21. Yüzyılda Ergenekon’dan Yeniden Çıkış

“Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir. Amasya Genelgesi Md. 1.” Türkiye; 19 ve 20’inci yüzyılda konuşulan, tartışılan ve cumhuriyetle birlikte çözüme kavuşturulan konuları 21’inci yüzyılda da konuşup tartışmaktadır. Yeniden o günlere dönerek her şeyi sil baştan yapmak isteyen, bunları yanlışlığını ikaz eden herkese kulak tıkayan ve kendileri gibi düşünmeyenleri her fırsatta öteleyenler tarafından yönetilmektedir. Her […]


Paylaşın:

“Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir. Amasya Genelgesi Md. 1.”

Türkiye; 19 ve 20’inci yüzyılda konuşulan, tartışılan ve cumhuriyetle birlikte çözüme kavuşturulan konuları 21’inci yüzyılda da konuşup tartışmaktadır. Yeniden o günlere dönerek her şeyi sil baştan yapmak isteyen, bunları yanlışlığını ikaz eden herkese kulak tıkayan ve kendileri gibi düşünmeyenleri her fırsatta öteleyenler tarafından yönetilmektedir.

Her alanda değişim ya da reform diyerek atılmış olan bütün adımlar aslında işleri kötüye götürmüş, düzeltmek için yapılanlar da daha fazla karışıklığa sebep olmuştur. Bunun en önemli sebebi yapılanların ideolojik hedeflerle gerçekleştirilmesidir. Özellikle milli eğitim, adalet ve Türk Silahlı Kuvvetleri ile Polis Teşkilatı içler acısı bir durumdadır.

Ülkeyi yönetenlerle, aslında “menzillerinin aynı olduğu” ortakları arasındaki iktidar kavgası, taraflardan birinin emperyalist güçlerle iş birliği ile, tarihin en hain hareketlerinden birisi olarak, Türk Milletinin başında patlamıştır. Bu da yetmezmiş gibi, akan kanın siyasi sorumluları kargaşayı fırsat bilerek, Devletin ana omurgasında değişiklikler gerçekleştirmekte, yeni bir devlet yapılanmasına doğru gitmektedirler.

“İstanbul Hükümeti yüklendiği görevi yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok saymak anlamına gelmektedir. Md. 3.”

İktidar sahipleri; ideolojik bir anlayış ve bu ideolojinin kesin inançlılığı içerisinde, amaçlarına ulaşmak için her türlü ittifaka girebilmektedir. Bu yönetim anlayışı sonucunda ülke uçurumun eşiğine gelmiş, bu süreçteki en büyük siyasi sorumluluk sahibi olan Cumhurbaşkanı da dahil, bütün fikir ve siyaset adamları bölünme tehlikesinden, bekamızın tehdit altında olduğundan bahsetmektedir. Dış politika, günlük değişimlerin sıradan hale geldiği bir durumdadır. Bu değişimler rüzgârın önündeki hazan yaprağı gibi savrulmamıza yol açmakta, yalnızlık içine düşmemize sebep olan bu savrulmalardan komşularımız, bölge ülkeleri ve sözde stratejik ya da stratejik olmayan müttefiklerimiz istifade etmektedir. Beka tehdidinin en önemli sebebi, yöneticilerin, Türk milli kimliği ile sürekli bir şekilde ideolojik kavga halinde olmalarıdır.

Bugüne kadar kamu gücünü en üst düzeyde kullanmışlar ve maksatlarını ustaca gizleyerek, bu kavgayı devam ettirmişlerdir. Hedeflerine ulaşabilmek için adalet ve milli eğitimle sürekli oynamışlar, yargı; parti yargısı halini almış, gazetelerde ihkak-ı hak haberleri sık görülmeye başlamıştır.

Toplumsal ahlakta ciddi bir bozulma yaşanmakta, tamamına yakını Müslüman olan toplumun din anlayışında gözle görülür bir farklılaşma oluşmakta, Sünni-Hanefi-Maturidi anlayışın, çok da farkında varılmayan, Sünni-Hanefi-Selefi bir yaşayışa dönüştüğüne dair uyarılar artmaktadır.

Milletin istiklalini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır. Md. 2.

Milletin haklarını korumak amacıyla her türlü etki ve denetimden uzak milli bir kurul oluşturulmalıdır. Md. 4.”

Ülkemiz; bir avuç siyasetçi kılavuzluğunda girilen bu yoldan yine bir siyasi kadro hareketi ile dönmek mecburiyetindedir. Bu hareket;

  • Öncelikle, vazgeçilmez bir şart olarak Millete ve hayata Türkçe bakmalıdır. Türk Devletinin varlığını sürdürmesi, 80 milyonun bir ve beraber olarak Vatanın bütünlüğünün korunması buna bağlıdır.
  • Her şey bu hedef için düşünülmeli, bunu sağlayacak tedbirler alındıktan sonra da Türk medeniyetine hamle yaptıracak büyük Türk Rüyası’na yönelmelidir.
  • Türk medeniyeti kurucusu olarak Türk Milleti ile toplumsal bir sözleşme imzalayabilecek, çağa teklifi olan bir program ve hatıraların baskısından sıyrılabilmiş olan bir kadro hareketi olmalıdır.

Bu kadro; Yunus Emre’deki Türk, Hacı Bektaş’taki bilge, Harmandalındaki efe, Ata Barındaki dadaş, halaydaki yiğit, horondaki kabına sığmayan Karadeniz uşağı…  gerektiğinde “valsteki şövalye” gibi davranmalıdır. Milletin hiçbir ferdini ayırmadan; ölüsüne gidip ağlamalı düğününe gidip oynamalı, kıtlıkta lokmasını paylaşmalıdır. Unutulmamalıdır ki kıtlıkta verilen lokmanın hükmü büyüktür.

  • Gençlik özel olarak önemsenmelidir. 12 Eylül sonrasındaki süreçte anarşiden uzak bir gençlik yetiştirmek mazereti öne sürülerek, tercih edilen bir strateji neticesinde, Türk milletinin devlet ve millet felsefesi hayatın akışından uzaklaştırılmıştır. Milli kimliğinden uzaklaştırılan nesiller, ökseye yakalanmış kuş misali, ne idüğü belirsiz tarikat ve cemaatlerin eline düşmüştür. Bu toplumsal gelişmelere, üçüncü bin yılda yaşanan baş döndürücü teknolojik ilerlemeler ve Türk kimliği ile kavgalı yönetimin Türk milletine yaşattığı dönüşüm/farklılaşma da eklenince trajik sonuçlar ortaya çıkmıştır. Bunların en önemlilerinden birisi nesiller arasındaki ilişkinin kopma noktasına Oluşacak kadronun belki de en önemli işi, bu ilişkinin yeniden kurulması veya onarılması olacaktır.

Türk devlet ve millet felsefesine olan hâkimiyeti bilinen, her yaş grubundan toplumsal güvenirliği üst düzeydeki insanlarla kuşaklar arasındaki ilişkiler sağlıklı hale getirilmelidir. Bu şekilde dün ile yarın arasındaki köprüler yeniden kurulacak, zamanla bu döngü hep tekrar edilecek ve yarınların yöneticileri de hazırlanacaktır.

  • Milli meselelere bu pencereden bakabilen herkesle birlikte hareket edebilmeli dolayısıyla her türlü ideolojik yapılanmanın dışında ve üstünde özgün bir yapıya sahip olmalıdır. Böyle bir özellik, çok korunaklı bir mendireğe benzeyecektir. Her türlü fırtınada ya da insanların kendilerini tehlikede hissettiklerinde sığındıkları liman gibi olunmalıdır.
  • Türk Milletinin rüya görmesini yeniden sağlamalı, bütün farklı düşünce sahipleri başat ortak hedefleri olan Türk Rüyası görmek heyecanı ile bir arada çalışmaktan mutlu olmalıdırlar. Dolayısıyla kendilerini tarif için isimlerinin önünde herhangi bir sıfata ihtiyacı olmamalı, özellikle yıpratılmış ve yorgun kavramlar kullanılmamalıdır.

Bu hususta Büyük Atatürk’ün İstiklal Harbi ve sonrasında yaptıkları örnek alınmalıdır. 1876’da başlayıp 1922’de bitmiş olan savaş süreci, 46 yılda toprak ve nüfus kaybına sebep olmuş, büyük yıkımlara yol açmıştır. Bütün bunlara rağmen, İstiklal Harbinden galip çıkan Milletin her bir ferdinde oluşan özgüven, kalkınmanın motor gücü olmuştur. Türk Milletinin uzun süreden beri, bizzat yöneticileri tarafından sürüklendiği kısır iç çekişmeler yüzünden kaybettikleri ve kendine olan güveni yeniden kazandırılmalıdır. Türk Rüyası ancak özgüven sayesinde görülebilecektir. Bu da Ergenekon Destanının yeniden yazılmaya başlanması demektir.

Türk tarihi, bunları başarabilenleri Milli Kahramanları arasına katacak, gelecek nesiller onlarla gurur duyacaktır.

Yazar

Hakan Paksoy

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar