Türkçe üzerine

Türkler, bilinen ilk yazılı metinlerimiz olan Köktürk anıtlarından beri kendilerini Türk olarak adlandırmışlardır. Sekizinci yüzyıla ait anıtlar Bilge Kağan, Köl Tigin ve Tonyukuk’un, Türklük için neler yaptıklarını anlatır.


Paylaşın:

Bunu defalarca belirtmeme rağmen yazımın konusu gereği bu alanda en iyi uzmanımız Prof.Dr.Ahmet Bican Ercilasun’un iki yazısına yer vereceğim.

Hoca “Türkçe hakkında” başlıklı yazısında (02/02/2011, Milli Düşünce Merkezi Sitesi); “Türkçe deyince aklımıza ilk gelen tanım ‘Türklerin kullandığı dil’ olabilir. Bu tanımı biraz açarsak şöyle diyebiliriz: ‘Geçmişte ve bugün, bütün boy, oymak ve kollarıyla Türklerin sözlü ve yazılı olarak kullandıkları ve gelecekte de kullanmaya devam edecekleri dile Türkçe denir.’ Bu tanımdan anlaşıldığına göre Türkçenin iki boyutu vardır: 1) Zaman boyutu (geçmiş, bugün ve gelecek), 2) Mekân boyutu (yalnız Türkiye ve civarında değil bütün zamanlarda Türklerin yaşadığı bütün coğrafyalarda kullanılan dil).

Türkler, bilinen ilk yazılı metinlerimiz olan Köktürk anıtlarından beri kendilerini Türk olarak adlandırmışlardır. Sekizinci yüzyıla ait anıtlar Bilge Kağan, Köl Tigin ve Tonyukuk’un, Türklük için neler yaptıklarını anlatır. Konu gerektirmediği için bu metinlerde dilimizin adı geçmez. Ancak milletimizin adı 60 kez Türk, Türk bodun olarak geçer. Bundan dilin adının da Türkçe olduğunu rahatlıkla çıkarabiliriz. Zaten Köktürk döneminin hemen ardından gelen Uygurlar döneminde pek çok eserde dilimizin adı Türkçe veya Türk tili (dili) olarak kaydedilir. 11. asırda Karahanlılar dönemine ait iki büyük eserimizde, Kutadgu Bilig ve Dîvânü Lügati’t-Türk’te de dilimizin adı Türkçe veya Türk tili şeklinde geçer. Osmanlılar zamanında da dilimizin adı Türkçe veya Türk dili’dir; birçoklarının zannettiği gibi Osmanlıca değildir. Dil adı olarak Osmanlıca terimi, 1850’den Cumhuriyete kadar zaman zaman kullanılmıştır. Osmanlılar dillerine Türk dili derken Doğu ve Kuzey Türkleri de 20.yüzyılın başlarına dek Türk tili demişlerdir…

Türkçenin ne zamandan beri kullanıldığını bilmiyoruz. Türkçe-Moğolca akrabalığını kabul eden ünlü Altayist Nicolas Poppe’ye göre Türkçe ile Moğolca M.Ö.500 civarında birbirinden ayrılıp müstakil diller hâline gelmişlerdir. Ancak Sir Gerard Clauson, Gerhard Doerfer gibi bazı ünlü Türkologlar Türkçe-Moğolca akrabalığını kabul etmezler. Onlara göre bu iki dilde ortak olan kelimelerin çoğu, çok eski dönemlerde Türkçeden Moğolcaya geçmiş olan kelimelerdir. Bu görüş dikkate alınırsa Türkçenin yaşı daha eski olmalıdır. Macar asıllı dil bilimci Gyula Descy, 4.000 kadar kelimeyi en eski Türkçe kelimeler olarak listelemiş ve bunları M.Ö.dördüncü bine ait kabul etmiştir. Sümerce ile Türkçeyi karşılaştıran ve iki dilde 368 ortak kelime bulan Türk dilcisi Osman Nedim Tuna, bu kadar eski dönemlerde Sümerceyle ortak kelimelere sahip olan bir dilin yaşının en az 8.000 yıllık olacağını hesaplamıştır…”

Ercilasun hoca “Türkî=Türkçe” başlıklı yazısında da (01/08/2021, Yeniçağ); “Türkler konuşup yazdıkları dile Türkçe adını vermişlerdir. Türkçe yanında Türk tili/dili, Türkî, Türkî til, lisân-ı Türkî, zebân-ı Türkî terimlerini de kullanmışlardır. Lisan Arapçada, zeban Farsçada ‘dil’ demektir.

+çe eki ‘gibi, benzer, kadar, göre’ anlamlarını veren bir ektir. Askerce ‘asker gibi’, bunca ‘bu kadar’, bence ‘bana göre’. Türkçe de aslında ‘Türk gibi’ demektir. +çe, zamanla kalıplaşarak dil ve lehçe adları yapan bir ek olmuştur: Türkçe ‘Türk dili’, Arapça ‘Arap dili’, Tatarca ‘Tatar lehçesi’.

+çe’nin Arapçadaki karşılığı +î ekidir. Türkî ‘Türkçe’, Arabî ‘Arapça’, Fârisî ‘Farsça’. Arapçadan alınan bu eki de Türkler tarih boyunca kullanmışlardır. Son bir örnek, Şemsettin Sami’nin 1900 tarihli ünlü sözlüğünün adında görülür: Kamûs-ı Türkî ‘Türkçe sözlük’.

Sovyetler Birliği döneminde Türk lehçelerinde Türki kelimesine farklı bir anlam verilmiştir. Başkurt Tiliniŋ Hüzligi (Sözlüğü)’nde bu anlam şöyle açıklanmıştır: Uzak Asya’dan Küçük Asya’ya, Doğu Avrupa’dan Orta Asya’ya dek olan yerlerde yaşayan, dilleri temelde ünlü uyumu ve eklemelilik özelliğine sahip bulunan topluluğa ait. Türki halklar, Türki diller terimleri de örnek olarak verilir.

Türk kelimesini iki ayrı anlama bölmek için Ruslar önce kendi dillerinde bir kelime türettiler: tyurkskiy. Daha önce Rusçada sadece Turetskiy sözü vardı ve bu söz bizdeki Türk sözü gibi hem dar (Osmanlı ve Türkiye Türkleri için), hem geniş (bütün Türkler için) anlamda kullanılıyordu. Geniş anlam için bu yeni kelime icat edilince turetskiy sözü de sadece Osmanlı ve Türkiye Türklerine hasredildi. Mesela ünlü Türkolog Melioranskiy, 1899 yılında yazdığı Köl Tigin anıtıyla ilgili eserinde ‘v turetskom yazıke’ (Türk dilinde) ibaresini kullanıyor, Sovyet döneminin ünlü Türkoloğu Şerbak ise 1981 yılında ondan yaptığı alıntıda bu ibareyi ‘v tyurkskiḫ yazıkaḫ’ (Türk dillerinde) olarak açıklıyor, yani Rusçada geniş anlam için artık turetskiy değil tyurkskiy kullanıldığını anlatmak istiyordu. Şerbak’ın eseri Yakup Karasoy, Naile Hacızade, Mevlüt Gülmez’ce Türkçeye çevrilmiş ve TDK tarafından yayımlanmıştır…

Rusçadaki yeni icat, uzun zaman sonra İngilizcede de karşılığını buldu: Turkic. Türkçe için İngilizcede de tek kelime vardı: Turkish. İngilizce yazan bilim adamları 1960’lardan sonra dar anlam için Turkish, geniş anlam için Turkic kelimelerini kullanmaya başladılar.

Türk dilinin en mükemmel etimolojik sözlüğünü yazan Sir Gerard Clauson Turkic kelimesini kabul etmedi ve 1972’de ünlü sözlüğünü An Etymological Dictionary of Pre-Thirteenth Century Turkish (13.Yüzyıl Öncesi Türkçesinin Etimolojik Sözlüğü) adıyla yayımladı.

Clauson Turkic sözünü sadece kullanmamakla kalmamış, ona karşı tutumunu da açıkça ortaya koymuş ve ‘neolojizm’ dediği bu yeni kelime için ‘unsightly’ (çirkin, nahoş), ‘grotesque’ (garip, gülünç) sıfatlarını kullanmıştır.

Şimdi aziz okuyucular, ben de size ‘garip’ bir olaydan söz edeceğim. Sir Gerard Clauson, ünlü etimolojik sözlüğünü yayımlamadan önce bazı çalışmalarını bir araya getirmiş ve 1962 yılında yayımlamıştı: Turkish and Mongolian Studies (Türkçe ve Moğolca Çalışmaları)…

1962’de basılan Turkish and Mongolian Studies adlı eser (Türkçe çeviri: Fatma Kömürcü, TDK yayını), yayımlanışından 40, Clauson’un ölümünden 28 yıl sonra 2002 yılında Routledge Curzon tarafından Londra ve New York’ta yeniden basıldı yani ikinci baskı yapıldı. Bu yeni baskıda eserin adı ne oldu biliyor musunuz? Studies in Turkic and Mongolic Linguistics. Yani bu büyük bilginin kitabının adını değiştirdiler ve kitabın adında onun ‘çirkin ve gülünç’ dediği bir kelimeyi kullandılar…”

Hocanın şu sözleriyle yazımı bitiriyorum: “Toplumları ileriye götüren ve yükseltenler, mevcut duruma rıza gösterenler değil, mevcut durumu değiştirme ülküsü taşıyanlardır.” (Konuları ayırmak, 17/01/2021, Yeniçağ)

“Yenilik artı değer olmadığı gibi eskilik de eksi değer değildir. Hayatta ve bilimde ‘Her eski, yanlıştır ve kullanılamaz; her yeni, doğrudur ve kullanılması gerekir.’ diye bir kural yoktur.” (Dil-lehçe-şive, 09/12/2018, Yeniçağ)

Devam edeceğiz…

Yazar

Yaşar Yeniçerioğlu

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar