Yükleniyor...
Ablam Ustam Emine Işınsu’nun aramızdan ayrılışının ikinci yılı içinde ailesi “Emine Işınsu Roman Ödülü” adıyla bir yarışma tertipledi. Birinci seçilen tek esere ödül verilecekti. Sağlığında yazdığı romanlarla insanımızın gönlünde yer eden bir yazar için ardından yapılacak en güzel hizmetti roman ödülünün ortaya konulması. Bu sayede yeni yazarlar yeni romanları ile Türk Edebiyatında yerini alacak; Işınsu’nun açtığı yolda edebî yürüyüş daha da büyüyerek devam edecekti.
Ancak ben bir taraftan sevinirken bir taraftan da tereddütler içinde düşünüyordum. 1970’li 1980’li yıllar, o yıllarda binlerce baskı yapan Töre, Devlet, Bozkurt dergileri ve cilt cilt kitaplar, o heyecan geride kalmıştı. Yarışma bir Türk milliyetçisi yazarın ardından tertipleniyordu. Emine Işınsu, Mustafa Necati Sepetçioğlu, Hasan Kayıhan, Sevinç Çokum, Alper Aksoy o yılların öne çıkan roman yazarlarıydı. Son yıllarda da Emine Özgenç roman dalında verdiği eserlerle gönlümüzü serinletmiş, ümitlendirmişti. Acaba –onlarca yıl sonra halen- roman dalında kalem oynatan başka yazarlarımız var mıydı? Yarışmaya kaç eser katılacaktı? Katılımcı sayısı, yarışmayı tertipleyenleri ve takip edenleri mahcup etmeyecek rakamlara ulaşacak mıydı? Yarışmaya sadece Türk milliyetçisi yazarlar mı ilgi gösterecekti? Diğer görüşlerdeki yazarlar katılır mıydı? Ben, ne sol kesimden ne de dinî konularda yazan romancılardan eser beklemiyordum. Çünkü her kesimin kendi yazarını öne çıkardığı, diğer görüşlerdeki yazar ve sanatçıları yok farz ettiği günümüzde başka türlü düşünmek mümkün değil.
Yarışmaya tam 141 eser geldi, 141 roman… Çok sevindiğimi tahmin edersiniz. Demek ki Türk milliyetçilerinin 70’li 80’li yıllardaki edebî ve fikrî çalışmaları verimli edebî ortam hazırlamıştı. Fakat 141 eserin değerlendirilerek ilan edilen aylarla sınırlı süre içinde bir tek eseri öne çıkarması kolay değildi. Edebiyatçılardan oluşan bir ön jüri, Alev Alatlı, A. Yağmur Tunalı, Prof. Dr. Bilge Ercilasun, Prof. Dr. Belkıs Altuniş Gürsoy ve Prof. Dr. İlber Ortaylı’dan oluşan büyük jürinin önüne sekiz eser koydu. Bu jüri de Ülkü Demiray’ın Cümbezin Kızı adlı romanını oy birliği ile ödüle layık gördü. İskender Öksüz ağabeyim de 9 Aralık 2023 tarihli yazısında; “Şu son 8 var ya; hemen hepsi şu anda piyasada gezinen ve meşhur edilen birçok eserle boy ölçüşür.” tespitini yaptı. Bu da edebiyatımız açısından sevindirici bir haberdi.
Gelelim Cümbezin Kızı adlı ödül alan esere…
Ülkü Demiray, hiç yazılmayan bir konuyu ele almıştı: 1940’lı yıllardaki İngiliz sömürgesi Kıbrıs’ı; ayrıştırılan ve birbirine düşürülen Kıbrıs halklarını; ürettikleri ürünlerini bir araya gelerek değerinde satamayan, ezilen, yoksullaşan Türkleri yazmıştı. Yoksullaştırma o dereceye varmıştı ki, “bir boğaz eksik olsun” anlayışıyla Türk kızları Araplara “üçüncü dördüncü karı” olarak satılıyordu hem de öz babaları tarafından. Ülkü Demiray’ın kitabı yazarken yaptığı araştırmaya göre o yıllarda yaklaşık 9000 Türk kızı satılmıştı Araplara. O kızlardan biriydi romanın başkahramanı Hatice.
-Eserde konu başkahraman Hatice’nin ağzından anlatılmış, geriye dönüşlerle kurgulanmış.
-Merak unsuru son sayfaya kadar canlı tutulmuş.
-Yazar, yayımlanan bu beşinci eserinde kendine has bir üsluba sahip olmuş ki bu durum Ülkü Demiray için takdir edilecek bir özelliktir.
-Roman başkahramanı Hatice, jüri üyesi Prof. Dr. Bilge Ercilasun’un ifadesiyle “güçlü bir karakter”dir. Çileli hayatı boyunca masallara, efsanelere, hatıralara dayanarak hayata tutunmuştur. Bu açıdan yorumladığımda Ülkü Demiray’ın satırlar arasında okuyucusuna, “Milletler kültürleriyle ayakta durur.” diye fısıldadığını duydum.
-Kitapta sürçen tek cümle yok. Yazar elindeki zengin malzemeye, bilgi ve belgeye rağmen romanı üç yüz dört yüz sayfalara vardırarak şişirmemiş; az sözle çok şey anlatarak 132 sayfada tamamlamış. Eser bu açıdan da diğer romanlardan hayli farklıdır ve bu yönden Abbas Sayar’ın Yılkı Atı adlı eserine benzemektedir.
Cümbezin Kızı’nı tanıtma amacıyla kaleme aldığım bu yazıyı uzatmak istemiyorum. Kitabın arka kapağında eser hakkındaki görüşlerini kısa ve net ifadelerle okurlarla paylaşan jüri üyelerinden Alev Alatlı’nın “Emine’ye yakıştı doğrusu.” dediğini; A. Yağmur Tunalı’nın da “Türkçesi çok sağlam ve çok güzel!” diye övdüğünü okuyacaksınız.
Yazar Ülkü Demiray’ı kutluyorum. Yakın zamanda kaybettiğimiz Alev Alatlı’ya Allah’tan rahmet diliyorum; mekânı cennet olsun. İskender Öksüz ağabeyimin Cümbezin Kızı’nın da içinde bulunduğu “Şu sekiz eser var ya…” diyerek yayıncıların dikkatlerini çekmeye çalıştığı diğer yedi romanın da kitaplaşmasını arzuluyorum.
Cümbezin Kızı’nı okuyanların, okumakla kalmayıp kitap hakkındaki görüşlerini yazmaları gerekir diye düşünüyor; Emine Işınsu’nun romanlarıyla edebî açıdan yetişmiş akademisyenlerin kendileri için bir görev kabul ederek yazacağı makaleleri bekliyorum.
“2025 EMİNE IŞINSU ROMAN ÖDÜLÜ” yarışmasına da çok sayıda eserin katılmasını ve yine bir başka yazarın ve değerli bir eserin daha Türk Edebiyatında haklı yerini almasını umut ediyorum.