Yükleniyor...
Takdim yazısı: Türk tarihindeki ilk yazılı Anayasa olan Kanunuesasi’nin kabulüyle birlikte (23 Aralık 1876) Türk siyasi yaşamında parlamenter sisteminden; bugün gelinen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bir başka deyişle Acayip Türk Tipi Başkanlık Sistemi üzerinde yapılacak değişikliklerin kendi siyasi tecrübe birikimimiz ve tarihî deneyimimizin ışığında değerlendirilmelidir.
***
Türk tarihindeki ilk yazılı Anayasa olan Kanunuesasi’nin kabulüyle birlikte (23 Aralık 1876) Türk siyasi yaşamında parlamenter sistem geleneği başlamıştır. Hükûmet modeli 1909’da Kanunuesasi’de yapılan değişikliklerle birlikte parlamenter sisteme dönüşmüştür. Olağanüstü şartların ürünü olan 1921 Anayasa’sı Meclis hükûmeti sistemini benimsemiş, 1924 Anayasa’sının öngördüğü rejim Meclis hükûmeti sistemi ile parlamenter rejim arası karma bir model oluşturmuştur. 1961 Anayasa’sı ise klasik parlamenter rejime yakın bir rejim ortaya koymuştur.1982 Anayasa’sıyla ortaya koyulan model kamuoyunda “yarı başkanlık sistemi”, “başkanlı parlamenter rejim” olarak adlandırılsa da Anayasa metninde yer alan kurumlar, yetkiler ve ilişkiler ağı klasik bir parlamenter rejim görüntüsü oluşturmaktadır (1).
Parlamentarizm, Başkanlık ve yarı-başkanlık sistemlerinin hepsi de demokratik sistemlerdir. Parlamentarizmin beşiği olan İngiliz temsili rejiminde, kuvvetler arasında hukuken eşitlik ve denge vardır ama uygulamada yürütme organının üstünlüğü vardır. Parlamentarizmde Bakanlar Kurulu, fiiliyatta yalnız yürütme görevini değil, yasama yetkisini de tekeline aldığı için eleştirilmektedir. ABD’nin Başkanlık sistemi, hükümetin ve siyasetin istikrarına katkıda bulunmaktadır.
1982 anayasasından sonra yarıbaşkanlık sistemine yakın bir yerde bulunulduğu; esasen Türkiye 1908 tarihinden itibaren sui generis bir parlamentarizm sistemini uygulamakta olduğu; aslında Atatürk, İnönü, Evren ve Özal parlamenter sistemin sembolik cumhurbaşkanları olmayıp, parlamenter sisteme rağmen birer başkan gibi olduğu iddia edilmiştir (2).
Yaman (2014), makalesinde yapmış olduğu değerlendirmede; “Başkanlık sistemi ABD dışında genel olarak başarılı bir sonuç vermemiştir. Bunun en önemli sebebi bu ülkelerin fazla gelişmiş ülkeler olmamasıdır ki dolayısıyla bu eğitim ve demokrasi kültürünü de negatif etkilemektedir. Ayrıca sistem, kontrolü elinde bulundurmak isteyen kişi ya da gruplarca yönetim sürecinde iktidarın tekelleştirilmesine daha müsait mekanizmalarla desteklenmiştir. Demokrasinin gelişmesine izin vermeyen bu toplumsal yapıya siyasi bu uygulamalar da eklenince toplumsal açıdan ve demokrasi bakımından kaçınılmaz bir başarısızlık söz konusu olmuştur. Dolayısıyla bir ülkede rejimin başarısı o ülkenin ekonomik gelişmişlik düzeyi, eğitim seviyesi ve toplumdaki demokrasi kültürü, coğrafi ve tarihi faktörler ile dış tehdit algılamalarıyla da yakından ilgilidir. Bununla birlikte başkanlık sistemi otoriterleşmeye diğer sistemlerden daha müsaittir. Genel olarak otoriterleşen başkanlık sistemi örneklerinde ise sorumluluk büyük oranda iktidarı kaybetmek istemeyen ve dolayısıyla demokrasiyi ve halkın refahını kendi menfaatleri için feda eden liderlerdedir.
