay düştü’ manasına gelir. Anlaşılıyor ki, Kaşgarlı’nın yaşadığı devirde ve hatta daha önceleri…  En azından bin senelik zaman farkına ve Türkistan’la Ege sahilleri arasındaki… bu ‘Ok atma’ adeti, bugün halen Edremit Alevi Türkmenlerinde tatbik edilmektedir (s.231).” Ok atmak; mirası paylaşmak için ad çekmek: Ok’a yatmak; verilen sözü yerine getirmemek, demekti.

-“Dermeevlerin/çadırların, ağaç aksamına ok denmektedir (s.78-177).” Ev yapılırken çatıya uzatılan veya konan direğe de “ok” denir.

-Eskiden taşıma aracı olarak kullanılan kağnının arka tarafından (üzerine tahta çakılarak oturulan veya yük konulan yerden) öne doğru daralarak uzanan ve hayvanların bağlandığı boyunduruğun ortasında birleşen iki yuvarlak ağaca da “ok” denmektedir.

-Şarkılarda, türkülerde, şiirlerde sevgilinin gamzeleri de ok’a benzetilir.

Son olarak şunu belirtmek isterim: Okudukça; çocukken yaşadıklarımın, aslında kültürümüzün birer parçası olduğunu anladım. Meğer, doğumla ölüm arasında yaşadığımız birçok gelenek ve göreneği geçmişten getirmişiz. Toplumun gerçekten bir hafızası var ve farkında olarak ya da olmadan bunları yaşıyoruz.

Ne yazık ki, kadim Türk kültüründen ve tarihinden habersiziz!..

 

Yazar

Yaşar Yeniçerioğlu

2 Yorum

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar