Yükleniyor...
Yönetenlerimizin de okumuşlarımızın da sorgulanması gereken alışkanlıkları var. Bu da karşılaşılan sorunlarda sebep sonuç ilişkisi kurup çözmek yerine, suçun bir başkasının üzerine bırakılmasıdır. Yönetenlerimiz ve okumuşlarımızın önemli bir kısmı düşünme yetilerini kendilerini yoracağı için kullanmaz, bir kısmı da biat ettiği birilerine destek vermek için ters kullanırlar. Bir sorun karşısındaki ağızdan çıkan ilk sözlerden biri, bir başkası veya dış güçlerdir.
Ülke meselelerini doğru okuyamaz, zamanında tedbir almaz, tedbir düşünmek yerine dış güçler diyerek hıncını da, hırsını da başkasının üzerine bırakır.
Bunun belki de uygun adı kolaycılıktır. Kolaycılık tembel, düşünme yetisini kullanmayanların uyguladığı ve sevdiği yoldur.
Dış güçler kimdir? Dış güçler kendi ülkelerinin çıkarlarını gözeten ve ona uygun politika ve stratejiler üretip uygulayan diğer devletlerdir.
Onlar sorumlu oldukları insanların çıkarlarını, can ve malını korumakla görevlidirler. Biraz daha genişletirsek idare ettiği veya mensubu olduğu milletin ve devletin istiklal ve istikbalinin ilelebet sürmesi için çaba gösterenlerdir.
Muhataplarımızın çıkarları ile bizim çıkarlarımız örtüşmez. Zaman zaman örtüşse de geçicidir.
Biz duygusal bir toplum olduğumuz için gerçeklerin farkına geç varırız. Bu nedenle akli politikaları ayarlayamayız.
Olması gereken; olacakların farkına varmak ve dışardan gelebilecek tehdit ve tehlikelere karşı hazırlıklı olmaktır. Veya devletini çok güçlü bir hale getirerek senin dışındakilerin seninle ilgili olumsuz tedbirler alamamasını sağlamaktır.
Tembel beyinlerin kabul ettiği gibi her olumsuzluğun dışımızdaki kişi, grup veya devletlerden geldiğini kabul etsek bile, yine de şu gerçeği göz ardı ediyoruz, onlar yani dış güçler, çıkarları doğrultusunda politika takip etmesi doğaldır. Önemli olan bizlerin kendimizi tanımamız, bizlerin önemli bir güç olduğu gerçeğini dünyaya gösterme ve ispat etme doğrultusunda çalışmalar yapmamızdır.
Gerçeklerle yüzleşmeden tedbir almadan, onlara harekât alanı bırakmayacak şekilde hazırlık yapmadan sadece dış güçleri suçlamak doğru mudur?
Bu nevi tedbir ve düşüncede maalesef bizde mevcut değildir. Aile olarak çocukları milli ve manevi anlamda yarınlara hazırlamadan, devlet olarak nesillerimize geçmişini ve dünya gerçeklerini öğretmeden hayata atıyoruz ve o insanların bir kısmı “Ali Kemal” olmaya bir kısmı da kolaycılığa kaçarak başkalarını suçlamaya meyilli oluyorlar.
Dünlerde ahlak, günah, millet, ayıp, atalarımız, mahalle büyüğü, aile büyüğü vs. gibi kavramlar günlük yaşantımızda sık sık geçen kavramlardı. Şimdi?
Maddi ve manevi değerlerimize halel geldiğinde ayağa kalkan bunlar olamaz diyen bir ruh vardı. Milli ve manevi bir ruhtu…
Mahrem kavramı lügatimizde mevcuttu. Ayıp duygusu vardı. Mahalledeki büyükler aile büyükleri olarak görülürdü. Saygı sevgi düşüncesi mevcuttu. Onlar da hak ederdi. Toplumun manevi baskısı hissedilirdi. Dolayısı ile gayri ahlaki, gayri milli duygu ve düşüncelere kapalı bir toplum ve gençlik vardı…
Kıbrıs deyince coşan Batı Trakya, Kerkük, Türkistan, Kafkasya, Azerbaycan, dost Pakistan deyince kendinden geçen, milletinin ruhunu taşıyan,
Nameleriyle bizi mest eden Itri, Dede Efendi, Mevlana, Yunus, Hacı Bektaşi Veli, Hacı Bayram Veli, Pir Sultan Abdal, Avni Anıl, Alaaddin Yavaşca, Nevzat Atlığ, Karacaoğlan,
“Korkma sönmez bu şafaklar da yüzen al sancak” diyen Mehmet Akif,
“Ben bir Türküm dinim cinsim uludur, insan olan vatanının kuludur” diyen Mehmet Emin Yurdakul gibi bu toprağın insanları vücudun yapı taşları vardı… Şimdi!
Bugünlerdeki değişimi gördükçe yönetenlerimizin, medyanın, ailenin, eğitim sistemimizin görevini yapamadığı sonucu çıkıyor.
Düşünmedik, düşünemedik, düşüncelerimiz engellendi.
Sorgulamadık, sorgulayamadık, sorgulatılmadı maalesef.
Eğitim sistemimiz adındaki milliliği özüne yansıtamadı. Mensubu olduğu milletin tarihini, dilini, dinini, ahlakını, töresini, dününü, bugününü öğrenmelerini sağlayamadı.
Keşke basiretli olunabilse, keşke feraset sahibi gibi davrana bilinse, Keşke olumsuzluklar için dış güçler evet ama! “bizde masum muyuz?” diye sorabilseydik.
Bu kadar kayıplarımıza rağmen, bu kadar kendi değerlerimizden uzaklaşmamıza rağmen hala, dış güçler mi diyelim?
Bizi biz yapan milli değerlerden uzaklaştıktan sonra hala suçluyu dış güçlerde mi arayalım?
Peki, biz neden başkaları için dış güçler olamadık?
Devleti yönetenler veya aday olanların beyinlerinin kapasitesi, o devletin, milletin düşünce ve uygulamalarındaki başarılı veya başarısızlıklarını ortaya koyar.
Donanımlı, milli düşünen, ilkeli yöneticiler ile şuursuz ne yaptığını bilmeyen mensubu olduğu toplumun ismini ve özelliklerini kabul etmeyenler döneminde neler olduğu açıktır.
Bunun örneklerini Türk tarihinde çokça görmek mümkündür. Malazgirt’te Anadolu kapısını kılıçla aralayan askerimiz de, onlardan önce Anadolu’ya giren Gazi dervişlerimiz de çok önemli görevler yapmışlardır. Ama bu politikayı tespit edip uygulamaya koyduran ve başarılı olunması için sıkı takip ve destek veren yöneticileri de bir başka düşünmek gerekir.
Fatih çağ açıp çağ kapayan padişah olarak anılırken, Vahdeddin’in bunun tersi duygularla anılması bir başka örnektir.
Çanakkale’de, Birinci Cihan savaşında, Kurtuluş Savaşında pek çok değerli komutanlar vardı ama Atatürk daha üstün özellikleri, daha öngörülü, daha gerçekçi planlar yapması ve daha milli düşünmesiyle devlet kurulmasında önder olması bir başka örmektir.
***
Güçlü olmadığı zaman başı hiç sıkıntıdan kurtulmayan Türk’ün, bugün de büyük sıkıntısı vardır. Sıkıntıdan kurtulmak için içinde bulunduğumuz durumu iyi tetkik ve tahlil etmek zorundayız. Tetkik ve tahlili gerçekçi yapamazsak bunun sıkıntısını uzun yıllar çekeceğimizden kimsenin kuşkusu olmamalıdır.
Küresel siyasi ve jeopolitik ısınmanın güçlü olduğu şu zamanlarda Türkiye’de bulunan aydınlar, sivil toplum kuruluşları, askeri ve sivil bürokrasinin, iş adamlarının, yazarların, politikacıların ve bizi yönetmeye talip siyasetçilerimizin misyonu ve vizyonunun güçlü olması gerekir. Feraset ve dirayet bir yöneticinin olmazsa olmaz vasıflarındandır.
Anadolu, Balkanlar, Ortadoğu ve Akdeniz’de çıkarı olanlar bölgede kazan kaynatmaktadırlar. Arap Baharı diye başlatılan, amaçları bölgeyi emperyalistlerin çıkarları doğrultusunda düzenlemeye çalışanlar Ortadoğu’yu kan gölüne çevirdiler. Daha doğrusu kolaycılığa, her işi başkalarının yapması düşüncesinde olan idareci ve halkın yaşadığı devletleri perişan ettiler. Birilerine güvendiler, onları desteği veya kışkırtmasıyla hareket ettiler sonuç bu oldu.
Bizde de 1946’da başlayan ve 1950’den sonra tavan yapan Batı ve ABD aşkı başladı. Bize batıyı ve ABD’yi dost olarak gösterdiler. Gerçi biz ülkücüler şanslı idik. Başımızda Alparslan Türkeş gibi dünya ve Türkiye gerçeklerini bilen bir lider vardı. Ve “Ne Amerika ne Rusya Ne Çin, Her şey Türk’e göre, Türk tarafından Türk için” fikrini anlatarak yol gösterdi.
Bunlar ne dostlarmış, iç ve dış dengelerin aleyhimize değişmesi için bütün gayretlerini sarf ettiler. Milli birlik ve bütünlüğümüze zarar vermeye çalıştılar. Vatanımızı ve milletimizi parçalamaya yönelik bütün hinlikleri yaptılar. Kültür emperyalizmi yoluyla bizi bizden, bizi özümüzden, bizi kültürümüzden ayırmak için kirli yolları denediler…
Ne dost ya!
Aslında dışardan gelen her türlü cereyandan etkilenen, özünden kopmak için fırsat bekler gibi atılan yönetenlerimiz, okumuşlarımız asıl bizler neymişiz, hiç bunu düşündük mü?
Gustave Le Bon Kitleler Psikolojisi adlı kitabında “Bir memleketin gençliğine verilen eğitim tarzı o memleketin kaderini önceden görmeye yardım eder” der.
***
Devlet yönetmek ciddi bir iştir. Rutin işleri yapmak veya sorunları öteleyerek yarınlara problem bırakmak devlet yönetmek değildir. Olsa olsa gününü gün edip heybe doldurmaktır.
Devleti yönetmek için uzak görüşlülük gereklidir. Hatta devlette uzun orta ve kısa vadeli planlar olmalı, devletin gizli kasası en az elli yıl sonra için planlanmış program ve projeleri içinde barındırmalıdır.
Bu konuda ABD ve Rusya’yı örnek verebiliriz. BOP ve Karadeniz’de üs kurma isteği ABD’nin yıllar önce planlanmış istekleridir.
Rusya ile başa çıkamayacağı belli Soros menşeli yönetimin sahibi Mihail Saakaşvili Rusya’nın buna izin vermeyeceğini bildiği halde Güney Osetya topraklarına saldırdı. Rusya karşı çıktı ve Osetya’yı aldığı gibi Gürcistan’ı tarumar ediyor başkentlerine yaklaştı. ABD’den ve NATO ülkelerinden güçlü bir ses yok. Savaşın bitiminden sonra ABD’den ve batıdan tepkiler ve girişimler başlıyor. Yardım maksatlı olduğu söylenerek Karadeniz’e gemilerin geçmesi isteniyor. Türk hükümeti ve geçişlere izin veriyor. ABD’nin yardım amaçlı savaş gemileri! Boğazı geçip Batum limanına demirliyor.
İşte bu ilerde olacak pek çok şeyin başlangıcıdır, miladıdır. Ve aynı zamanda bir gerçeğin tescilidir. ABD uzun süredir planladığı Karadeniz’de üs bulma projesini hayata geçirmiştir.
ABD Irak’a saldırmadan, işgal etmeden önce bizi de yanında görmek istediğinde isteklerinden biri neydi? Trabzon’da bir üs kurmak. 1 Mart teskeresi kabul edilmiş olsaydı dediklerine erişmiş olacaktı. Hayır dendiği için biraz gecikti ve başka yönlerden zorlayarak evet dedirtti. Yoksa Güney Doğudaki Irak işgali ile Trabzon limanının gerçek ilişkisi ne olabilir ki? Bu davranış Rusya’yı kuşatma planının bir parçasıydı.
Tabi buna karşı da Rusya boş durmadı dünyayı birden fazla kutupluluk noktasına götürdü, şimdi de Suriye ile anlaşarak deniz kuvvetlerinden güçlü bir bölümüyle Suriye’nin Lazkiye limanına konuşlandı ve Akdeniz’e kapak atmış oldu…
Tabi ABD ye misilleme olarak.
Devletlerarası ilişkilerde dostluklar değil, karşılıklı çıkarların ön planda olduğu, dış politikada dostlukların olmadığı, devletlerarası ilişkilerde bu görüşün rağbet bulmadığı, moral değerlerinin bile ülkeleri birbirlerine yardım ettiremediği bir gerçektir.
Kolaycılığa kaçıp da her şeyi dış güçlere, dış düşmanlara havale etmemek gerekir. Çünkü sınırlar içinde de zayıf karakterli, seviyesiz ve şahsiyetsiz grup veya insanlar olduğunu unutulmamalıdır.
İçerdeki “Ali Kemallerin”, dış destekli politikacıların, yazarların, Dış güçlerin istediği şekilde araştırma yapıp toplumu yönlendiren sivil toplum kuruluşlarımızın olduğunu da unutmamamız gerekir.
Bir süredir Doğu ve Güney Doğumuzda, Irak’ın kuzeyinde, PKK, Amerika, AB ülkeleri ve İsrail’le sıkıntılarımız var. Bunlara şiddetli bir şekilde kızıyoruz. Elbette varlığımıza düşman olan güçlere kızmamız gerekir. Mücadele ederek mümkün olan ne varsa yapmamız lazım. Bunları yaparken de kendi içimizi de unutmamalıyız. Barzani’ye kızıyoruz, Talabani’ye postal öpücü diyoruz. Peki, bunların bu günlere gelmesine sebep olan biz değimliyiz ve hala aynı hatayı yapmamıza ne demeli?
K. Irak bölgesine kendi insanımıza verildiğinden daha ucuza elektrik enerjisi veren devlet de bizim devletimiz. Petrol tesisleri kuran, yollar, köprüler, hastaneler inşa eden onları daha rahat yaşatmak için elinden gelen gayreti gösterende bunlara izin veren de bizim yardımsever devletimiz!
21’inci yüzyılın ilk çeyreğinde böyle hatalar olurken, 1920’ler de milli düşünen ve yol haritası hazırlayan Mustafa Kemal tehlike gelmeden tedbirlerini alıp milli duruşunu sergiliyor. Karşısındakiler bu duruş karşısında gerilemek zorunda kalıyorlar.
Bir süre önce zamanın Başbakanı şimdiki Cumhurbaşkanı kendisini rahatsız eden bazı olaylara karşı “bizi el bebek gül bebek diye oynatacaklarını zannetmesinler” demişti.
Ama el bebek gül bebek zannetmemeleri için milli bir yol haritası ve “Mustafa Kemal ATATÜRK” duruşu gerekli.
***
Kıbrıs’ın Türkiye ve Dünya için stratejik ve jeopolitik önemi fazladır. Bugüne kadar gelen Türk yöneticileri kapasiteleri doğrultusunda ellerinden geleni yapmıştır ama rahmetli Fatin Rüştü Zorlu’nun Dışişleri Bakanı olduğu dönemde Türkiye garantör devlet hakkını almış bu gerekçe ile 1974 Kıbrıs Barış harekâtı yapılmıştır.
Şimdi çözümsüzlük çözüm değildir politikası ile bunca uğraşlardan sonra kazanılan haklarımız elimizden çıkmak üzeredir.
***
Kerkük bölgesinin bizim için çok önemli olduğu inkâr edilemez bir gerçektir. Milli birliğimiz açısından da ekonomik açıdan da stratejik açısından da hayati öneme sahiptir. O bölgelerde kırmızıçizgilerimiz vardı. Türkmen kardeşlerimizin varlığı bizim için çok önemliydi. Bunları açık deklare etmesek de her Türk burası için savaşa bile hazırdı.
Bugün bu bölgede ölüm kol geziyor. Topraklar Türkmen kanı ile sulanıyor. Barzani ve Talabani peşmergesi bölgeyi bu noktaya getirmenin hazzını yaşadığı gibi daha ileri giderek kendi yönetimleri içine almak için çalışmalar yapıyorlar. Kısacası Kerkük ve çevresi elden gitmemek için son feryatlarını ediyorlar. Yöneticiler duymuyor, görmüyor, işitmiyor, o taraftan da çevriliyoruz.
Prof. Pitt gözlerinden rahatsızdır. Bir öğrencisinin “Sizce körlük mü daha zor gelirdi, sağırlık mı? Yoksa bacaklarınızın olmaması mı? Sorusuna verdiği cevap “Hiçbiri; gerçek sakatlık, gaye yokluğu, sorumsuzluk ve uyuşukluktur” der.
***
Çevremizde gördüğümüz duygusal ve akli manzara budur. Gelişmelere günün koşulları içinde akıl yoluyla tedbirler alınmaz ve uygulamaya konmazsa korkarım ki daha zor günler Türkiye’yi ve mazlum Türk insanını beklemektedir.
Olacakları hak etmemek için bütün gücümüzle çalışmak dileği ile…