Ülkemizdeki başkanlık sistemi tartışmalarına neden olan temel olgu, bir yandan parlamenter sistemin diğer yandan da seçim sistemi ve özellikle parti sistemimizdeki aşırı parçalanmaya dayalı çok partili sistemin yol açtığı zayıf, kısa ömürlü, istikrarsız koalisyon hükümetleridir. Bazı çevrelerde başkanlık sistemine geçtiğimiz takdirde koalisyonlardan kurtulacağımız, istikrarlı ve güçlü bir siyasal yapıya kavuşacağımız iddia edilmektedir (3).
“Bir ülkedeki hak ve özgürlüklerin durumu, sistem türüne değil, sistemin nasıl tasarlandığına bağlıdır” sonucunu genel olarak çıkarmamız da mümkündür. Başkanlık sistemi için ABD ve Venezüella, yarı başkanlık için Fransa ve Rusya, parlamenter sistem için İngiltere ve Türkiye, sırasıyla, her bir sistem için hak ve özgürlük endeks değerlerinin görece en yüksek ve en düşük olduğu örneklerdir. Dolayısıyla, bu örneklerin yardımıyla hak ve özgürlüklerin yüksekliği ile hükümet sistemi türleri arasında sistematik bir ilişkinin bulunmadığı sonucuna varabiliriz (4).
Sayın Bahçeli’nin deyimiyle “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak adlandırılan ve esasen hükümetin olmadığı “Başkanlık Sitemi” olan ülkemizdeki bir yıllık yeni sistem; beraberinde yoğun eleştirileri getirmiş, son günlerde de iktidar cenahında ve muhalefet kanadında yoğun sistemin revizyonu ile yeni sistem tartışmaları yaşanmaktadır.
ABD’de, yürütme organının başı, yani başkan, halk tarafından 4 yıl için seçilir ve görev süresi boyunca görevde kalır. Başkanın bu süre içinde görevde kalması yasama organının güvenine dayanmaz. Başkan normal görev süresi dolmadan yasama organı tarafından güvensizlik oyuyla görevden alınamaz.
Türkiye’de sistemde ise yasama organı, yani TBMM, kendi seçimlerini de yenilemek şartıyla Cumhurbaşkanının seçimlerini yenileyebilir.
ABD’de, yasama organı nasıl başkanı güvensizlik oyuyla düşüremiyorsa, buna paralel olarak, başkan da yasama organını feshedemez.
Fesih yetkisinin olmaması, bir kuvvetler ayrılığı sistemi olarak başkanlık sisteminde, yasama ve yürütme kuvvetlerinin birbirinden bağımsız olmasının mantıksal sonucudur.
Türkiye’de sistemde ise, Başkan kendi seçimlerini de yenilemek kaydıyla, istediği her zaman yasama organının seçimlerini yenileyebilir; yani onu feshedebilir.
ABD’de bir adet Başkan Yardımcısı vardır ve Başkan yardımcısı, başkan ile birlikte halk tarafından seçilir. Türkiye’de önerilen sistemde ise Cumhurbaşkanı yardımcısı veya Cumhurbaşkanı yardımcıları halk tarafından seçilmez. Cumhurbaşkanı tarafından serbestçe atanırlar.
ABD’de, “bakanlar (secretaries)” Başkan tarafından atanır. Ancak bu atamalar Senatonun onayına tâbidir. Türkiye’de önerilen sistemde ise bakan atama yetkisi, yasama organı onayına tâbi olmaksızın doğrudan doğruya Cumhurbaşkanına ait bir yetkidir. ABD’de Başkan Senatonun istemediği bir kişiyi bakan olarak atayamaz. Bakan olacak kişinin seçiminde Başkanın Senatoyla uzlaşması gerekir. ABD’de Senatonun onama yetkisinin önemsiz, sembolik bir yetki olduğu sanılmamalıdır. Başkanın atamak istediği bakanlar hakkında Senatoda çok ciddi incelemeler ve tartışmalar yapılır.
