Yükleniyor...
Düşünün ki elinizde, tarih bilimi ölçütlerinde yazılmış akademik düzeyde bir kitap var. Bu kitabı okumaya başladınız. Bitirdiğinizde bugünden geçmişi değil, geçmişten bugünümüzü anlatıyor. Hem de bunu çok sık yapmış. Bu kitabı okuması için eşinize dostunuza, nasıl tavsiye ederdiniz? Bu soruya tarih bilimi eğitimi almamış, dolayısıyla ortalama bir okur penceresinden bakarak kendimce bulduğum cevapları sizlerle paylaşmak istiyorum.
Prof. Dr. Konuralp Ercilasun’un Çin kaynaklarından istifade ederek meydana getirdiği eser; Hun tarihi açısından en kapsamlı ve güncel kaynaktır denilebilir.
Çin kaynakları, İbrahim Kafesoğlu, Zeki Velidi Togan, Nihal Atsız, De Guignes, Biçurin gibi temel isim ve kaynakların eserlerinden sıkça istifade edilmiş, bu kaynaklar yorumlanırken bilgileri tekrar etmek yerine, yazar özgün yorumunu katarak sıradan okuyucuya farklı bakış açılarını vermeye gayret etmiş. Bu da yoğun iş temposu, trafik vb. gündelik koşturmacadan artakalan zamanlarda kitap okumaya vakit ayıran okur için, bilgi edinme adına olumlu bir fark yaratmakta.
Kitap; on bir bölümden oluşmakta. Söz başı kısmında akademik kitaplarda alışık olmadığımız bir üslûp bizi karşılıyor. Faydalanılan kaynak ve kişilere atıf yapılırken tarihle ilgili temel kaynak kitaplarda sık görmediğimiz bir şeyle karşılaştım. Kitabın hangi metodoloji ile hangi yöntem kullanılarak yazıldığından tutun, imlâ kuralları, Çince sözcüklerin transkripsiyon ve telâffuzu gibi özelliklerine kadar yer verilmiş. Kitabı okudukça bu kadar üst düzey akademik seviyede bir kitabı, nasıl zorlanmadan okuduğunuzu fark ettikçe, bu yönteme başvurulma nedenini anlıyorsunuz. Üstelik bu yöntemin sağladığı okuma kolaylığı sadece bu kitapla sınırlı kalmıyor.
Çin kaynaklarının niteliği ve özelliklerinin kısaca anlatılması, yazarın faydalandığı kaynaklarla kuram ve yorum olarak uyuşmadığı noktalarda, özgün yorumuna okuru ikna edebilmesi açısından doğru bir yöntem. Atalarımız Çin kaynaklarına ilk kez nasıl girmiş, özellikleri, yaşadıkları yer, adlandırılmalar gibi birçok detay ikinci bölümün ana konusu. Yazarın kendi çizimi haritalar da öğrenmeye başladığımız Hun tarihini, Hun coğrafyası olarak zihnimizde oturtmakta.
Üçüncü ve dördüncü bölüm Hunların Şiung-Nu adıyla anılmaları ve bilinen ilk hükümdar Tuman ile başlıyor. Motun’un (Mete) tahta geçmesi, Hunların yükselişi ve hâkimiyeti ele alınmaktadır. Motun’un bildiğimiz askerî teşkilatlandırma sisteminden hariç, modern dünyadaki özel mülk, kamu mülkü ayrımı örnekleriyle anlatılmış. Dünürlük ve rehin verme gibi uluslararası ilişkilerin temelini oluşturan diplomatik kavramlar; Motun tarafından da MÖ 200’lü yıllarda ortaya konmuş ve şu şekilde ifade edilmiştir:
“Karşılıklı mektuplardan anlaşılacağı üzere günümüzdeki diplomatik ilişki kuralları daha o zamanlar bu iki ülke arasında oluşmuştur. Sınır ihlalinde iki taraf da sorumluluğu birbirinin üstüne atıyor. Güçlü taraf, satır arası gözdağı veriyor. Belki bugünden farklı bir yön, elçi alıkoymak olabilir. Eskiden daimî elçi olmadığı için sürtüşme sonuçlarından biri elçi alıkonması oluyordu. Günümüzde ise tam tersine daimi elçinin istenmeyen adam ilan edilmesi yoluna gidiliyor…”
Hâkimiyet döneminin anlatıldığı beşinci bölümün en dikkat çeken bilgisi “(…) Bunlardan bir tanesi uluslararası ticaretin keşfidir. Diğer bir deyişle sonradan adına ipek yolu denecek bir ticaret ağının varlığından haberdar olunmasıdır.” denebilir. Ben de ipek yolu ticaretini Çinlilerin başlattığını sanan çoğunlukta idim ama bu kitapla bu bilgi yanlışlığımı da düzeltmiş oldum.
Türkistan coğrafyası kimlerin hâkimiyetinde, sosyal yapı, fizikî durum nasıldı? Çin hâkimiyetine girmeden önce orada nasıl bir yaşam, yönetim ve yapı vardı? Çin Doğu Türkistan coğrafyasının ne zaman farkına vardı ve önemini nasıl kavradı? Kitabın, en sürprizli kısımları listemde ilk üçe girecek detaylarıyla, altıncı bölümünde sizleri bekliyor.
Biraz kültürel antropolojiye merak duymuşsanız, insanların genetik kodları olduğu gibi, toplumların da kültürel kodlardan gelen mirasları olduğu söylemini duymuşsunuzdur. En azından ilgi alanım içerisinde benim kanaatim budur.
Bu kanaatle, hâkimiyetin usulsüz değişikliği ve bölünmenin anlatıldığı yedinci kısım, bana bir okur olarak özgün yorumlar getirmemi sağladı desem abartmış olmam. Tarihî köklerimizde ilk darbenin izlerini sürmek, üstelik bir kadın eliyle olduğunu okumak ve yorumlamak beni olduğu kadar sizi de istemsizce tebessüm ettirecektir.
Darbe izi olur da nepotizm olmaz mı? Maalesef Hunları da yıkılışa götüren süreç; liyakat olarak adlandırdığımız bilgi, beceri ve yeteneğin yerini, liyakatsiz kişilerin almasıyla başlamış. Bu kısımı okurken sanki birkaç bin yıl öncesinde değil de, âdeta içinde olduğumuz şartları yorumluyor gibi hissetmekten alıkoyamıyorsunuz kendinizi.
Türk tarihindeki ilk milliyetçi olarak adlandırılan Cı-cı ile ilgili getirilen yorum, günümüzde sıkça istismar edilen milliyetçilik sözcüğünü doğru anlamlandırmamız açısından çok önemlidir.
“(…) Cı-cı Türk tarihindeki ilk milliyetçi olarak kabul ve lanse edilmiştir. Cı-cı’nin bağımsızlıkçı tutum takındığı doğrudur, ancak kaynağa göre sözler ona ait değildir. Hu-han-ye nezdindeki beylerin kaynakta verilen anonim sözleri ise aslında o devirde Hunlarda ortak bir millî şuur olduğunu göstermesi bakımından önemlidir. Tek başına bir liderin millî şuura sahip olmasındansa bütün devlet yöneticilerinin millî şuurlarının sesleriyle bağımsızlıkçı tavır almaları millet olma vasfı bakımından daha dikkat çekicidir.”
Bu cümleden sonra günümüz koşulları ile metni birleştirip hüzünle derin bir nefes almamak ise imkânsız.
Vasallığa giriş ve vasallıktan kurtuluş, ikinci üstünlük devresinin başlangıcı sekiz ve dokuzuncu bölümleri oluşturmakta.
Onuncu bölümde Hunların kültür ve teşkilat yapıları detaylı olarak ele alınmakta. Bozkır hayatının insan ve kültür üzerine etkileri geniş bir çerçeveden ele alınmış. Köklerimizde bozkır yaşamı olsa da yerleşik hayat ve coğrafyamız o yaşam ve kültüre dair çok şeyi kültürel hafızamızdan silmiş. Bu bölümü okurken kitabın kapak fotoğrafındaki gibi, ileriye koşan atın üstündeki gelecek oku, geçmişte kalan zamanın kapısını tıklattırıp misafir ediyor sanki sizi.
On birinci bölüm ise tüm bölümlerin ve konuların detaylı bir şekilde yorumlanıp sonuç olarak verildiği bir kısım. At kültüründen mitolojik unsurlara, devlet yönetiminden sosyolojiye o döneme dair neyi arıyorsanız aradığınızı bulabiliyorsunuz.
Sonuç olarak bu kitabı okuduğumda fikrimi soranlara sadece şunu dedim. Bu kadar üst düzey akademik bir kitap, bu kadar basit, sade ve akıcı da olabiliyormuş. Ama bu sizi sakın yanıltmasın. Kitap elinize alıp vapurda, metroda, otobüste 10-15 dakikalığına okuyabileceğiniz bir kitap değil. Ya da elinizde çay kahve kısa anlarınızı doldurmaz. Bu kitabı yazan, okurken size şunu hissettiriyor; ben elimde çay kahve, çalakalem yazmadım. Kılı kırk yardım. Siz de lütfen o titizlikle, o dikkati bana vererek okuyun. Bu kitap kendini o titizlikle okutturan, her daim güncel hayatla bağdaştırarak istifade edebileceğiniz temel bir kaynak.
Ben tarih kitabı okuyamıyorum, çok sıkılıyorum diyenlere özellikle tavsiye ederim. Bir kere elinize alın. Kitabın konusu ve üslûbu sizi âdeta efsunluyor. Artık geçmişe mi yolculuğa çıkarsınız yoksa geçmişten bugünü mü yorumlarsınız sizin ilgi ve bilginize kalmış.
Kaleminize, yüreğinize, emeğinize sağlık Konuralp Ercilasun.
Türk Tarihinde Asya Hunları
Birinci Hâkimiyet Dönemi
Yayınevi: Dergâh
Basım yılı: Eylül 2019
Sayfa:322