Yükleniyor...
Yolsuzluk operasyonunun ilk dakikalarında iyi twıtter kullanmakla maruf bir büyükşehir belediye başkanıyla takipçisi arasında şu yazışma geçiyor;
“Senin oğlanı içeri almışlar”
“Nerde okudun?”
“Şaka, şaka. Söyle de evden çıkmasın. Ortalık karışık”
İnternette gezinen bu magazin haber bana üç ayrı kıssayı hatırlattı nedense. Onu paylaşmak istedim.
***
Tüm gayretlere rağmen katil bulunamıyormuş. Hâkim, zanlıların tümünü odasına almış. Son umut uzun uzun, hepsini sorgudan geçirmiş. Ancak itiraf eden çıkmamış. Davadan yorulan hakim hışımla; “Çıkın hepiniz dışarı!…” diye bağırmış. Herkesin büyük bir memnuniyet içinde son sürat kapıya yöneldiği sırada ikinci bir uyarı daha yapmış. “Katil sen kal!…”
İçlerinden sadece birisinin buna tepki verdiğini görmüş. Onu diğerlerinden ayırmış. Soruşturmayı onun üzerinde derinleştirmiş. Failin o olduğu ortaya çıkmış. Cinayet de böylece aydınlanmış.
***
Yıl 1975. Adıyaman merkez köylerinden birine, ben gibi öğretmen hemşerimi ziyarete gitmiştim. Köyden biriyle tanıştırmıştı beni. İlk bakışta şalvarlı, şapkalı yöre insanı gibiydi. Ancak Türk Ceza Kanunun ezbere biliyor, sade sıradan bir köylüden öte sözler ediyordu. Yüksek tahsilli değilse bile görmüş geçirmiş biri olduğu her halinden belliydi. Meselenin aslı anlaşıldı. Cezaevi hayatıymış onu böyle pişiren. Cahil girmiş. Okuryazar olarak çıkmış o kapıdan. Tahliye olduğu sıralarda cezaevi idaresi ile mahkûmlar arasında arzuhalcilik yapıyormuş.
Nedeni şuymuş;
Yeni evli olduğu sıra eşi hakkında köylüler arasında dedikodu çıkmış. Buna dayanamamış. Gece kimsenin görmediği bir sıra eşini yanına alıp kayınpederinin köyüne gitmek üzere yola çıkmış. Açık arazide önceden tasarladığı noktada düşündüğü gibi yapmış. Cesedi bir çukura atıp üzerini örtmüş. Köyüne dönmüş. Aradan iki gün geçmiş. “Karım kayıp” diye karakola haber vermiş. Köylüyle birlikte aramaya çıkmış. Ancak cesedi gömerken yanındaki eşeğin semerdeki kan izleriyle köye döndüğünü hesaba katmamış. Komutan kocayı ne kadar sorgulasa da bir sonuç alamamış. Arazi taramasından da bir şey çıkmamış. Sonunda zanlıyı yanına alıp jandarmalarla bir plan kurmuş; “Araziye dağılın. Biriniz ‘komutanım bulundu!’ diye bağırsın. Ne tepki verecek? onu görelim demiş. Senaryo uygulanmış. “Komutanım bulundu!” sesiyle birlikte adam hemen cesedin olduğu yere bakmış. İstikamet öylece belli olmuş. Arama o yönde yoğunlaştırılmış. Ceset bulunduğu yerden çıkartılmış. Abuzer Dayının cezaevi günleri de öylece başlamış. Ondört yıl yatmış çıkmış.
Allahın hakkı üç. Bir manzum hikâye de Rıza AKDEMİR’in (merhum) “Ağaç Dalları” şiirinden.
Bir bahar günüydü hava güzeldi
Kadı efendiye iki er geldi
Yaşlıca olanı söze başladı
Ne olursa senden olur ey kadı
Benim adım Osman, bunun ki Haşim
Adalet diyerek sana gelmişim
Bir yıl önce Hac’a niyet eyledim
Dini vazifemi yapayım dedim
Bir yüzüğüm vardı hayli pahalı
Ecdadımın bana kalan tek malı
Yüzüğü götürüp Haşim’e verdim
Yalan söylüyorsam eğer namerdim
Kapı komşumuzdu yıllardan beri
Dedim ki; dönersem alırım geri
Üç gün önce dönüp Haşim’e vardım
Yüzüğü ver diye hayli yalvardım
Ne yüzüğü deyip inkâr ediyor
Ben senden hiçbir şey almadım diyor
Hani senet diyor hani şahidin
Şahitsiz malını vermese idin
Nerde kaldı namus nerde kaldı ar
Bu haksızlık nasıl vicdana sığar
Müslüman olanın ahlakı bu mu?
Yalan yere yemin etmek doğrumu?
….
Kadı: Peki sen ne dersin bu iddiaya
Adamdan yüzüğü almışsın güya
Haşim: Ne diyeyim yalan derim ey kadı
Osman’ın aldatmak sizi maksadı
Söylediği sözler tamamen yalan
Katiyen almadım ben yüzük falan
Yüzüğü görmedim bile bir kere
İftira ediyor bana boş yere
Tek delili varsa göstersin kendi
Bende davacıyım kadı efendi
Kadı: Ne çare bulurum ben bu davaya
Senin yüzük gitti gibi havaya
Bir kuru iddia, bir tek şahit yok
Kâğıda yazılmış hiç bir ahit yok
Sen de pek akıllı sayılmazsın ya
Boşuna gelmişsin Osman buraya
Tedbirli olsaydın senet isterdin
Peki, yüzüğü nerede verdin
Osman: Güneş pırıl pırıl mevsim bahardı
Yolun kenarında bir ağaç vardı
Yeşil gölgesinde oturup taşa
Epeyce konuştuk orda baş başa
Yüzüğü adama orada verdim
Ben bu neticeyi nerden bilirdim
Kadı: Git o ağaçtan bana biraz dal getir
O dalları belki Allah söyletir
Fazla değil yalnız bir kaç dal kesin
Sen gelene kadar Haşim beklesin
….
Davacı halinde telaş heyecan
Bir yıldırım gibi fırlar kapıdan
Aradan epeyce bir vakit geçer
Davcıdan ne ses, nede bir haber
Kadı beklemekten yorgun ve bitap
Dönerek Haşim’e eyledi hitap
Kadı: Nerde kaldı davalı olacak adam
O gideli iki saat oldu tam
Davalı kendinden emin ve rahat
Dedi düşünmeden; taksada kanat
Tahminim dönemez öyle çabucak
O ağaç buradan oldukça uzak
Bu sözü duyunca ihtiyar kadı
Koltuğundan öfke ile fırladı
Kadı: Boşa gitti senin kurduğun tuzak
Nasıl bildin o ağaç ne kadar uzak
Demek ki yüzüğü aldığın yeri
Biliyorsun seni gidi serseri
Emanet yüzüğü çıkar ortaya
Akıbetin ibret olsun dünyaya
Dal böyle söyletir Allah isterse
Mahkûm ediyorum seni hapise
(Hangi sır sahibiyle mezara gidebilmiş ki? Bilmeli ki, insanları bir gün, bir hafta, bir ay, bilemedin bir ya da birkaç yıl uyutabilirsin, aldatabilirisin. Ama bir ömür asla!… Herkesin bir hesabı varsa, asıl hesap gününün sahibi olan Allahın da hesabı var )