Türkiye’de ise sistemde Cumhurbaşkanının bakan atama yetkisi yasama organının yani TBMM’nin onayına tâbi tutulmamıştır. Türkiye’de Cumhurbaşkanı istediği kişiyi bakan olarak atayabilir ve istediği zaman görevden alabilecektir. Bu konuda yasama organı ile uzlaşmak zorunda değildir. Türkiye’de ise Cumhurbaşkanının yasama organı ile uzlaşma gibi bir zorunluluğu bulunmamaktadır.
ABD’de Başkanın Pek Çok Kamu Görevlisini Atama Yetkisi, Senatonun Onayına Tâbidir; Amerika Birleşik Devletlerinde bu usûlle atanan iki bin civarında kamu görevlisi vardır. Dolayısıyla ABD’de Başkanın, kamu görevlisi atama yetkisi sınırsız değildir; Senatonun onayına tabidir; Başkan Senato ile uzlaşmak zorundadır.
ABD’de Başkanın Yüksek Hâkim Atama Yetkisi, Senatonun Onayına Tâbidir; Türkiye’de ise Cumhurbaşkanının sahip olduğu gerek hâkimler ve Savcılar Kuruluna, gerekse Anayasa Mahkemesine üye atama yetkisi, bir başka makamın onamasına tâbi olmaksızın, Cumhurbaşkanı tarafından tek başına kullanılır.
Yüksek Mahkeme dokuz üyeden oluşur ve üyeler ömür boyu görev yapar. Kendileri istemedikçe emekli olmazlar. Bu nedenle ABD’de bir Başkanın Yüksek Mahkeme üzerinde hâkimiyet kurma ihtimali çok düşüktür.
Türkiye’de ise gerek Anayasa Mahkemesinin, gerekse Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun kompozisyonunda süreklilik yoktur. Anayasa Mahkemesindeki üye kompozisyonu nispeten kısa süre içinde değişir ve neticede Anayasa Mahkemesi iktidarla uyum içinde üyelerden oluşur hâle gelir. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun üyeleri ise zaten dört yılda toptan yenilenmektedir.
ABD’de hâkimler, Başkan tarafından atansa ve Senato tarafından onaylansa da gerek Başkan, gerekse Senato karşısında tam anlamıyla bağımsızdırlar. ABD’de bir hâkime siyasî makamların baskı yapabildiği duyulmamış bir şeydir.
ABD’de Başkanın Pek Çok Kamu Görevlisini Atama Yetkisi, Senatonun Onayına Tâbidir; Amerika Birleşik Devletlerinde bu usûlle atanan iki bin civarında kamu görevlisi vardır. Dolayısıyla ABD’de Başkanın, kamu görevlisi atama yetkisi sınırsız değildir; Senatonun onayına tabidir; Başkan Senato ile uzlaşmak zorundadır.
Türkiye’de bütün üst kademe kamu yöneticilerini atama yetkisini, diğer bir makamın onayına tabi olmaksızın doğrudan doğruya Cumhurbaşkanına aittir. Türkiye’de Cumhurbaşkanının ABD’de Başkanın sahip olmadığı, Rektör atamak gibi, daha pek çok yetkisi de vardır.
ABD’de Başkanının Yaptığı Milletlerarası Andlaşmaları Onaylama Yetkisi Senatonun 2/3 Çoğunluğuna Aittir.
Türkiye’de ise Anayasamızın 90’ncu maddesine göre uluslararası andlaşmalardan bazıları doğrudan doğruya Cumhurbaşkanının onayıyla, diğer bazıları ise TBMM’nin Genel Kurula katılan üyelerin salt çoğunluğunun oyuyla kabul edilecek bir uygun bulma kanunundan sonra Cumhurbaşkanı onayıyla yürürlüğe girecektir. Türkiye’de Cumhurbaşkanının ABD’deki Başkana göre dış ilişkileri yürütme ve uluslararası andlaşmalar yapma konusunda çok daha büyük bir yetkiye sahip olduğu açıktır. ABD Başkanı Senatonun üçte ikisini ikna etmek zorundadır. Türk Cumhurbaşkanı ise bir grup andlaşma için kimseyi ikna etmek zorunda değildir; diğer bir grup andlaşma için ise, sadece TBMM Genel Kurulundaki toplantıya katılan üyelerin salt çoğunluğunu ikna etmek zorundadır. Türkiye’de Cumhurbaşkanının dış politikasının yasama organı tarafından frenlenme ve dengelenme ihtimali düşüktür.
Partili Cumhurbaşkanlığının yolunun açılması, Cumhurbaşkanının aynı zamanda bir siyasî partinin genel başkanı olması sonucunu da doğurabilecektir. Dolayısıyla Başkan, bir siyasî partinin kongresine katılabilecek, genel başkanlığa aday olabilecek, delegelerden oy isteyebilmektedir (5).
Ülkemizde Cumhurbaşkanının bir siyasî partinin genel başkanı olarak, o partinin milletvekili adaylarını belirlenmesi imkânı olması, yasama organının önemli bir kısmının bu şekilde belirlenmiş milletvekillerinden oluşması kuvvetler ayrılığı ilkesiyle uyumlu olmadığı, böyle bir sistemde Cumhurbaşkanının partisinden seçilmiş milletvekillerinin kendilerini Cumhurbaşkanına karşı borçlu hissettikleri, gelecek seçimlerde aday olmayı düşünen milletvekillerinin Cumhurbaşkanına karşı bağımsız davranamayacakları hususları en öne çıkan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sitemi eleştirileri olmaktadır.
Sistemin en çok tartışılan konusu “tek adam” eleştirisi. Bunun sebeplerinden birisi Cumhurbaşkanı’nın aynı zamanda bir partinin genel başkanı olması, ikincisi de bakanlar kurulu başta olmak üzere, Cumhurbaşkanlığına bağlı 9 politika kurulu, 8 yeni başkanlık, özel bütçeli, kamu tüzel kişiliğine haiz, idarî ve malî özerkliğe sahip 4 yeni ofis kurulması ve hepsinin de başkanının Cumhurbaşkanı olması ve üyelerinin Cumhurbaşkanı tarafından atanması…
Yeni kurulun Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Bülent Arınç da buna dikkat çekiyor. “Milletin birliğini temsil etmek bir siyasî parti genel başkanının sözleriyle mümkün değil. Sayın Erdoğan karşısındaki insanlara hitap ederken ‘Ben Cumhurbaşkanı sıfatıyla konuşmuyorum’ dese bile parti toplantılarına katılıyor, MYK’ya katılıyor. Cumhurbaşkanlığının daha yukarılarda olması lâzım. Diğer partilerin genel başkanı gibi ben de parti genel başkanıyım diye kürsüye çıktığı zaman söyleyecekleri farklı anlaşılır” diye bir gerçeğin altını çiziyor.
Bu durum her seçim döneminde muhalefet tarafından tenkit ediliyordu ancak Arınç’ın bunu söylemesi dikkat çekici. Çünkü bunu kapalı kapılar ardında ve özel konuşmalarda birçok partili söylüyordu, ama kim sesli dillendiremiyordu.
“Parti genel başkanlığı konusunun sayın Cumhurbaşkanımız tarafından düşünülmesini, tezekkür edilmesini düşünüyorum” diyen Arınç’ın bu sözleri dikkate alınır mı bilemiyoruz, ama yeni sistemin en büyük sorunlarından birisi olarak Türkiye’nin önünde duruyor.
Sistemin getirdiği başka bir hata da Meclis dışından atanan bakanlara sözlü soru sorulamaması ve bunun yanında bakanlar hakkında gensoru mekanizmasının kaldırılması oldu. Demokratik Parlamenter Sistemde Başbakan ve bakanlar hakkında gensoru önergesi verilip, denetim mekanizması çalıştırılabiliyordu. Bu sistemde başbakan zaten yok. Onun yerine icranın başı olan Cumhurbaşkanı ve bakanlar hakkında da gensoru verilemiyor. Yani, Meclis’in gensoru yetkisi artık yok. Meclis soruşturması ise cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanlar hakkında yapılan soruşturma yetkisinden ibaret…
Yeni sistemde kanun yapma yetkisini elinde bulunduran TBMM’nin yanı sıra, cumhurbaşkanı da doğrudan anayasadan aldığı yetkiye dayanarak, Meclis’ten bir yetki kanunu çıkarılmasına ihtiyaç duymaksızın kararname çıkarabiliyor. Meclis çıkaracağı kanun ile kararnameyi etkisiz kılabiliyor ama bu yapılabilir mi?
CHS’ye resmen geçildiği 24 Haziran 2018 tarihinden bu yana kararname sayısının Meclis’in çıkardığı kanunları geride bıraktı görülüyor. Haziran 2018-Haziran 2019 döneminde 41 Cumhurbaşkanlığı kararnamesi, 696 Cumhurbaşkanı kararı, 6 KHK, 51 Cumhurbaşkanı Kararı çıkmasına karşılık, Meclis’in sadece 34 kanun çıkarabilmesinden de anlaşılacağı üzere bunun yapılması söz konusu bile değil. Böyle olunca da yeni sistemde Meclis’in faaliyetinin arttığının söylenmesinin doğru olmadığı ortaya çıkıyor.
***
AKP’de bir süredir, sisteme ilişkin, TBMM ile cumhurbaşkanlığı ve bakanlıklar arasında iletişim kopukluğu yaşandığı eleştirisi dile getiriliyor.
Yeni sistemde Bakanlar Kurulu’na sözlü soru sorulamıyor. Ancak yazılı soru sorulabiliyor. Bakanların yazılı soruları 15 gün içinde cevaplaması gerekiyor, ama “bazı gerekçeler”le bunu da geçiştirebiliyorlar. CHS’nde icranın başı olarak cumhurbaşkanına yazılı soru da sorulamıyor. Ancak yardımcısına soru yöneltilebiliyor.
Bütün bunlar dikkate alındığında bu sistemin Türkiye’ye uymadığı görülebiliyor. Zaten dünyada da “tek” olduğu için de “Türk tipi” deniliyor…
Burada Erdoğan’ın sistem tartışmaları başladığında “tek adam olur” eleştirilerine “Böyle bir sistemde kim tek adamlığa cür’et edebilir? Diyelim ki, cumhurbaşkanı nefsine yenildi, yoldan çıktı, gerçekten tek adamlık yapmaya kalktı. Her şeyden önce bu kişinin yakasına millet yapışır” sözlerini tekrar hatırlatmakta yarar var.
Bu sistemde “cumhurbaşkanı nefsine yenik düşerse” millet yakasına nasıl yapışacak? Çünkü, ülkeyi seçime götürmenin şartları oldukça zor. Erken seçime gidilme kararı hem TBMM hem de cumhurbaşkanı tarafından alınabiliyor. TBMM’nin erken seçim kararını beşte üç çoğunluk, yani üye tam sayısı 600’e yükseltilen mecliste 360 oyla alınabiliyor.
Demokratik hukuk devletin bütün kural ve kurallarıyla işleyeceği, milletvekili listelerinin genel başkan tarafından değil millet tarafından belirleneceği, istişarenin tam manasıyla işleyeceği, bir tek kişinin değil ortak aklın devrede olacağı bir sistemin tekrar tesis edilmesi gerekiyor (6).
Gazeteci ve eski milletvekili Özcan YENİÇERİ “Parti devleti ve Cumhurbaşkanlığı!” adlı köşe yazısında aşağıdaki değerlendirmeleri yapmıştır;
Siyasi parti genel başkanlığı da cumhurbaşkanlığı da aynı kişide toplandı.
Sonuçta “ben demek parti demek, milli irade demek beni seçtikleri için millet demektir” noktasına kadar iş gitti.
Bu şartlarda seçilen Cumhurbaşkanı Saray’dan devleti yönetmek yerine seçim meydanlarında parti mitingleri yapmak, partililerle toplantı yapmak, muhalif parti liderlerine had bildirmekle zamanını geçiriyor.
Vatandaş ve devletle ilgili her şey kurullara ve bürokratlara havale ediliyor.
Bakanlar meclise uğramaz, milletvekilleri bakanlar bir yana bürokratlara bile ulaşamaz bir konuma düştüler.
Süreçte Cumhurbaşkanı zamanının büyük bir kısmını ya yurt dışı gezilerinde ya da yurt içi seçim ve parti propagandalarında geçirmektedir.
Cumhurbaşkanlığı da part time yapılır hale gelmiştir.
Cumhurbaşkanı resmen herkesin ama fiilen yalnız kendi partisinin cumhurbaşkanı olsun, devletin temsili önemli değil parti temsil edilsin yeter demek akıl dışı bir durumdur.
“Cumhurbaşkanı partili olmasın” gibi haklı bir talebe “hayır” demek de ne devlet ne millet ne de demokrasi yönünden savunulur değildir.
Cumhurbaşkanının partiler üstü, mezhepler üstü, kulüpler üstü, ideolojiler üstü, bölgeler üstü olmasından daha doğal ne olabilir.
Cumhurbaşkanlığı makamına herkesin, her bölgenin, her inancın, her düşünce sahibinin benim cumhurbaşkanım diyebilmesinden daha doğru olanı nedir?
Tarafsız cumhurbaşkanı bir halkın en masum ve meşru talebidir.
Dahası her konuda, her zaman, her fırsatta değil de yeri ve zamanı gelince konuşan bir cumhurbaşkanı talebi de haklı bir taleptir.
Devleti ve milleti parçalarıyla/ayrıntılarıyla değil de bütünüyle yönetilmesinin sağlanması herkesten daha çok cumhurbaşkanının görevleri arasında olması akılcı bir taleptir.
Partili cumhurbaşkanlığı ülkeyi biz ve onlar olarak birbirinden ayırmış ve kamplaştırmıştır.
Türkiye’yi tam anlamıyla parti devleti görüntüsü içine sokmuştur (7).
AKP’de bir süredir, sisteme ilişkin, TBMM ile cumhurbaşkanlığı ve bakanlıklar arasında iletişim kopukluğu yaşandığı eleştirisi dile getiriliyor.
Erdoğan’ın geçmişte, kapsamlı “istişare” toplantıları yaptığını, ancak yeni sisteme koşut olarak, işlerinin yoğun olması nedeniyle partiye yeterince zaman ayıramadığı, Cumhurbaşkanlığı politika kurullarının yeterince çalışmadığı, hantal kaldığı ve hatta iki başlılığa yol açtığı eleştirileri yapılıyordu.
Yeni sisteme geçilmesi ile bazı bakanlıkların birleştirilmesinin, bazı alanlarda aksaklıklar yaşanmasına yol açtığı, bürokrasinin yavaşladığı eleştirileri de sık sık dile getiriliyor. Hatta Erdoğan’ın yeni sistemin aksayan yönleri konusunda çalışma yapmakla görevlendirdiği Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay başkanlığında oluşturulan çalışma komisyonunda milletvekillerine de danışılması isteniyor.
Kulislere yansıyan bilgiye göre, Erdoğan’ın dün bir araya geldiği birçok milletvekili de bu konudaki eleştirilerini iletme fırsatı buldular.
Edinilen bilgiye göre, toplantılarda milletvekillerinin sistemin aksayan yönlerine ilişkin eleştiri ve önerilerini dinleyen Erdoğan, Türkiye’nin kurulduğu günden bu yana uzun bir parlamenter sistem deneyimi olmasına karşın, bir çok sorun ve kısıntı yaşandığını belirterek, 1 yıl önce geçilen cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde de bazı aksaklıkların olmasının doğal karşılanması gerektiğini vurguladı.
Ancak bu aksaklıkların birçoğunun uygulamadan kaynaklandığını ve yeniden parlamenter sisteme dönülmesi gibi bir düşüncelerinin kesinlikle olmadığını kaydeden Erdoğan, “Eksikler varsa giderilebilir. Ama eski sisteme dönüş yok. Biz o aşamayı geçtik, tekrar geriye dönüşümüz sözkonusu olmaz” görüşünü dile getirdi (8).
TBMM Genel Kurulunda, milletvekilleri arasında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi tartışması yaşandı. MHP Grup Başkanvekili Erkan Akçay, “Her ne ad altında olursa olsun eski sisteme dönüş özlemi taşımak siyasal gericiliktir.” ifadesi üzerine söz alan CHP’li Özel; “(Güçlü Meclis) sözünün billboardlarda kaldığını” savunan Özel, “Her doğana değil, Erdoğan’a göre yapılmış Anayasa, 1 yıl sonunda Erdoğan’a da bir kolu uzun, bir paçası kısa gelmeye başladı. Milliyetçi Hareket Partisi savunuyor ama sistemin McKinsey tarafından dayatılmış olduğunu da artık cümle âlem biliyor.” diye konuştu.
Bahçeli “Kuşkusuz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin ilke ve esaslarıyla oturması, güçlenmesi zaman alacaktır. Dünya üzerinde hiçbir hükümet sistemi kısa sürede fayda ve sonuçları verememiştir. Bu da son derece normaldir. Beklenen ve ölçümü yapılan bir durumdur. Geçiş sürecinde uyum sorunlarının aşılması kaçınılmazdır.” demektedir.
Hürriyet’ten Abdulkadir Selvi’ye konuşan Kılıçdaroğlu, “Bizim istediğimiz demokrasi. Amerika’da başkanlık sistemi var değil mi? En güzel başkanlık sistemi Amerika’da var. Oturalım konuşalım, oradaki başkan büyükelçi bile tayin edemiyor. Onu da tartışalım. Devasa kurumlar var orada. O kurumların benzeri Türkiye’de olmalı. Biz parti olarak demokratik parlamenter sistemden yanayız ama diyorlar ki bu sistemi tartışalım elbette tartışılabilir. Biz tartışmadan çekinmeyiz. Artısına eksisine bakarız, otururuz konuşuruz” dedi (8).
“Bir ülkedeki hak ve özgürlüklerin durumu, sistem türüne değil, sistemin nasıl tasarlandığına bağlıdır” sonucunu genel olarak çıkarmamız da mümkündür. Başkanlık sistemi için ABD ve Venezüella, yarı başkanlık için Fransa ve Rusya, parlamenter sistem için İngiltere ve Türkiye, sırasıyla, her bir sistem için hak ve özgürlük endeks değerlerinin görece en yüksek ve en düşük olduğu örneklerdir. Dolayısıyla, bu örneklerin yardımıyla hak ve özgürlüklerin yüksekliği ile hükümet sistemi türleri arasında sistematik bir ilişkinin bulunmadığı sonucuna varabiliriz (9).
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, bir başka deyişle Acayip Türk Tipi Başkanlık Sistemi üzerinde yapılacak değişikliklerin kendi siyasi tecrübe birikimimiz ve tarihî deneyimimizin ışığı altında; kendi sistemimizin zamanın şartlarına cevap verecek şekilde ıslah edilmesiyle sağlanması, istikrar açısından ve yerleşmiş demokratik yapımız açısından daha uygun olacaktır. İyi tasarlanmadan, halkın talep ve beklentilerinden yoksun topyekûn değişikliklerin ülke meselelerine çözüm getirmesi beklenemez.
Diğer yandan sürekli demokratikleşemediğimizden bahsedilen bu ortamda, başkanlık sisteminin sağlıklı bir şekilde uygulanamayacağı da bir gerçektir. Çünkü başkanlık sistemi, demokratik kurumların iyi işlediği bir sistem olup diğer ülkelerde zaten diktatörlüğe gitmektedir.
Ayrıca federe devletler olgusu da üzerinde durulması gereken bir konudur. Çağdaş toplumda federe başlığı altında etnik veya dinî birtakım referanslar geliştirilmeye kalkılırsa toplumsal ve bireysel açıdan bir iyileşme değil, geriye gitme ve ilkelleşmeyi getirir ki bunun da sonucu, toplumsal ayrışma ve çatışmadır.
Milli Egemenliği ve Milli İradeyi temsil edecek olan Türkiye Millet Meclisi, yürütmeyi gerçekleştiren Cumhurbaşkanını ve Hükûmeti, Yasamayı, Yargıyı her vakit denetleyebilecek ve gerektiğinde Cumhurbaşkanı ve bu kurumların yöneticileri görevden alabilecek ve düşürebilecek yapıda olmalıdır.
Sistem tartışmalarında işin özünü kaybederek milli irademizi teslim eder ve nasıl kullanıldığını sorgulayamazsak, Milli İrademiz üzerinde gece kondu kurarlar ve Millet olarak egemenliğimiz bayram ve tören söyevlerine malzeme olmaktan öte bir anlam taşımaz. Milli egemenliğin Türk Milletinin olduğunu gerçek demonrasiyi kurarak ve yaşayarak ancak anlayabilir ve anlatabiliriz.
Anayasamız; egemenliğin, kayıtsız şartsız Milletin olduğunu ifade eder. Lafta kalan bu ifadenin hayatın içinde yer alması ve katılımcı ve doğrudan demokrasi anlayışıyla bu milli irade ve egemenliğin bizzat Türk Milleti tarafından kullanılabilmesine yönelik yeni bir yönetim anlayışı ve sistemine ihtiyaç vardır.
Yeni yönetim sisteminde, yönetim usulü ve sistemi halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanmalıdır. Milli egemenliğin ve iradenin kullanılması ve tecelli etmesinde Milleti; Türkiye Millet Meclisi temsil edecek ve Millet adına egemenlik hakkını, Anayasanın koyduğu esaslara göre, Milletle birlikte kullanacağı bir Milli Başkanlık Sistemi yapısı oluşturulabilir.
Türkiye Millet Meclisi genel oyla seçilen ve her seçimde nüfusun onbinde biri olarak hesaplanacak sayıda Milletvekilinden oluşmalı; Milletvekillerinden %75’i çıkartılacak yasadaki esaslara göre belirlenen dar seçim çevrelerinden seçildikleri bölgeyi ve kendilerini seçenleri temsil etmek, %15 milletvekili ise siyasî partilerin, parti ittifaklarının ülke seçim çevresi için düzenleyeceği listelerden ve bağımsız adaylardan nispî temsil esasına göre bütün ülke genelini temsil etmek, %10 milletvekili ise yurtdışında yaşayan Türk Vatandaşlarını temsil etmek üzere yurt dışında yaşayan Türk Vatandaşları tarafından seçilmelidir.
Gerçek katılımcı demokrasiyi yerleştirmek ve millet egemenliğini etkinle kullanabilmak amacıyla milletvekili sayısının artırılması uygun görülmüştür. Böylece milletvekilleri menfaat grupları, partiler ve liderleri tarafından olumsuz anlamda etki altına alınamayacak ve özgür iradelerini halka danışarak daha iyi kullanabileceklerdir.
Milli Egemenliği ve Milli İradeyi temsil edecek olan Türkiye Millet Meclisi, yürütmeyi gerçekleştiren Cumhurbaşkanını ve Hükûmeti, Yasamayı, Yargıyı her vakit denetleyebilecek ve gerektiğinde Cumhurbaşkanı ve bu kurumların yöneticileri görevden alabilecek ve düşürebilecek yapıda olmalıdır.
Türkiye Millet Meclisi calışmalarını ve oylamalarını elektronik ortamlarda ve akıllı iletişim sistemleri üzerinde yapabilmelidir.
Yeni yönetim anlayışı ve sisteminde “Yasama Yetkisi” yeni oluşturulacak “Türkiye Yasama Meclisi” tarafından, “Türkiye Millet Meclisi” ile birlikte Millet adına kullanılmalıdır.
Yürütme yetkisi ve görevi ise; Türkiye Millet Meclisi tarafından 5 yılda bir seçtiği Cumhurbaşkanı ve onun tayin edeceği ve Türkiye Millet Meclisi tarafından onaylanan Bakanlar Kurulu eliyle kullanılmalıdır.
Geniş sayıda milletvekilinin Cumhurbaşkanını seçmesi; halk oylamasıyla seçilmesindeki toplumda yaratılan kamplaşmaların ortaya çıkması ve sosyal barışı bozucu, Cumhurbaşkanını siyasi taraf haline getiren mahzurları bakımından daha uygundur.
Cumhurbaşkanı, erkler ayrılığı prensibindeki yeri, gerçek anlamda egemenliğin temsili ve katılımcı demokrasi bakımından erkler üstü bir yere ve yetkiye sahip olması gerekir.
Kısaca; Milli egemenliğin millete ait olacağı tam demokratik bir yapı kurmanın zamanı geldi ve Türk Milleti olarak sınıf atlayabilmek için bunu gerçekleştirmeek zorundayız vesselam!..
Kaynaklar: