Çekilen PKK mı Türk Milleti mi?

      23 Nisan (2013) resepsiyonu gidişatla ilgili birbirinden önemli açıklamalara sahne oldu. Televizyonlara son dakika kaydıyla, Kandil-İmralı ulaklarından birisi olan Sırrı Süreyya Önder’den “PKK çekilmeye 25 Nisan’da başlayacak” haberi düştü. Önder “İmralı’ya mektuplar gitmeye devam edecek mi?” sorusuna da manidar bir cevap verdi. “İmralı ile görüşmeler devam edecek ama artık mektup olmaz”. Belki […]


Paylaşın:

 

 

 

23 Nisan (2013) resepsiyonu gidişatla ilgili birbirinden önemli açıklamalara sahne oldu. Televizyonlara son dakika kaydıyla, Kandil-İmralı ulaklarından birisi olan Sırrı Süreyya Önder’den “PKK çekilmeye 25 Nisan’da başlayacak” haberi düştü. Önder “İmralı’ya mektuplar gitmeye devam edecek mi?” sorusuna da manidar bir cevap verdi. “İmralı ile görüşmeler devam edecek ama artık mektup olmaz”.

Belki 3G telefon hattı belki internet-skype ya da doğrudan ikametgâh ziyaretleri, kim bilir? Hani bir zamanlar “Güniz Sokak Ziyaretleri” yapılırdı ya…

Sayın Cumhurbaşkanı da iki ayrı soruya aynı şekilde cevap verdi: “Bu işin esas netice vermesi, tamamen silahlardan vazgeçmekle olur. Silahlardan vazgeçmek, Türkiye içinde değil Türkiye dışında silahlardan vazgeçmekle olur”. Bu söylenenler Başbakan’ın çok yakın çalışma ekibinin en önemli şahsiyeti olan Yalçın Akdoğan’ın yazdıklarıyla örtüşmektedir. Söz konusu yazının sadece paragrafı bile değerlendirmeye yetecek bilgiyi haizdir. Akdoğan yazısındaDiğer bir sıkıntılı konu, örgütün Türkiye dışında silahlı varlığını devam ettirebileceğine yönelik niyetler veya ifadelerdir. Aysel Tuğluk’un “Suriye’de bir süre daha silahlı, İran’da yakın gelecekte tekrar silahlı” sözü, örgütün sadece Türkiye’deki faaliyetlerini durduracağı, Kandil’de veya başka alanlarda silahlı mücadeleye devam edeceği izlenimi uyandırmaktadır. Bu yaklaşım da doğrudan sürece meydan okumak anlamına gelir.” demektedir[i] (Akdoğan, Star Gazetesi, 23 Nisan 2013). Bu yazı ile açıklama beraber değerlendirildiğinde bu söylenenlerin adresinin pazarlığın diğer tarafı olduğu çok açıktır.

Milli Savunma Bakanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı özellikle teröristlerin çekilme güzergâhından birliklerin çekilmesine ilişkin sorulara da: “öyle bir şey söz konusu değil” cevabını verdiler.

Alt alta konulduğunda herhangi bir Türk’ün içini acıtacak bu açıklamalar, beni en büyük toplumsal laboratuvar olan tarihe müracaata sevk etti.

Tarih bugünün yönetimi, dolayısıyla yarınların hazırlanmasında işaret levhaları, rota belirleyicisidir. Ancak kendisine saygı duymayanlardan uzaklaşır ve onları kendi mezarlığına gömer. Milleti yönetenlerin hiçbirinin tarihten kopmak gibi bir lüksü olamaz. Çünkü yönetim gücü kendilerine emanettir. Dolayısıyla milletin birliği, vatanın bütünlüğü, yönettikleri toplumsal hayat ve istikbal de kendilerine emanettir.

Elbette Türk Devleti’ni temsil edenlerin, yürütme görevini ifa edenlerin, Türk ordusunu yönetenlerin Türk tarihini bilmemeleri mümkün değildir diye düşünülmelidir ama yine de tarihe bakmak faydalı olacaktır.

Türk milleti bu coğrafyada, insanlık tarihindeki en uzun süren “tek hanedan” devleti olan Osmanlı Türk Cihan Devleti’nin sahibi idi. Bu cihan devletinin dağılması 19. yy’da başlayıp 20. yy’da sonlandı, elimizde de kala kal bugünkü topraklar kaldı.

Devletin dağılma sürecinde çok çeşitli yollara başvurulmuştur. 1908 yılında Meşrutiyet o günkü adı Hürriyet ilan edilir. 10 Temmuz’da Hürriyet ilan edilir edilmesine ama ortalık darmadağındır.

“Sokaklar, kahveler, medreseler, camiler, kışlalar, mektepler, kiliseler ve sanki yerden biter gibi türeyen çeşitli kulüpler, hatta ordu, hülasa o günkü merkezlerin hepsi kendi bildiğince, kendi havasına göre kaynıyordu.

(…) Gerçi bu arada ve ilk günlerde, hele bir genel af ta çıka­rıldığı için, dağlardan şehre inen eşkıya ile, o güne kadar on­ların peşinden koşan kuvvetler sarmaş dolaş olmuşlardı. Balkanlar’da çete kovalayan subaylarla, onlarla kıyasıya savaşan Bulgar, Rum, Sırp, Arnavut çetecileri şehir meydanlarında ku­caklaşmışlar, elele, omuz omuza resimler çıkartmışlardı. Hele namlı çete reisleri, kaptanlar, voyvodalar Selanik, Manastır, Üsküp gibi şehirlerle bütün Makedonya kasabalarında, en iti­barlı misafirler olarak ağırlandılar. Baştan ayağa silahlı, üstler: başlan küçük birer cephanelik halindeki bu insanlar, bir süre Rumeli şehir ve kasabalarının, âdeta süsleri, ziynetleri gibi do­laştılar. Meselâ burada verdiğimiz bir resim, Hürriyet Kahra­manı Niyazi Beyle, namlı bir Rum kaptanını elele gösterir. Bu arada hocalarla papazlar, hahamlar, her tarafta kolkola re­sim çıkarttılar. Komiteci her yerde hatta ev sahiplerinden bile ileri sayılıyordu. Meselâ daha 10 Temmuz 1908’de Enver Beyin, hürriyeti ilân ettiği Köprülü Hükümet Konağı önünde ön sı­rayı tutan Bulgar komitecileri arasında, biraz da arka plana itilmiş gibi görünen bir fotoğrafından daha önce bahsetmiştik.

Hulâsa o günler öyle günlerdir ki, tarihin kurdelası böyle günleri pek nadir aksettirir. Ama bu çok nadir olan günlerin ömrü de, ne çare ki daima kısadır. Nitekim 10 Temmuz’dan sonra da öyle oldu. Ve kısa bir süre geçince birbirini kovalayan olaylar, havayı hızla bulandırdı. Hem ihtilâlciler, hem bütün Türkler bu hava içinde, pek çabuk yalnız kaldılar. Ve bir sıra hazin sürprizlerle karşılaştılar. Memlekete ve havaya hâkim olan otorite buhranı ise, bir karşı ihtilâle kadar sürdü gitti. Evet, toplumun içinde çeşitli birikmeler oluyordu. Ve bu bi­riken hınçların, bir gün patlaması kaçınılmazdı. (…)” (Aydemir, Enver Paşa)[ii].

Ya Sonra…

Sonrası  5 Ekim 1908’de, Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakından bir gün önce Ferdinand Doğu Rumeli’yi de kapsayacak biçimde Bulgaristan’ın bağımsızlığını ilan eder ve kendisi de çar unvanını alır. Devlet-i Aliyye’nin 4,8 milyon sterlin tazminat istemine karşılık Bulgaristan 1,5 milyon sterlin ödemeyi önerir. Rusya’nın aradaki farkı Bulgaristan’a borç olarak vermeyi kabul etmesi üzerine  Bulgaristan’ın bağımsızlığını tanınacaktır[iii]. 4 Ekim’e kadar bizim olan topraklar artık başkalarınındır.

Daha Sonra…

Daha sonra Trablusgarp Savaşı, Balkanların 40 (kırk) günde elden çıkışı, 1. Dünya Savaşı, Mondros Mütarekesi, Sevr paçavrası, Anadolu’nun işgalleri, Yunan’ın İzmir’e çıkışı, Başkentin işgali ve nihayet İstiklal Harbi…

Yazması ve okuması çok kolay değil mi… Ama Tekalif-i Milliye Kanunu ile orduya “her evden iki don, iki fanila ve iki çorap” verilmesinin kanuna bağlanmış olması bile ne kadar zor şartların yaşanarak bugünlere gelindiğini anlatmaya yetecektir.

Bugün…

Bugün de genel af, silah bırakıp siyaset yapma iddiaları ortalıkta dolaşmakta teröristlerle dağlarda bayırlarda fotoğraflar çekilmekte, hatta eli silahlı bölücüler rahat çıksın diye sınır boşaltılmaktadır.

Ne kadar tanıdık değil mi? kapatın gözlerinizi, birisi okusun dinleyin, değiştirin isimleri…

Sahi, çekilen terör örgütü ve teröristler mi yoksa Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti midir?

 


[i] Akdoğan Yalçın, Star Gazetesi, 23 Nisan 2013, Süreç Normalleşme ve Parazitler.

[ii] Aydemir Şevket Süreyya, Makedonya’dan Orta Asya’ya Enver Paşa, Cilt II 1908-1914, Remzi Yayıevi, 11. Basım, Ekim 2008

[iii] http://tr.wikipedia.org/wiki/Bulgaristan_Prensli%C4%9Fi

 

 

 

 

Yazar

Hakan Paksoy

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar