AYRIK OTU

Merhum Galip Erdem’in dediği gibi ayrık otu bir tarlaya girdi mi artık o tarladan hayır gelmez oluyor. Vatan bir tarla ise gayrı milli fikirler ne anlama gelir? 20’inci yüzyılın başındaki ayrık otları temizlenmişken, yeniden tarlayı sarmak üzereler. Bu nasıl oldu, tedbir nedir, alınmazsa ne olur?


Paylaşın:

Galip Erdem Ayrık Otu ile Çınar

24 Eylül 2018

Rahmetli Galip Erdem’in 1962 yılında yazdığı “Ayrık Otu ve Çınar” isimli yazının konusu çok ilgimi çeker. O yazıdan bir bölümü hatırlatmak amacıyla aktarıyorum.

“Alabildiğince gür yemyeşil çimenlerin, renk renk menekşelerin, papatyaların, gelinciklerin yaşadığı bir çayırlık varmış, bir köşesinde de ulu bir Çınar ağacı olan. Bir gün buraya ne olduğu belirsiz bir ot gelmiş kendini acındırarak çayırlıkta kendisine de bir kenarda yer vermelerini istemiş. Çayır kendince bir mahsur görmemiş diğerlerine de sormuş. Ulu Çınar haricinde hepsi de kabul etmiş. Bir Ulu Çınar bu otun soysuz bir ot olduğunu, bulunduğu yerde huzur koymayacağını, ayrıştırıcı, bölücü olduğunu söylemiş ve bana bir şey olmaz ama size çok zarar verir demiş. Çoğunluk onlarda olduğu için kabul ettirememiş. Bir köşede ayrık otuna küçük bir yer vermişler. Ayrık otu doğası gereği burada hızla büyümüş, kök salmış, diğerlerini de rahatsız etmeye başlamış. Mutlulukları mutsuzluğa dönüşünce ve huzurları da kaybolmaya başlayınca, ayrık otuna ‘iyi niyetimizi kötüye kullanma biz sana yer verdik sen huzurumuzu kaçırdın’ derler. Ayrık otu kendine olan güveni ile ‘Elinizden bir şey gelmez, köklerimi öyle derinlere ve aranıza attım ki artık bu topraklara siz sahip olamazsınız’ der.

Ulu çınar ne yapmış diye soran olursa, “Üzüntüyle ben demedim mi bile diyememiş”

***

Tarihin her döneminde Türk milletinin içinde ayrık otu olmuştur. Genellikle ayrık otunu aralarına alan da kendileridir. Bu eylemi yaparken devletine ve milletine “ihanet” olsun düşüncesinde olanlar azdır. Çoğu iyi niyetli, duygusal, yüreklerinin büyüklüğünden yapmıştır.

Bu durumu mantıkla izah etmeye çalışırsak Türk insanında şuur ve hafıza sorunu vardır. Bu sorun nedeniyle olanlar çabuk unutulur, sık sık beyaz sayfa açarlar. Kısa bir süre sonra bu sayfalar da karalanır, lekelenir.

Kendi istekleriyle himayelerine aldıkları ayrık otunun zararını çok fazla gördükten sonra onu cezalandırmaya başlarlar ama tabi bu cezalandırma döneminde de telafisi mümkün olmayan hasarları da alırlar.

Ayrık otu ile ilgili bilgileri aktardıktan sonra yazımıza konu olan “Ahrar Fırkası” hakkında da bilgilerimizi tazeleyelim.

Osmanlının son zamanlarında dış unsurlar ve onların yerli sevicileri tarafından ülkenin çabuk dağılmasını temin için Merkeziyetçilikten, Adem-i Merkeziyetçiliğe dönülmesi fikri ortaya atılmıştı.

14 Eylül 1908’de Prens Sabahattin öncülüğünde, “Teşebbüsü Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti” kurulmuştu. Bunların içindeki Ahrar Fırkası, merkeziyetçiliğin terk edilmesi ve ülkenin eyaletlere ayrılması düşüncesini taşıyorlardı.

Ahrar Fırkası veya diğer adıyla Fırka-i Ahrar, II. Meşrutiyetin ilanından sonra kurulan İslamcı düşüncenin ön planda tutulduğu bir parti idi…

İttihat ve Terakki’ye karşı olarak kurulmuş, Almanlara karşı İngilizlere yakınlığı savunmuş ve kabul etmiştir.

Ahrarcılar 31 Mart ayaklanmasının öncülerindendir. Ayaklanma, Selanik’ten gelen Hareket Ordusu tarafından bozguna uğratılınca isyan bastırılmıştır. Bundan sonra da Parti kapanmıştır.

Teferruatlı düşünülmeden bakıldığında, Merkeziyetçilikten Adem-i Merkeziyetçiliğe geçiş düşüncesi çok fazla rahatsız etmez. Ama bulunduğumuz bölge, milletimizin adı ve tarihteki yerimiz nedeniyle sakıncaları hemen dikkati çeker.

Çünkü merkeziyetçilikten adem-i merkeziyetçiliğe geçiş düşüncesi ve eylemi, Osmanlının yıkılmasının sebeplerinden biridir.

Aynı tehlike isim değiştirerek, emperyalist devletlerin 100 yıllık plan olarak ortaya sürdüğü Türkiye’nin bölgelere ayrılması, bir Kürt Devleti kurdurulması fikri olarak devam etmektedir. İçimizdeki ayrık otlarının bizi nerelere sürüklediğini görmek için Cumhuriyet tarihimize bakmak yeterlidir.

***

Bin dokuz yüz yıllarının başlarında İngiliz, Amerikan ve Fransızlar tarafından bu bölgede Osmanlının dağılması ve dağılan parçaların kontrol altına alınması ve bir de “Bağımsız Kürt Devleti” kurulması düşüncesi vardı.

Kurtuluş Savaşında Türkler muzaffer olmasaydı bu projeye gerek kalmayacaktı. Kurtuluş Savaşının Türkler tarafından kazanılmasından ve önceki Türk devletlerinin devamı olan Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından sonra beklemeye alınan bu proje tekrar uygulamaya alındı.

Lawrence’ın “Bir Kürt devleti kurabilseydim, Türkleri tarihten silecektim, başaramadım” demesi bu düşüncenin özeti mahiyetindedir.

Mustafa Yıldırım kitabında “1920 yılında imzalanan Sevr Anlaşması’nın 62-64 nolu maddelerinde Kürtlere self-determinasyon hakkının tanınmasına rağmen, uluslararası çıkarlar ve siyasal dengeler, Kürtlerin bu hakkı elde edip uygulamaya geçirmelerini engellemiştir” demektedir.

Toynbee “İngilizler Musul’u işgal ettikleri andan itibaren Kürt Milliyetçiliğini teşvik etmiştir” sözüyle de bu projenin arkasının ne kadar dolu olduğunu ispat etmektedir.

Bu gerçekler ışığında şu önemli tespitimizi de söylememiz gerekir; GAP (Güneydoğu Anadolu Projesi) Türkiye tarafından uygulamaya konulduktan sonra PKK terörü de başlamıştır. PKK bölücü terör örgütüne, yine aynı devletler ABD, Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa ve İtalya destek vermektedir.

***

Atatürk döneminde “Kürt Devleti” Projesinin uygulanması için yeterli ortamı görememişler, tek parti döneminde ise şartların daha ham olduğunu düşünerek fazla ileri gidememişlerdir.

DP dönemi Batılı emperyalistlere çok fazla yakınlaşmaya başladığımız dönemin başlangıcıdır. DP iktidarının Batıya gözü kapalı yakınlaşması, Rus tehlikesine karşı kendilerini güvenceye almak olarak düşünülse de, tereddütsüz adımlarla, koşar adım batıya bağlanma, onların istediği çizgide ilerleme politikası bağımsız bir devletle bağdaşmayacak tehlikeli uygulamalara sürüklemiştir.

1951 yılında taraf olmamamıza rağmen Kore savaşına asker gönderilmesi, 7 Mart 1954 tarihinde Petrol İşletmeciliğini yabancı sermayeye açan ve Max Boll adlı bir yabancı tarafından hazırlanan “Petrol Yasası”nın yani “yabancıya petrol arama ve çıkarma izni” veren yasanın çıkarılması ve “Yabancı Sermayeyi Teşvik kanunu”, Önceki dönemde kurulan Traktör Fabrikasının ve Nuri Demirağ tarafından kurulan “Uçak ve Uçak motorları” fabrikalarının “NATO standartlarına uymadığı gerekçeleriyle” kapatılması, Emperyalist devletlerin emellerinin uygulamaya başlamasının görüntüsüdür.

27 Mayıs 1960 İhtilalinde, Türkeş ve arkadaşlarının sürgüne gönderilmesinden sonra, niyet o olmasa da, eyaletlere ayrılma projesi “Pilot Planlama Bölgesi” adıyla tekrar karşımıza çıktı. 7 Aralık 1960 tarihli Hürriyet Gazetesinde şöyle bir haber var; “Türkiye, iktisadi, kültürel ve sosyal bütünlük taşıyan, kendi başına yaşama imkânına sahip bölgelere ayrılacaktı”

1965-1980 yılları arasında ise devlet ekonomik anlamda çökertildi. Particilik kutuplaşmanın başı haline getirildi. Gençler birbirleriyle ölüm oyunu ile mücadele etti, ülkem insanı yine Sağ-Sol, Alevi- Sünni, Kürt-Türk, İlerici-Gerici gibi kamplaşmalara itelendi.

Ülkenin kargaşa ve iç savaş başlatılarak parçalanmasıyla ilgili zemin hazırlanmıştı. Bu dönemin tamamlanması için görevdeki insanların bu düşünceye yakın olmaları gerekiyordu. Buna da Türkleri himayesinde bulunduran Allah müsaade etmedi ve ülkücüler denen serdengeçti yiğitler ortaya çıktılar.

Şükür ki bu çabada sonuç itibariyle ileri safhaya götürülemedi.

12 Eylül 1980 darbesinden sonra, Cumhurbaşkanı Kenan Evren ve Başbakan Turgut Özal zamanında da Türkiye’nin Eyaletlere ayrılması projesi ortaya tekrar sürüldü. “ABD-İngiltere ve Fransızların, Ortadoğu petrollerini paylaşım projesi olarak şekillendirdiği, Evren ve Özal eliyle “Eyalet Sistemi” adıyla raftan indirildi. Eyaletlere ayrılma yani Kürt Devleti kurma ve Ortadoğu petrollerinin ellerinde bulunmasını sağlayacak bu proje 27 Aralık 2015 tarihinde yapılan DTP (Demokratik Toplum Partisi) bildirgesinde de açıklandı.

1983 yılında Evren’in talimatıyla ülkenin 8 Eyalete ayrılması ile ilgili kararname hazırlandı. 1 Mart 2007 tarihli Hürriyet Gazetesine konuşan Evren, Eyalet sistemine geçilmesi fikrini tekrarlamış ve 8 eyalete ayrılabilir düşüncesini açıklamış ve bölgeleri de Ankara- İstanbul- İzmir- Adana- Erzurum- Diyarbakır- Eskişehir- Trabzon diye belirtmişti. Ve devamla “Cumhurbaşkanı iken Bavyera’yı ziyarete gitmiştim. Baktım üç bayrak çekmişler. Biri Türk, öteki Alman bayrağı idi. Bu üçüncü ne bayrağı diye sordum. ‘Burası Bavyera Eyaleti’ onun bayrağı” dediler. “Bu birçok ülkede var. Amerika da böyle yönetiliyor, Pakistan da. Yönetmek zorlaşınca ülkeler eyaletlere bölünüyor. Türkiye de mutlaka eyalet sistemine geçecek” diye düşüncesini açıklamıştı.

Mehmet Bican, Turgut Özal’ı konu alan “Terörle Sınanmak” adlı kitabında şunları yazıyor; “O gün Özal’ın kurmayları toplantı halindeydik. Bakanlardan Hüsnü Doğan, Ahmet Kurtcebe Alptemoçin, Özal’ın baş danışmanı Adnan Kahveci. Konumuz Türkiye’nin eyaletlere dönüşmesi idi. Özal kafasındaki düşünceyi sadece aktarmıyor kabul etmemiz için bastırıyordu. Ona göre, Doğu ve Güneydoğu bir eyalet halinde teşkilatlanacaktı. Karadeniz, Anadolu’nun içlerinde, Kuzey’de, Güney’de de 5 eyalet daha olacaktı. Yani Türkiye’yi altıya bölüyordu Özal.”

Türkiye’nin yozlaşmasında önemli katkısı olan Özal, 1986 yılında yaptığı bir konuşmada “Devletin adı keşke Anadolu Cumhuriyeti olsaydı” diye görüş belirtmiş ve “Kürt sorunun çözümü için bu değişiklikler yapılabilir” diye de irade beyanında bulunmuştu. Kardeşi Korkut Özal da 2008 yılında katıldığı bir televizyon programında “Ağabeyim Atatürk ve arkadaşları için, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ değil de ‘Anadolu Cumhuriyeti’ adını verdiğini düşünelim derdi” diyerek ağabeyini teyit etmişti.

1999-2002 arasındaki gelişmeler ülkenin idari, ekonomik ve sosyal anlamda çökertilerek bölünme çizgisine hızla yaklaşılması için ortam oluşturmakla geçti. O dönemde yönetimde olanlar bilmeyerek de olsa bu oyunun bir parçası oldular.

2001 yılı çok enteresan ve üzerinin açılması gereken bir yıldır. İktidar partisi genel başkanı ölüm uykusuna yatırılmış, ülke karmakarışık olmuştur. O günkü İktidarın büyük ortağı DSP parçalanmış, kısa bir süre önce umut görülen, kendisi hakkında hiç bir şey söyletilmeyen Ecevit’i, çift suratlılar bir yerden talimat almış gibi bitirmeye uğraştılar.

Buna öncülük eden de Türkiye’nin yazılı ve görsel basını idi. Dün Ecevitlere olumsuz söz söyletmeyenler şimdi koro halinde Ecevit’i kötülüyorlardı. Sadece Ecevit’i değil iktidar olma ihtimali olan MHP’yi de icraatlarından dolayı “tu kaka” ediyorlardı.

Hükümet yıkıldı, iktidar partisinin büyük ortağı olan parti darmadağın edildi. Yeni hükümetin kurulma ihtimali varken, beklenmeyen kişiden hiç beklenmeyen erken seçim kararı ortaya atıldı.

2002 yılına kadar değişik isim ve mecrada devam eden hayallerinin gerçekleştirilmesi projesi 2002 yılından sonra da gündemdeki yerini muhafaza etmekteydi.

Türk milletine kendi ve üzerinde yaşadığı Anadolu toprağının özelliklerinden dolayı huzur verilmediğini, verilmeyeceğini defalarca yazıldı, yazdım.

Bu gelişmeler genç Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerinde oynanan 100 yıllık düşüncenin eyleme geçirtilme safhalarıdır.

Bu planın, bu düşüncenin sonuçlandırılması için gerekeni yaptılar/yapacaklar da.

Çünkü Türk insanı Ahrarcı yetiştirmekte mahirdir.

Çünkü Türk İnsanı şuurlanma yetersizliği nedeniyle “Ayrık Otları”na daima merhamet eder.

……..

DEVAMI: 2002 den GÜNÜMÜZE GELİŞMELER.

Yazar

Fuat Yılmazer

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar