Yükleniyor...
09.08.2011
“Yaratan Rabbinin adıyla oku!
O, insanı bir aşılanmış yumurtadan yarattı.
Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir.
O Rab ki kalemle yazmayı öğretti.
İnsana bilmediği şeyleri öğretti.” (Alak, 1, 2, 3, 4, 5)
Bu beş ayet, Kur’an’ın ilk inen ayetleridir. Alak, insanın yaratılışındaki aşılanmış yumurtayı yani biyoloji bilimindeki terimiyle zigotu ifade eder.
Açıkça görülmektedir ki, dinimiz, ilk indiği andan itibaren, bilgiye ve bilime oldukça önem vermiştir. Daha ilk ayetlerde okumaktan bahsettikten hemen sonra, insanın oluşum şekli ile ilgili temel bir bilimsel bilgiyi bize söylemektedir. (Aşılanmış yumurta tabiri burada tam olarak manayı vermektedir.)
Her zaman üzerinde durduğum, İslam Dini, bilim dinidir, meselesini, bu mübarek Ramazan ayında sizlerle paylaşıyor olmak, bana ayrı bir mutluluk vermektedir. Oruç ibadetini idrak ettiğimiz bu günlerde manevi huzurun daha bir fazla olarak gönüllere dolduğu bu mübarek ayda, çok önemli bir meseleye dikkati çekmek, sanıyorum ki daha bir güzel, daha bir faydalı olacaktır.
Yüce Allah(cc), daha ilk sözlerinde “Oku!” diye emrediyor. Okumanın önemini vurguluyor. Daha sonra gelen ayetlerle birlikte bunu düşündüğümüz zaman, yani Kur’an’a bütünüyle baktığımızda, oku kelimesinin bilginin, bilmenin, bilimin anahtarı olduğunu görüyoruz. Zümer suresinin dokuzuncu ayetinde de belirtildiği gibi “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”, diyerek bilginin önemi açıkça ortaya koyuluyor.
Her şey buradan başlıyor! Peki, Okuyor Muyuz?
İlk ayet okumayı emrediyor. Peki, biz bu emre uyuyor muyuz? Bu sorunun cevabını dürüst bir şekilde ortaya koymamız lazım. Çünkü eğer sorunun teşhisinde bir hata olursa doğru tedaviyi yapmak mümkün olmayacaktır.
Cevap: Okumuyoruz. Ne yeterince okuyor araştırıyoruz, ne de yeterince bunlar için imkân oluşturuyoruz. En acı olanı da, birazcık okuyoruz, ama onu da anlamadan okuyoruz. Evet, durum maalesef bu şekildedir. Bunları söylemek için de bir araştırmaya falan da lüzum yoktur. Çünkü netice, ortada apaçık bir şekilde durmaktadır. Bugün dünya üzerindeki durumumuz, bir şey söylemeye gerek bırakmadan, bize gerekeni anlatmaktadır. Yaradan bizi Kur’an’da 300’ü aşkın yerde uyarmaktadır; Düşünmez misiniz? Akletmez misiniz? İbret almaz mısınız şeklinde. Ve “Aklını kullanmayanların pislik içinde kalacakları”nı açıkça ortaya koymaktadır. (Yûnus Suresi 100. Ayet) Bugün Müslümanların ülkelerine şöyle bir bakarsak zaten başka bir şey söylemeye de gerek olmayacaktır.
Bu başlıkta bir önemli hususa da değinmemiz gereklidir. Yukarıda belirttiğimiz anlamadan okuma meselesi, gerçekten benim oldukça küçük yaşlardan beri sorguladığım bir husus olmuştur. Daha ilkokul ikinci sınıfta bütün namaz surelerini ezberleyen ve de yaş ilerledikçe ezberlemenin zor olduğunu da gören birisi olarak, surelerin küçük yaşlarda ezberletilmesine oldukça önem vermekteyim. Okullarda bu iş biraz yavaş ilerlediğinden ailelerin bu konuya ehemmiyet vermeleri çocuklarının gelecekleri için oldukça güzel olacaktır. En azından ileride okulda arkadaşları ezber yapmak için uğraşırlarken, kendisi bunların hepsini biliyor olacaktır. Ancak, burada bunu söylemekle beraber, bunun konumuz ile alakasını da kurmamız gereklidir. Çevremize baktığımızda şöyle bir gerçek ortaya çıkacaktır. Namazlarını düzgün kılan insanlar bile, okudukları dua ve surelerin anlamlarını bilmemektedir. Bu çok acı bir gerçektir ki, günde en az 40 defa okuduğumuz, halk arasında Elham diye isimlendirdiğimiz Fatiha Suresinin anlamı bile çokça insan tarafından bilinmemektedir. Bu söylediğimi kendi yaptığım uzunca süreli bir araştırma sonucu söylüyorum. Yani sıkıntı şu ki yukarıda da belirttiğimiz üzere, birazcık bir şeyler okuyoruz, fakat onu da anlamadan okuyoruz! Ancak Yüce Allah Yûsuf suresinin ilk iki ayetinde Kur’an’ın anlaşılmak için indirildiğini söyleyip, Kamer suresinin 17. Ayetinde ise “Kur’an’ın üzerinde düşünülsün, öğüt alınsın diye kolaylaştırıldığı”nı açıkça belirtmektedir. Kur’an yerine başka kaynaklara öncelik vererek okumayı teşvik eden zihniyetlere bir tokat gibi çarpan bu ayetler, bununla beraber maalesef bizlerin çok büyük bir eksikliğini de yüzümüze haklı olarak vurmaktadır.
Bilim İle Sıkı İlişki
Türk Dil Kurumu’nun Büyük Türkçe Sözlüğüne baktığımız zaman karşımıza şöyle bir tanım çıkmaktadır. “Bilim, olayların ve nesnelerin oluşum, yapı ve gelişimindeki yasalılıkları açıklamaya çalışan, olguları, mantıksal düşünceyi temel alan, tarihsel nitelikte bilgi düzeni.” Bu tanımın eksik kalan kısmını da biz tamamlayarak özetlersek eğer; Bilim Allah’ın koyduğu yasaları keşfetmek, anlamak ve açıklamaktır. Yani tanımdaki “yasalılıkları” kelimesinin nereden geldiğini de tamamlamış olduk.
Tarihimize baktığımızda karşımıza dünya bilim mirasına önemli katkılarda bulunmuş çok mükemmel insanlarımız çıkacaktır. Bu kişiler, olması gerektiğine inandığım gibi, hem müspet ilimlerle (Gökbilim, Matematik, Doğa Bilimleri, Coğrafya ve Tarih vb.) hem de İslami meselelerle ilgilenmişlerdir. (Bu gibi insanlara genellikle bilgin veya filozof da denilmektedir. Biz maalesef onları bile tanıyamadan okul hayatımızı tamamlıyoruz.) Burada söylemek istediğim konu şudur ki, bu insanlar hem doğa bilimleriyle hem de İslam ile ilgilendikleri için, akıllarında çok farklı alanlarda sorular bulunmaktadır. Bu konuda çok beğendiğim bir söz vardır; “Ne aradığını bilmeyen bulduğunu da anlayamaz.” şeklinde. Sıradan bir kitabı bile okurken, okuyan kişinin bilgi hazinesine göre o kitaptan çıkaracağı şeyler farklı ise, o kişinin aklında bulunan soruların yapısı farklı ise, Allah’ın kelamını okurken tabi ki de okuyan kişinin bilgi seviyesine göre aklında bulunan sorular ve bilgiler farklı olacak ve Kur’an’dan farklı bilgiler öğrenebileceklerdir. Günümüzde ise bu şekilde farklı bilimlerle ilgilenen insan oranı geçmişe göre oldukça düşük olduğundan, bu alanlarda ortaya çıkacak yeni çıktıların sayısı istenilen düzeye ulaşamamaktadır. Bu konuda bir örnek vererek ne demek istediğimi daha iyi açıklamak istiyorum. Sıkça bahsedilen bir mesele vardır. Ağaçların yapraklarının rüzgârda hışırdamasının bir zikir olması şeklinde ifade edilir. Söylenen şey doğrudur fakat bulut gibi havada durmakta, mantıksal bir şekilde temellendirilmeyince de bir işe yaramamaktadır. Evet, rüzgârda ağaç yaprakları adeta zikir halindedirler. Burada Allah(cc) bize bir şey söylüyor. Bu yapraklar çeşitli şekillerde oluşan hava akımları dediğimiz rüzgârlar ve havanın kaldırma kuvveti gibi bilimsel gerçekleri bize hatırlatıyor ve bu şekilde tabiat kanunlarını yaratan Allah’ı zikrediyorlar. Sürekli Allah’ı hatırlatıyorlar bize, tabii ki anlayabilirsek.
Günümüzde din diye insanlara anlatılan şeyler o kadar garip ki, sanki Allah’a ulaşılamaması için bir tasarım yapılmış, hurafelere dalması için sayısız ortamlar hazırlanmış, gerçeği görememesi için türlü sistemler kurulmuş… Din görevlileri diye tabir ettiğimiz insanların genellikle tabiat bilimleriyle ilgili ne bir ilgisi ne de bir bilgisi var. Hal böyle olunca sonuç ne olacak…
Bir de bu bilim konusunu bitirmeden önce konumuz ile ilgili bir ayet-i kerimeden de bahsedelim. Bugün bilimin temel olarak aldığı en önemli görüş; bir bilgi daha doğrusu, daha geçerli olanı gelene kadar en doğru olandır. Bakınız Allah(cc) bu konu hakkında bizlere ne söylemiş: “O kullarım ki, sözü işitip de onun en güzeline uyarlar. İşte bunlar Allah’ın kendilerine hidayet ettiği kimselerdir. İşte bunlar öz akıl sahiplerinin tâ kendileridir.” (Zümer: 18) Burada şu saptamaları yaparak bu başlığı tamamlayalım. Müslüman insan doğrunun peşinde olan insandır. Müslüman insan her türlü sözü işitir, en güzeline uyar. Müslüman insan bilgiye açık olan insandır.
Okumayanların, Bilmeyenlerin, Düşünmekten Korkanların Sonu Ne Oluyor?
Bir rivayete göre Fatih surları kuşattığı zaman Bizans’taki en önemli mesele meleklerin dişi mi erkek mi oldukları imiş. Burada anlatılmak istenen şey şüphesiz ki bir zamanların Roma İmparatorluğu’nun bilim hayatı çökünce ne durumlara düştüğüdür. Bu dışımızdan bir örnek oldu. Bir de kendi tarihimizden bir örnek verecek olursak, önceki örnek ile aynı zamanlarda dünyanın süper gücü olan Osmanlı Devleti, teknik manada büyük toplar döktürecek gelişmişliğe sahipti. Aşırtma gülleleri, günümüz ismi ile havan topları yapıldı. (“Şahi” isimli bu topların çizimleri Fatih Sultan Mehmet önderliğinde Türk mühendisler tarafından yapılmıştır.) Delinmez denilen Bizans surları aşıldı. Zincirlenen boğazlardan geçemeyen gemiler, yüksek iman ve de yüksek akıl ile karadan yürütüldü. Ancak fetihten 246 yıl sonra 1699’a geldiğimizde medreselerde tekrara düşüldüğünü, bilim hayatında bir duraklamaya girildiğini görmekteyiz. Bilim hayatının gerilemesini başat öğe olarak düşünmekle beraber diğer bütün nedenler de Cihan Devletimizin sonunu hazırlamıştır.
Özet olarak şunu söyleyebiliriz ki, Allah(cc) bize Kur’an-ı Kerim’de verdiği birçok mesajlardan, ilk olarak bilgiye ve bilime verilmesi gereken önemden bahsetmiştir. Lütfen bunu çok önemseyelim. Gereğini de yapmaya çalışalım.
————————————————————————————-
Kaynaklar
1 – Kur’an-ı Kerim
2 – Elmalılı Hamdi Yazır – Hak Dini Kur’an Dili