Yükleniyor...
“Kazan, ey kanlı, kaygulu şehir, başından tacın düştü.
Şimdi kul oldun. Senin büyüklüğün mazide kaldı.”
dizeleriyle Süyüm Bike’nin ağıtlar yaktığı Kazan… 27 Mart 2020 günü, Robert Miñnullin’in ölümüyle bu ağıtı yine, yeniden hak eden zaman ve mekân…
Türk tarihi ve edebiyatı için Türkistan (Orta Asya) coğrafyasının önemi ne ise, 1850’lerden itibaren Kırım ve Kazan coğrafyası da Türk edebiyatı ve fikir tarihi açısından o derece önemlidir. Adına ağıtlar yakılarak kaybedilen vatan; bağrından onlarca şair, edebiyatçı, aydın ve âlimi hem insanlığa hem de Türk topluluklarına armağan edecekti.
Türkiye’de Kırım Tatar Türklerini yakından tanırız, Tataristan Cumhuriyeti’ndeki Tatar Türklerini ise onlar kadar iyi tanımayız. Bunda coğrafi ve siyasî olarak Moskova’ya çok yakın olmalarının etkisi var mıdır bilinmez. Tatar Türkçesi denildiğinde de Kırım Tatarca’sı akla gelirken, Tatar Türkçesi pek anılmaz. Zaten dil emekçisi değilse, kimse de merak etmez aralarında o küçücük fark ile devasa büyüklükteki benzerliğin sebebini.
Kazan-Tatar coğrafyası ile kastedilen yerlerde bugün kaç özerk cumhuriyet var, saymak bile durumu özetliyor aslında. 19. yüzyılın ikinci ve 20. yüzyılın ilk yarısında; Türk tarih, edebiyat ve fikir dünyasının öncü isimleri Kırım, Kazan-Tatar coğrafyasından çıkmıştır desek abartmış olmayız. Özellikle Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren öncü fikir insanları Yusuf Akçura, Zeki Velidi Togan, Reşit Rahmeti Arat, Halil İnalcık vb. İsimlere bakmamız bile bu tezin doğruluğu için yeterlidir.
20. yüzyılın başlarında Gaspıralı İsmail Bey’in “Dilde, Fikirde, İşte Birlik” şiarı Türk soylu topluluklar arasında kabul görmüş ve hızla tüm Türk coğrafyasına yayılmıştır. Bugün de geçerlidir. Gaspıralı’nın dil birliğini esas alan düşünceleri ile birlikte, “Usul-ı Cedid” okulları açılmıştır. Türkistan coğrafyasını hâkimiyeti altına alan Çarlık yönetimi, Türk halklarının aydınlanmasını ve bilinçlenmesini siyasî saiklerle istemediği için, bu okulların yaygınlaşmasına karşı çıkıp birçok engellemede bulunmuştur. Tüm engellere rağmen, Türk coğrafyasında yeni yöntemle eğitim veren birçok okul açılmıştı. Açılan bu okullar aracılığıyla Gaspıralı’nın düşünceleri ve ceditçilik hareketi bütün Türk dünyasında milliyetçi düşüncenin güçlenmesini, millî bilincin oluşmasını sağladı.
1905 Ekim ihtilali, Rusya’da olduğu gibi, Rus hâkimiyetinde kalan Türk halkları arasında da olumlu bir hava yaratmıştı. Rus okullarında ya da İstanbul ve Kazan gibi Türk kültür merkezlerinde eğitim gören aydınlar, millî konularla daha rahat bir şekilde ilgilenme fırsatı bulmuşlardı. Dönemin şair ve yazarları; hikâye, roman, şiir ve makale alanlarında yazdıklarıyla halkı bilgilendiriyor, millî konuları işleyerek özgürlük düşüncesini, millî bilinci güçlendirmeye çalışıyorlardı. 20’nci yüzyılda Türk fikir ve edebiyat dünyası, Zümrüdüanka misali küllerinden yeniden doğmasını, canı pahasına emek veren bu aydınlarına borçludur.
1917 Bolşevik Devrimiyle başlayan, Lenin ve sonrasında Stalin’le devam eden dönem; baskı, zulüm ve ölümü Rusya hâkimiyeti altındaki Türkler için de beraberinde getirmiştir. Kırım, Kazan-Tatar coğrafyasındaki aydınlar da bu baskıcı ve zorba dönemden oldukça mağdur olmuş, Anadolu’daki Millî Mücâdele ve sonrasında kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti ise; bu aydınlar için yeniden kök salıp ürün verebilecekleri, bereketli topraklar hâline gelmiştir.
İşte, 27 Mart’ta, böylesine zenginliğin ve birikimin mirası üzerinde yetişen bir Tatar aydınını kaybettik Türk Milleti olarak. Birçoğumuz Robert Miñnullin’in ne adını biliyorduk ne de yazdığı tek bir cümleyi okuduk. 2. Dünya Savaşı’nın ardından 1 Ağustos 1948’de bugünkü Başkurdistan’ın İliş Rayonunun Necedi Köyü’nde doğmuştur. Küçük yaşta babasını kaybeden şair, 5 kardeşi ile birlikte kendisine babasızlığı hissettirmeden büyüten annesini hiç unutmamıştır. Okuyucuları, onun şairliğini farklı ve özel kılan yanın; annesine olan duygularını tüm çocukların gözünden görerek, kalbinden hissederek anlatmasındadır der. Miñnullin ise;
“Benim Annem sıradan bir kadın. O başka annelerden hiç de farklı değil, Onun özel sanı ve ödülleri ise yok. O fakat büyük onurla “Kahraman Anne” madalyasına ve Ana adlı büyük yüce isme lâyık. Bu yüzden de ben kendi şiirlerimde Anne kelimesini büyük harfle yazıyorum. Dünyadaki en kıymetli, en güzel, en iyi kişime yazılmış onlar…”
şeklinde ifade eder.
Robert Miñnullin’in “Enkey (Annem)”, “Enkeynen Dogalları* (Annemin Duaları)”, “Eni Kirek (Anne Gerek)”, “Enkeylernen Ak Çeçlere (Annelerin Ak Saçları)” vb. şiirleri, Tatar bestecileri tarafından bestelenip sanatçıların ve halkın severek söyleyip dinlediği şarkılar oldu.
Her yazar, her türde yazı yazabilir ama her yazar çocukların dünyasına doğru şekilde hitap edemeyebilir. Zaten edebiyatın kendisi de her yazarın çocuklara yönelik ürünler ortaya koymasına müsaade etmez. Yazarak bir çocuğun kalbini fethedebilmek dünyanın en kolay işi gibi görünür ama başarması en zor yoludur … Minik devler kadar, yaşını almış çocukların da kalbini kazanmış olabilmesinin sırrı; çocukluk yıllarını çoktandır geride bırakan insanın duygularını, çocukluğun canlı anılarına, düşüncelerine tamamıyla götürüp o anda gezdirebilmesinde değil mi zaten?
Çocukluk en geriye gidip, köklerde ruhu şekillendirmek değil mi? Gaspıralı’nın izinden giden bir Türk aydını, O’nun yaptığı gibi, toplumun köklerine gitmeden geleceği şekillendirmenin hayallerini kurabilir mi? Millî duygularla, folklorik ögelerle, kültürel ezgilerle, toplum değerleriyle yoğrulup şekillenmeyen kök, gövdeyi ayakta tutabilir mi?
Çocuk demek, geleceğin dünü olmak demek. Dünün, yarınlarda meyve verecek hâline kelime kelime, harf harf emek veren bir şair… Kendini bundan daha güzel nasıl tarif edebilir?
Seni bilmiyorduk, ama artık bileceğiz… Seni okumuyorduk, ama artık okuyacağız… Seni anlatmıyorduk, ama artık herkese anlatacağız… İnsan ömrünün kısalığından “Yalnızca şairler muaftır.” diyen şiir yürekli insan, seni çok geç tanıdık erken kaybettik. Ruhun şad olsun!..
İnsan ömürleri çok kısa…
Hüda bize, bilmiyorum nedendir,
O kuşların ömrünü de vermemiş.
Yaşayabilsin yeter, demiş olmalı.
İnsan ömürleri çok kısa…
Buna da şükrederiz.
Bu kısa ömrün de
Kadrini bilmeden gideriz.
İnsan ömürleri çok kısa…
Kadrini çokça bilecek kadar,
Onun her saati de sayılı.
Her saatin kendisi bir ömür.
İnsan ömürleri çok kısa…
Hatta gafletle sezilmiyor.
Söylersin de, ömrün kıvılcımları
Bir süre için yanar.
İnsan ömürleri çok kısa…
Bir söner de tekrar yanmaz.
Her birimize de olacak o.
Yalnızca şairler muaftır.
Роберт Миңнуллин Robert Miñnullin.
*энкейнен догаллары