TÜRKLERİN TÜREYİŞ EFSANELERİ: “YENİDEN TÜREME”

Uzun zamandan beri Türk destan ve efsaneleri hakkında yazmak istiyordum. Geçen hafta bir ucundan işe başladım. Türlü türlü izlerin ve sözlerin birbirine karıştığı bugünlerde destanlara sığınmak belki ruhlarımızı arındırır. Geçen hafta sorduğum sorulara daha sonra döneceğim. Şimdi “Yeniden Türeme” efsanesine bakalım: Türkler, Hyung-nu’ların (Hunların) özel bir uruğudur. A-şi-na soyundan geliyorlar; kendi başlarına, ayrı olarak yaşıyorlardı. Bir süre sonra komşu ülkenin saldırısına […]


Paylaşın:

Uzun zamandan beri Türk destan ve efsaneleri hakkında yazmak istiyordum. Geçen hafta bir ucundan işe başladım. Türlü türlü izlerin ve sözlerin birbirine karıştığı bugünlerde destanlara sığınmak belki ruhlarımızı arındırır. Geçen hafta sorduğum sorulara daha sonra döneceğim. Şimdi “Yeniden Türeme” efsanesine bakalım:

Türkler, Hyung-nu’ların (Hunların) özel bir uruğudur. A-şi-na soyundan geliyorlar; kendi başlarına, ayrı olarak yaşıyorlardı. Bir süre sonra komşu ülkenin saldırısına uğradılar ve yenildiler. Bütün soy ve sopları yok edildi. Sadece on yaşında bir çocuk kaldı. Düşman askerleri onun küçük bir çocuk olduğunu görünce öldürmeye kıyamadılar; ayaklarını kestiler; bir sazlık ve bataklığa attılar. Orada bir dişi kurt vardı. Çocuğu etle besledi. Çocuk büyüdü; kurt ile birleşti. Kurt, çocuktan hamile kaldı. Komşu ülkenin hükümdarı çocuğun hâlâ hayatta olduğunu işitince, öldürülmesi için adamlarını gönderdi. Gelenler, çocuğun yanında kurdu da gördüler; onu da öldürmek istediler. Kurt, Kao-çang (Turfan) ülkesinin kuzeyindeki dağa kaçtı. Dağda bir mağara vardı. Mağaranın içinde zengin ve verimli, çayırlarla kaplı bir ova vardı. Ova, yüzlerce kilometre genişliğindeydi ve dört bir yanı dağlarla çevriliydi. Dişi kurt orada saklandı ve on erkek çocuk doğurdu. On çocuk büyüdü. Mağaradan çıkıp dışarıdan kızlar alarak evlendiler. Onlar da hamile kaldılar. Böylece on çocuğun her biri bir soya sahip oldu. Soylardan biri de A-şi-na idi. Bunların oğul ve torunları da çoğaldılar; zamanla yüzlerce aile oldular. Birkaç nesil sonra hep birlikte mağaradan çıktılar ve Ju-ju’lara (Juan-juan’lara) tâbi oldular. Altay Dağlarının güney eteklerinde Ju-ju’ların demircileri olarak yaşadılar. Altay dağı miğfere benziyordu ve onların dilinde miğfere Tu-kü(Türk) deniyordu. Bu sebeple kendilerine Tu-kü (Türk) adını verdiler.

Bu efsane de 629 tarihli Çin kaynağında, Cou-şu’da kayıtlıdır. Efsane, bütün Türklerle değil, doğrudan doğruya Kök Türklerle ilgilidir. Bütün Türklerle ilgili olan türeyiş efsanesini geçen hafta yazmıştım. Bütün Türklerle ilgili olmadığına, sadece onların bir kolu olan Kök Türklerle ilgili bulunduğuna göre bu efsane daha sonraki bir türeyişi göstermektedir. Bu sebeple “ilk türeme” değil “yeniden türeme”efsanesidir. Halk bilimi ve destan bilimi uzmanı olan Dursun Yıldırım da bu efsane için haklı olarak “yeniden türeme” terimini kullanmıştır.

Görüldüğü üzere bu metin, hepimizin bildiği Bozkurt Destanı’dır. Daha sonraki Çin kaynaklarında bu metnin değişkeleri (varyantları) de bulunmaktadır. Değişkelerdeki bazı farklılık ve fazlalıklar önemlidir. Mesela Sui-şu’da (636), metnin başlarında “Bu insanların ataları Batı Denizi’nin üst bölgesine hükmediyorlardı.” cümlesi vardır. Bei-şi’de (659) ise “Batı Denizi’nin batısı”denmektedir. Bu kayıt, Kök Türklerin atalarının düşman saldırısına uğramadan önceki yurtları hakkında bir ipucudur. Batı Denizi’nin neresi olduğu konusunda araştırıcıların çeşitli fikirleri vardır.

Sui-şu ve Bei-şi’deki şu kayıt da ilgi çekicidir: “Ama birden dişi kurdun içine sanki bir ruh girmişti ve kurt kendisini Batı Denizi’nin doğusunda buldu.” 1000 yılının başlarına ait bir Çin kaynağındaki kayıt ise şöyledir: “… tam yaklaşıp öldürecekler iken bu kurt kuvvetlenerek, tabiat üstübir şekilde uçarak denizin doğusunda bulunan dağda durdu.” (Ahmet Taşağıl, Gök-Türkler, 1995: 110). 801 tarihli Çin kaynağı Tung-dien’de ise kurdun çocuğu beslemek için uçarak et bulduğu kaydı vardır (Taşağıl 1995: 95).

Bu kayıtların önemi şudur: Çocuğu besleyen ve ondan hamile kalan kurt, alelade bir kurt değildir; olağanüstü bir varlıktır. Dursun Yıldırım’a göre “don değiştirmiş bir dişi Türk, bir kadın kam” olabilir. “Don değiştirmek”, “başka bir kılığa girmek, insan iken hayvan, hayvan iken insan kılığına girmek” demektir. Hacı Bektaş ile ilgili rivayetlerde ve “Ali Cengiz Oyunu”masalında “don değiştirme” motifine rastlanır.

Sui-şu’da, efsanenin sonunda şu kayıt da vardır: “A-şi-na, soylarını unutmamak için çadırının önüne bir bayrak astı. Üzerinde kurt başı vardı. A-hien-şe (Bilge Şad) adlı adam kabilesini mağaradan dışarı çıkardı. Kuşaktan kuşağa Ju-ju’lara hizmet ettiler.”

Acaba Ergenekon’la bu metin arasında bir ilişki var mı? Sorular çoğalıyor. Elbette cevapları gelecektir.

Yazar

Ahmet Bican Ercilasun

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar