DARBENİN MAĞRURLARI

“12 Eylül” 1980’de 23 yaşında, sınıf öğretmeni ve üniversite öğrencisiydim. Ankara’da Bahçelievler semtinde altı arkadaş bir evde kalıyorduk. Sabah işe gitmek için erken çıkan bir arkadaşımız geri dönmüş, sokağa çıkma yasağı olduğunu haber vermişti.   Babam Numune hastanesinde yatıyordu. Benim çıkmam gerekiyordu.  Şehir içi ulaşım durmuş, yollar meydanlar boştu. Tanklar, askerler vardı sadece görünürde.  Yedi noktada, […]


Paylaşın:

“12 Eylül” 1980’de 23 yaşında, sınıf öğretmeni ve üniversite öğrencisiydim. Ankara’da Bahçelievler semtinde altı arkadaş bir evde kalıyorduk. Sabah işe gitmek için erken çıkan bir arkadaşımız geri dönmüş, sokağa çıkma yasağı olduğunu haber vermişti.   Babam Numune hastanesinde yatıyordu. Benim çıkmam gerekiyordu.  Şehir içi ulaşım durmuş, yollar meydanlar boştu. Tanklar, askerler vardı sadece görünürde.  Yedi noktada, durdurulmuş, refakat kâğıdımı göstererek geçmiştim kontrol noktalarından. Yaya iki saatte kat edebilmiştim Bahçeli hastane arasını. Radyodan, TV den saat başı milli güvenlik kurulu bildirileri okunuyordu. Gözaltına alınanlar, arananlar, vatandaşın nasıl hareket etmesi gerektiği v.s. anlatılıyordu madde madde. “11 Eylül” de akan kan bir günde durmuş, öğrenci olayları kesişilivermişti bıçak gibi. Analar çocukları için endişe etmiyorlardı artık. Vatandaş memnundu durumdan dolayısıyla. Bir direniş, karşı koyma da duyulmamıştı zaten. Dönemin siyasilerinin Zincirbozan’da toplandığını yazıyordu gazeteler. Ardından Mamak cezaevi günleri başlayacaktı onlar için. İhtilalın nabzı Mamak’ta atmaktaydı. İçeridekiler için ayrı, dışarıdakiler için ayrı ıstırap.   Uzun süren yargılamalar, cezaevi kapılarında geçirilen günler, aylar, tahliyeler, idamlar… İhtilalın ikinci yılında yeni anayasa yapılıyor, % 92 gibi bir destek alıyordu referandumda. Sıra seçimlere geliyor asker destekli MDP kaybediyor, darbe döneminin başbakan müsteşarı ÖZAL devri başlıyordu ardında da. Alışık olmadığımız başarılara tanık oluyorduk Bülent ULUSU başkanlığındaki hükümet döneminde. Enflasyon %13lere düşmüş, karaborsa ortadan kalkmıştı. “Öğretmen evleri” de o günün eseridir mesela. Devlet dairelerini idare etmek çok kolaylaşmıştı. Vekille idare edilen kurumlarda herkes mesaisine dikkat ediyor, işler tıkır tıkır yürüyordu. Yönetime ilave iş bırakmıyordu. O gün olup bitene bakınca “korku sen nelere de kadirmişsin meğer” diyesi geliyor insanın. Sonrası asker mantıklı işlerdi akılda kalan.  Atatürkçülük seminerleri, heykel kampanyaları v.s. Bir bu değil elbette. Acı tatlı herkesin bir hatırası var döneme ait. Bugün ciltler dolusu kitaplar yazılmış durumda o günler hakkında.

Bugün dönülüp geriye bakıldığında rahatlıkla “12 Eylülün” gerçek mağdurlarının Türk milliyetçileri olduklarını söylemek mümkün. Silindir geçirildi adeta üzerinden, yetişmiş bir kuşağın. Bunu kabul etmeyip “esas mağdur biz idik” diyenler olsa da dönem mağdurlarının bugün birleştikleri nokta, darbenin “dış destekli” olduğu yönünde. Dışarı da bunu inkâr etmiyor zaten. “Bizim çocuklar” diyecek kadar. (Ülke kimlerin çocuklarının ellerinde kalabiliyormuş meğer)

Bize göre bugün için yapılması gereken “kim daha mağdurdu?” onu tartışmak yerine o döneme gelene kadar ve o dönem kurban verilenlerin biyografilerini ortaya koymak. Komisyon kurulmalı hatta bunun için. O ideal kuşak aramızda olsalar, bugünkü siyasi hayatımız nasıl olurdu? Bunu konuşmak, onu tartışmak lazım asıl. Aradan 32 yıl geçti. Buzlar eridi, kutuplaşma ortadan kalktı, desek de, İnadım inat olduğu noktada duranlar var yine de.

Hocaya yaşını sormuşlar“Kırk” demiş.

On yıl geçmiş aradan. Yine sormuşlar.

Yine “kırk” demiş.

Nasıl oluyor on yıl önce de kırk, on yıl sonrada? Deyince de; “Mert olan sözünden dönmez” diye cevap vermiş. “Keçi ölse de kuyruğunu indirmezmiş”. Hoca torunuyuz sonuçta. Biliyoruz ki tarihimiz hep zaferlerle dolu değil. Acılar hatalar, mağlubiyetler, mağduriyetler, de var. Onları da konuşmalı. O sayfalar da açılmalı. “Ders” çıkartılmalı yaşananlardan, “dert” çıkartmak yerine.

Bugüne gelir isek: Günün yükselen değeri “darbe karşıtlığı”. “Mağdurları” olmuştu, “mağrurları” oldu şimdi de darbelerin.  “Sizi yargılayanları da biz yargılıyoruz görün işte” diyenler. Aslan tilki hikâyesini hatırlattı bu kadirşinaslık bana ne hikmetse?

Aslan ormanda çıkan bir kavgada ağır yara almış. Kuytu bir köşeye çekilmiş yaralarını yalayıp acılarını dindirmeye çalışıyormuş. Haberi duyan tilki aslanın yanına gitmiş ve;

“Aslan kardeş, duydum ki yaralanmışsın koşup geldim hemen. “İste ceylan avlayıp getireyim! “Emret bütün ormanı karşında diz çöktüreyim” demiş. Aslan şöyle bir bakmış ve;

“Tilki kardeş bu yaralar beni öldürmez. Ama senin şu sözlerin yok mu? Asıl onlar beni öldürür” işte demiş.

Devlet adamlığı odur ki, milleti, ülkesi kendisiyle gurur duysun.  Osmanlıda padişah olan şehzadeye tahta çıkışında, bayram günlerinde, cülus törenlerinde, cuma namazlarında paşaların hep bir ağızdan “Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” deme âdeti vardı. Kibirden uzak dursun, cihan padişahıyım diye gurura kapılmasın diye.  “Mahkeme kadıya mülk değil” sonuçta.

“Gidimli gelimli dünya, ahiri ölümlü dünya”.

Şair ne güzel demiş:

“Mademki vücudumuz bir gün mezar doldurur.

Aldatan hayallerdir. Gençlik, şöhret ve gurur”

Bugün “12Eylül”den geriye iki isim kalmış durumda. Yaşları doksanın üstünde. “Yaş yetmiş iş bitmiş” yani.   Bunlar “dünün çocukları” idiyseler, azmettiricileri de vardı belli ki. Dün ellerini dirseklerine kadar iç işlerimize sokanlar bugün vaz mı geçtiler ki bu huylarından?  “Can çıkar huy çıkmaz” bizim bildiğimiz. Dün azmettiren bugün de ettirir, hazmettirdiği sürece de devam eder azmettirmeye.

“Bugünün çocukları” da var mı?  Ona da bakmak gerekiyor. Arkada kimin olduğunda yatmakta bütün sır. “Adamın alnına vurmuşlar, ah arkam demiş.” Başkasını arkasına alan, milletini karşısına almış demektir. Tarih arkasında millettin olmadığı bir başarıyı da kaydetmemiştir. Ne olacaksa da “millet için, millete göre, millet tarafından…”

Atatürk’ün başarısının ardında yatan arkasında milletinin olmasıdır. “Hangi istiklâl vardır ki, ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla
yükselebilsin?”
Sözü ona aittir. Sözüne de sadık kalmış, öyle yaşamış öylece de ölmüştür. “Köpürtme başarıların” boyası da foyası da ortaya çıkar günü gelir de. O saf görüntüsünün ardında engin ariflik yatmaktadır Anadolu insanın aslında.  Önüne de arkasına da bakıyor artık yapılan işin“milletim” dediğin. Ne anlama geliyor acep? diye. Bölgemiz “kurtarıcısının zulmüyle inleyen” ülke örnekleriyle dolu olunca hele de.

“Soğuk tandırdan sıcak ekmek” “darbe” deyip parsayı kapmak siyaseten iyi fikir olsa da millette karşılığı olur mu bunun? Zaman gösterir onu. Bizim gördüğümüz kimseyi gururundan derisine sığdırmayacak bir başarı öyküsü yok ortada.   “Men dakka, dukka” sadece(eden bulur). Hepsi bu.

“Eden hep başkası,  bulan ise hep millet” oldu bizde şimdiye kadar. Bu son olur inşallah.

Osman ERENALP

Ankara Nisan 2012

Yazar

Osman Erenalp

Yorum Yap

Kayıt olmadan yorum yapabilirsiniz.




Benzer Yazılar