Yükleniyor...
Merkez Bankası Faiz’i düşürecek, dolar başını alıp gidecek… Maliyeti dövize bağlı mallar pahalılaşacak. Samanı bile ithal eden bir ülkede, sayın bir bakalım bunlar hangi mallardır. Bütün üretimin, bütün mal ve hizmetin temelinde bulunan enerji fiyatları yükselecek. Dolayısıyla enflasyon fırlayacak. Bunların hiçbiri sır değil. Hiçbiri Einstein’ın İzafiyet Teorisi, Şrödinger’in, Heisbenberg’in Kuantum Teorisi, veya bir başka dâhinin karmaşık, zor anlaşılır ve derin çözümlemelerinden ancak çıkarılabilecek sonuçlar da değil. Gayet belirli, gayet dolaysız… Üstelik bu bir değil, iki değil, üç değil. Biz bunu hep yapıyoruz.
Peki, niye yapıyoruz?
Amerikan dizilerindeki karı- koca kavgalarında, eşlerden biri, yanlışlığı besbelli bir iş yapar ve beklenen kötü sonuç ailenin başına gelince eşlerden diğeri, yanlışı yapana şunu söyler: “Aklın neredeydi?” Veya aynı düşüncenin biraz değişik tarzı: “Ne düşünüyordun?” Dizilerin klişeleşmiş sözlerindendir bunlar. Genellikle, eğlendirir, güldürür de. Fakat o dizileri seyrederkenki kadar rahat olamıyorum. Çünkü sıkıntı bir oyuncunun değil doğrudan benim başıma geliyor. Enflasyon beni ve benim insanımı vuruyor. Aynı miktarda, hatta daha fazla çalıştığımız halde, emeğimizin karşılığında daha az mal alabiliyoruz.
El âlemin şu kadar ay çalışarak satın alabileceği bir telefonu, bir arabayı satın almak için benim insanımın ya yıllarını vermesi gerekiyor; veya o hayalleri hiç kurmaması.
Bu kaçıncı hata dedim. Hani kafasını cama vuran karasinek gibi, dönüp dönüp tekrar vuruyoruz. Bu çukura ilk düştüğümüzde, “Ekmeği dolarla mı alıyorsun?” gibi lâflar sarf edilirdi. Bu da, “Dolara dokunan yanar!” saçmalığının hemen komşusu bir laftı. Aslına bakarsanız evet, ekmeği dolarla alıyorsunuz ama galiba farkında değilsiniz. O ekmeğin yapıldığı buğdayın yetiştiği tarlayı süren traktörün yakıtı dolarla alınıyor. O traktörün parçaları da… O tarlaya atılan gübrenin kendisi veya ham maddesi dolarla alınıyor. O buğdayı, değirmene, taşıyan aracın yakıtı da, araç da, öğüten değirmenin kullandığı enerji de, pişiren fırının yakıtı da… Ekmeği dolarla alıyorsunuz ama farkında değilsiniz.
Bir de dünya kadar dolar borcunuz var ve her gün onu ödemekle meşgulsünüz. Bunun da farkında değilsiniz. Benim dolar borcum yok demeyin, var. Bakın geçiş garantili köprülerin parasını, uçuş garantili hava limanlarının parasını döviz olarak siz ödüyorsunuz. O paralar, sizden vergi olarak kesiliyor, sonra onlarla dolar alınıyor ve o müteahhitlere ödeniyor. O yüzdendir ki elektrikten benzine her şeyde kat kat vergi ödeyen, yalnız gelirinizden değil, aldığınız eşyadan da ÖTV ödeyen, sonra da ÖTV’nin KDV’sini ödeyen sizsiniz. Bu vergilerden ötürü birçok malı dünyada en pahalıya siz satın alıyorsunuz. Ama dünyanın gelişmiş ülkelerindeki insanların kazandığının yarısı kadar kazanmıyorsunuz.
Dün ABD’ye ait bir iş ilanı gördüm. Ev temizliği için işçi aranıyordu. Adamına ve şartlara göre haftalığı 600 ilâ 800 dolarmış. Kabaca aylık 3.000 dolar eder. Şu andaki kurla 28- 29 000 TL/ay falan tutuyor. Eh sizin de maaşınız o kadar vardır değil mi! Ne? Yoksa Amerikan temizlikçisi kadar almıyor musunuz?
Temizlikçiyi, asgarî ücretliyi bir yana bırakalım. O asgarî ücretleri TL’ye çevirince insanın morali sıfırlanıyor.
Ya daha iyi gelir ve daha iyi ortam bulduğu için yurdu terk edip dışarı giden hekimlerimiz, mühendislerimiz, teknik adamlarımız, üniversite hocalarımız. Onlara teklif edilecek ücretler ne kadardır dersiniz? O insanlarımız da göçe başlar. Daha öğrenciyken çıkıyorlar. Cari açığımızı kapatalım derken cari beyin açığımız doğdu. Birincinin çaresi bulunur; beyinsizliğin çaresi yoktur.
İş yapanlarla, iş yapmaya çalışanlarla bir konuşun. Piyasa diye bir şey kalmamış. Beni ilgilendiren kitap-kâğıt işlerindeki insanlarla konuşuyorum. Kâğıt tamamen ithal. Satış garantili kâğıt fabrikası açmadık henüz. Vadeyle işleyen bu piyasada kâğıdı, “para buraya, kağıt oraya” diye satıyorlar. Çünkü yarınki fiyatın ne olacağı bilinmiyor. Kimse sattığı malı kaça yerine koyabileceğini hesaplayamıyor. Bir malın fiyatını piyasada öğrenmeye çalışın. Aynı malı 100’e de satan var 500’e de.
Şimdi anlıyor musunuz niçin onlar zengin, biz fakiriz?
Ve siz bütün bunları yapanlar, bunlara yol açanlar: Ne vardı aklınızda? Sahi ne düşünüyordunuz?
______________
Not: Bugün, 24 Ekim saat 14-16 arasında Ankara, ATO Congresium Kitap Fuarı, Panama Yayınevi standında kitaplarımı imzalayacağım. Okuyucularımı beklerim.