Putin’in gözyaşları…

O fotoğrafta Putin ağlıyor muydu? Siyasî olaylara sembol olan fotoğraflar vardır. Amerika’ya Vietnam Savaşı’nı kendi kamuoyunda kaybettiren fotoğraf, bir Güney Vietnam subayının bir Viet-Kong’un kafasına kurşun sıktığı kareydi. Şişman, tam da o yılların “komprador” tiplemesine uygun Güneyli ve pek zavallı görünümlü Kuzeyli… Fotoğraf kurşunun Viet-Kong’un kafasına dağıttığı an çekilmişti. Batı’da Afganistan denilince akla ilk gelen […]


Paylaşın:

O fotoğrafta Putin ağlıyor muydu?

Siyasî olaylara sembol olan fotoğraflar vardır. Amerika’ya Vietnam Savaşı’nı kendi kamuoyunda kaybettiren fotoğraf, bir Güney Vietnam subayının bir Viet-Kong’un kafasına kurşun sıktığı kareydi. Şişman, tam da o yılların “komprador” tiplemesine uygun Güneyli ve pek zavallı görünümlü Kuzeyli… Fotoğraf kurşunun Viet-Kong’un kafasına dağıttığı an çekilmişti.

Batı’da Afganistan denilince akla ilk gelen National Geographic’e kapak olan, sonra yıl dönümlerinde birinde tekrar kapak olan Afgan kadının fotoğrafı ve illâ o fotoğraftaki renkli ve çarpıcı gözlerdir.

Putin’e 2018’ kadar, belki de 2024’e kadar Rusya’nın başına geçme kapısını açan 5 Mart 2012 seçimi de o fotoğrafla hatırlanacaktır. Rus’u kazı, altından Tatar çıkar hükmünü tekrar doğrulayan çıkık elmacık kemikleri ve hafif çekik gözler. Sağ gözden aşağı süzülen gözyaşı…

Manzaralar bizi etkiler, tabiatın çarpıcı görüntülerine, uzaya, mikroskopik dünyaya hayranlıkla bakarız. Fakat illâ insan. İnsan yüzü. İnsan yüzünde de ifade ve gözler. Vietnam fotoğrafında, Afganlı kızda ve Putin’de de yüz. Son ikisinde bilhassa gözler. Yüzden, gözlerden ve ifadelerden anlam çıkarmak, etkilenmek, empati, genetiğimizden geliyor. Yüzü tanımak ve mimikleri anlamlandırmak, anlamlı mimik yapabilmek, modern insanın belirgin evrim merhalesi imiş.

Putin’in ağlayan fotoğrafının kalıcılığı anlaşılınca, ki bunu anlamak için dahi olmak gerekmiyordu, “gizli iknacılar” derhal işe koyuldu. Bu fotoğrafın beklenmeyen ve istenmeyen bir sempati yaratmasının önüne geçilmeliydi. “Putin’in gözyaşları….” ibaresi tekrarlanmaya başladı. Timsah gözyaşları çağrıştırılabilir miydi? Bu tutacaksa “Putin gözyaşları” demek gerekir. “Putin’in” değil.  Sonra bir başka haber, “Putin’in sözcüsü, ‘ağlamıyordu, rüzgârdandır’ dedi…”  Sonra tam tersi, “Putin, ‘gözyaşlarım samimiydi’ dedi”. Yapı-sökümcülere çanak tutan bir laf! Niçin “samimiydi” demek ihtiyacını hissetti? Demek ki samimi değil!

Devrim satan televizyonlar

“Gizli İknacılar”, geçen asrın ortalarının önemli kitaplarından biriydi. 1950’li yıllardan itibaren televizyon en etkili iletişim aracı, daha doğrusu iletim aracı oldu. İletişim iki taraflılık ima ediyor. İki taraflı olan telefondur, İnternet’tir. Gazete ve televizyon tek taraflıdır. Siz cevap veremezsiniz, sadece onlar konuşur. Onun için eski “kitle iletişim araçları” aslında “iletim araçlarıdır” ve tek taraflıdır. Tıpkı kitle imha silahları gibi!

Televizyonun kral olduğu o çağda kamuoyunu etkileme uzmanlığı da büyük reklam şirketlerindeydi. Bunlar çamaşır deterjanını da politikacıyı da gayet güzel ambalajlayıp satıyorlardı. İkinci fonksiyona reklam değil, “image maker”lık deniyordu. Her iki aslında tek iş kolu günümüzde de varlığını sürdürüyor.

O yıllarda dünya finansının önemli merkezi New York şehrinin Wall Street’i, etkinlikte onunla yarışan diğer sokak da reklâmcıların merkezi Madison Avenue idi. Televizyonların sevilen dizisi Mad Men’in “Mad”i sadece deli anlamına gelmez, Madison Avenue sakinlerine de işaret eder. İşte “Gizli İknacılar”da Madison Avenue’yu yakından tanıyan Vance Packard, kelimelerin, imaların, sembollerin insan psikolojisini nasıl etkilediğini, reklâmcıların bunların teknolojisini yapıp bizi nasıl manipüle ettiklerini anlatıyordu ve kitap hemen “en çok satan” oldu. Herhalde onun arkasında da yayınevinin reklam ve “image maker” uzmanları vardı.

Sonra televizyon ve reklâmın etkisi azaldı. Etkiyi azaltan aşırı kullanımdı. İnsanlar sadece bir iki kanalı seyredebilirken yayınlanan reklam etkili idi. Ama kanal sayısı kablo ve uydu sayesinde yüzleri geçince ve reklam sayısı da birkaçtan birkaç yüze çıkınca dikkatler de reklamın etkisi ve inandırıcılığı da kayboldu. Artık reklam “out”, kulaktan kulağa, fikir virüsü, Twitter ve Facebook “in”.

Fakat bütün bunlar Vance Packard’ın anlattığı teknolojinin tarihe karıştığı anlamına gelmiyor. O teknikler, o ustalıklar daha da gelişti. Televizyon ve gazete sadece bunların iletim yollarıydı. İletim veya enjeksiyon yolları değişti ama ilaçlar aynı ilaçlar-ın gelişmiş modelleri. Şimdi o teknolojiler  deterjan veya kola satmak için değil, renkli devrim ve siyasî bahar imalatında kullanılıyor.

Putin neden hep kazanıyor?

Geçen Aralık ayında Rusya’da seçim vardı. Seçimi yine Putin ve Medvedev’in tarafı kazandı ama hile yapıldığı iddiasıyla ülke çapında gösteriler başladı. Moskova 50 bin kişi ile başı çekerken Sen Petersburg, Novosibirisk gibi şehirler de kalabalık protestolara sahne oldu. Geçen haftaki seçimlerde Putin’in aldığı oy yüzde 64. Yine gösteriler… Gerçek hile delilleri de var. Meselâ Çeçenistan’ta bir seçim merkezinde Putin oyları, kayıtlı seçmen sayısının üstünde çıkmış. Sandıklara önceden hazırlanmış oylar depolanırken çekilen cep telefonu videoları, “atlı karınca oylaması” denilen, bir grup seçmenin dönüp dönüp tekrar oy kullanması gibi olaylar tespit edilmiş. Fakat bunlar yaygın değil. Tek tek anlatılan hikâyeler şeklinde. Aralıktaki hile iddialarına karşı iktidar bir dizi önlem almış. Seçim merkezlerine 180 bin web kamerası yerleştirilmiş, şeffaf malzemeden imal edilmiş seçim sandıkları kullanılmış.

Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, Avrupa Konseyi Parlamenter Assemblesi gibi teşkilâtlardan gelen dış gözlemciler de hileli seçim rapor etmiyorlar. Başlıca tenkitleri şunlar:  Sonucu merak edilemeyecek bir seçim yapıldı… Devlet imkânlarının tamamen iktidar adayı, yani Putin için seferber edildi… Rakiplere hiç şans tanımayan bir ortamın yaratıldı…

Fakat hiç kimseyi Putin’in asıl oyunun yüzde 50’nin altında olduğuna inandıramazsınız.

Putin, geçen haftaki seçimden önce yaptığı bir konuşmada “gittikçe dozunu arttıran dış müdahale”den, bunun bir “Rusya için savaş” haline geldiğinden söz etti. Millî Demokrasi Vakfı (NED) ve Soros’un Açık Toplum Enstitüsü gibi örgütlerden bahsediyordu. Aralık gösterileri de pazar günküler de büyük çapta onların izlerini taşıyor. Twitter, Facebook organizasyonları da. O örgütler de son yıllarda Putin’den şikâyet ediyor, Rusya’da çalışmalarının gittikçe zor hale geldiğini beyan ediyorlardı.

Öyle anlaşılıyor ki, Rus Baharı veya “Beyaz Devrim” ümid edenler biraz erken davranmaktadır. 2018’e kadar Putin iktidardadır. Büyük ihtimalle 2024’e kadar.

Çünkü bütün “açık toplum”, “insan hakkı”, “demokrasi” retoriğine rağmen Rus halkı Putin’den memnundur. Bu memnuniyetin birden fazla sebebi var. Belki en önde geleni, kısa zamanda müflis durumdaki ülkenin kendi ayakları üzerinde durabilir hale gelmesi, insanların tekrar çalışmaya, kazanmaya ve yaşamaya başlamasıdır. Bu değişim, on yıl içinde, herkesin eski kötü günleri gayet net hatırlayabildiği bir zaman aralığında gerçekleşmiştir.

Putin masaya olağanüstü bir ekonomi dehası getirmedi. Rusya’nın yüzünü güldüren gelişmeler ondan bağımsız meydana geldi. Ülkede bol petrol, ondan da bol doğal gaz keşfedildi. Çin ve Hindistan dünya tüketiminde hatırı sayılır hale gelmeye ve bol enerji tüketmeye başlayınca petrol fiyatları varili 100 doların üstüne çıktı. Rusya Suudî Arabistan’ı geride bırakarak dünyanın bir numaralı petrol üreticisi oldu. Bugün ihracatının üçte ikisi petrole dayanıyor!

Bu büyük zafer bana Napolyon’un Rusya seferinin başında Smolensk Muharebelerinde kazandığı büyük zaferi hatırlatıyor! Tolstoy, “zafer” ile Napolyon’un harp planlarının hiçbir ilişkisi bulunmadığını anlatır. Hiçbir şey Napolyon’un planlarına ve günlük muharebe emrine uygun gitmez. Üstelik Napolyon o gün ağır bir grip geçirmektedir ve harekâta müdahale de etmez. Fakat büyük bir zafer kazanır! Tolstoy tabiatçı (natüralist) felsefesinin doğruluğunu göstermek için bu kopukluğu özellikle vurgular. Putin’in iktisadî “büyük zafer”i de biraz Napolyon’unkine benziyor…

‘Güçlü irade, büyük ihtişam’

Zaten on yıldan fazla zaman geçtikten sonra hâlâ yüzde 64 oy alabilmesini -hadi 10’u hile diyelim, yarıdan fazla alabilmesini- sadece ekonomik başarı ile izah etmek mümkün değildir. Siyasî tarih iktisadî başarıdan sonra seçim kaybeden liderlerle doludur. Putin’in başarısında bir cins millî Maslow hiyerarşisi görmek mümkün. Maslow insanların barınma, yemek, içmek gibi temel ihtiyaçları karşılandıktan sonra kendine saygı, izzetinefis, gibi daha yüksek hedefleri birinci plana aldıklarını anlatan teorisi ile meşhur bir ‘yönetim bilimci’dir.

Putin, daha doğrusu Putin’le aynı tarihlere tesadüf eden şartlar, insanlara önce kaybettikleri “iş ve aş”ı tekrar temin etti. Sonra sıra Maslow’un öz saygısına geldi:  Çeçen isyanını kararlılıkla bastırdı. “Teröristle masaya oturulmaz” ilkesini ilân etti ve kesinlikle uydu. Gürcistan’a askerî müdahalesi, Suriye, İran konularında Batı’ya kafa tutuşu hep Rus izzetinefsini okşayan davranışlardı. Sovyetlerin dağılması ve Sovyet Marşı’nın tedavülden kalkmasının ardından anayasa değişikliği niteliğindeki yeni Rus Millî Marşı da Putin’in zamanında ve onun tarafından 25 Aralık 2000 tarihinde imzalanarak resmileşmiştir:

Rusya kutsal devletimiz

Rusya sevgili ülkemiz

Güçlü irade ve büyük ihtişam

Ebediyen senindir.

2004 Olimpiyatları’nda Rus sporcuları millî marşa yeterli saygıyı göstermediler diye onları azarlayan da Putin’di.

Eminim bizim “ideolojisiz anayasa” ideolojisine iman etmiş dış destekli sivil toplum örgütlerimiz bu yepyeni gıcır gıcır marştan ve anayasa değişikliğinden pek hoşlanmayacaklardır.  Ama Putin’in onlara karşı tutumu da az önce sözünü ettiğim gibiydi: Bu savaştır!

İşte 5 Mart 2012 seçimlerindeki yüzde 64’lük başkanlık oyunun arkasında Rus Milli Marşı’nın mısraların ifade ettiği vizyon vardır.

Gizli inkarcıların tezleri

Şimdi yeni “gizli iknacılar”ın önünde iki yol var. Birincisi “Putin’in gözyaşları”nı, “Putin gözyaşları” haline çevirip “seçimleri hile ile aldı” tezini pompalamaktır. Bu pek tutacağa benzemiyor.

İkincisi biraz geri çekilip “hileli seçim” iddialarını ileriki tarihler için arşive koyup, Putin yönetimi ile daha uyumlu bir münasebet kurmaya çalışmaktır. Al gülüm, ver gülüm: Belki İran’ı verip Suriye’yi almak veya Suriye’yi verip İran’ı almak…

Rusya’nın katiyen hafife alınmayacağını herkes bilmekte. Avrupa’nın, özellikle Almanya’nın enerjisinin büyük kısmı Rusya kaynaklıdır. Sahi Putin Doğu Almanya’da KGB ajanlığı ile iştigal ederken Sayın Merkel de yönetimle uyumlu bir öğretim üyesi değil miydi? Acaba oradan mı tanışıyorlar? Avrupa değerleri çok şeye kadirdir!

Şaka bir tarafa, ikinci yolun seçileceğinin ilk sinyallerini New York Times’ın sayfalarında bulmak mümkün. Carnegie Vakfı Moskova Merkezi’nden Dimitri Trenin uyarıyor: “Eğer ABD kamuoyunu Putin’in Rusya’nın meşru başı olmadığına inandırırsanız, bu Obama’nın ona uzatacağı eli kısıtlar.” Yani? Yani buna değil de başka bir şeye inandırın ABD kamuoyunu.

Öyle anlaşılıyor ki Putin’in gözyaşları içinden gelmektedir. Ya nereden gelecekti. Yoksa politikada da mı gliserin kullanıyorlar?

iskenderoksuz@gmail.com, Star-Açık görüş

Yazar

İskender Öksüz

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar