Yükleniyor...
31.01.2015
Yakın geçmişe toplu bakış
Temel ekonomik sorunlarımızdan çok önemli biri de enflasyondur. 70’li yıllardan bu yana yaygın şekilde süre gelen ve adeta kalıcı bir hastalığımıza dönüşen enflasyon, bu dönemde genelde çift haneli olarak seyretmiş; hatta siyasi-ekonomik kriz yıllarında kısa süreler için de olsa üç haneli rakamlara bile ulaşmış veya çok yaklaşmıştır. 1980, 1994, 1998 ve 2001 yılları buna örnektir.
Buna karşılık 1944-54, 1961-71 dönemlerinde ekonomimiz tek haneli enflasyonu yaşamış, biraz olsun rahat nefes alabilmiştir. Geçmiş dönemde enflasyonun eksiye düştüğü nadir yıllar da olmuştur. 1947, 1950, 1961 ve 1968 yıllarında olduğu gibi.
Enflasyon konusunda nispeten rahat nefes alabildiğimiz bir dönem de kriz yılı olan 2001 sonrasıdır. Gerçekten, 2001’de %107’ye çıkan enflasyon, alınan ve halkın bedel ödediği önlemlerle hızlı bir düşüş trendine girerek 2002’de %29,7 olarak gerçekleşmiş ve 2004’te tek haneye (%9,3) inmiştir. Daha sonraki yıllarda ise enflasyon (2008 ve 2011 yılları dışında), hep tek hanede kalmıştır. Elimizdeki son yıllık veri TÜİK’in yeni açıkladığı 2014 enflasyonu olup %8,17’dir. (Hemen belirtelim ki, sözünü ettiğimiz bu oranlar Tüketici Fiyatları Endeksi/TÜFE’dir.)
Kuşkusuz enflasyondaki bu iyileşme fiyat istikrarını geniş ölçüde sağlamış, ekonomik istikrar için de çok önemli bir zemin hazırlamıştır. Bunun sonucunda Merkez Bankası’nın yapmış olduğu hazırlıklar, 2002 sonundan itibaren iktidara gelen Ak Parti hükümetlerince de benimsenerek 2006 yılında TL’den 6 sıfır atılmış, böylece para konusunda çok önemli bir reform gerçekleştirilmiştir. (Bu konuya aşağıda ayrıca değinilecektir.)
Enflasyonun tanımı, türleri ve sonuçları
Piyasa ekonomilerine has bir hastalık olan enflasyonu, çok genel olarak “fiyatlar genel düzeyinin sürekli yükselmesi” olarak tanımlayabiliriz. Bu tarife göre; enflasyonun yükselmesi, bu genel seviye yükselmesinin hızlanması, enflasyonun düşmesi ise, söz konusu hızlanmanın yavaşlaması (fiyatların ucuzlaması değil) anlamına gelir…
Teknik olarak enflasyonun oluş sebebi; kurallara uygun olarak işleyen bir serbest piyasa ekonomisinde, ticarete konu mal ve hizmetler arasında, normal şartlarda mevcut olması gereken arz-talep dengesinin bozulmasıdır. Bu dengenin bozuluş nedenine bağlı olarak, başlıca üç tür enflasyon ortaya çıkar:
Gelişmiş ve talep yönünden doymuş ekonomilerde genelde ortaya çıkan durgunluktur. O nedenle (kapitalizmin de doğasına uygun olarak), bu tür ülkelerde sürekli tüketimin tahrik edilmesi ve dışarda yeni pazarlar yaratılması temel politikalar olarak benimsenir…
Ancak özellikle son çeyrek asırda, çoğu ithal/enerji bağımlısı olan bu ülkelerde de maliyet enflasyonu kendini göstermeye başlamıştır. Üstelik yükselen yıldız Çin’in güçlü rekabeti nedeniyle, gelişmiş ülkelerin bu maliyetleri ihraç fiyatlarıyla dış ülkelere yansıtma şansları da giderek azalıyor. Bu yüzden Batı ekonomileri de zora giriyor. Yakın zamana kadar AB ülkelerinde tırmanan enerji fiyatlarına karşı artan kitle tepkileri bunun tipik örneğidir. İşte bu tür gelişmeler, daha çok zengin ülkelere has olan başka bir ekonomik hastalık türünü de ortaya çıkarmaktadır: Durgunluk içinde enflasyon…
Bu üç tür enflasyon için de geçerli olan bir de çekirdek enflasyon vardır. Bu kavram hesaplamada uygulanan bir tekniktir. Burada, temel enflasyonist etkileri tam olarak yansıtmayan, mevsim etkilerine maruz geçici nitelikli bazı mal grupları/maddeler (örneğin enerji, sezonluk ürünler, vs.) ile maliye politikasının araçları dolaylı vergiler hesaplamada sepetten çıkarılır. Amaç, fiyatlar genel düzeyindeki değişimi sürekli kılan unsurları tespit etmek, beklentileri ve dolayısıyla karşı önlemleri daha isabetle almaktır. Gelecek aylardaki potansiyel enflasyon eğilimlerini yansıtan ÜFE de bu konuda fikir verir.
Peki, olması gereken nedir? diye sorduğumuzda kısaca şunu söyleyebiliriz: Ekonominin istikrar içinde gelişmesi için olması gereken enflasyonun durgunluk anlamı taşımayacak asgari oranda olması ve makul düzeyi aşmamasıdır. AB bunun ölçüsünü Maastrich Kriterleri kapsamında en çok % 3 olarak belirlemiştir. Tam üyeliğe(?) aday ülke olarak Türkiye de bu hedefler bağlamında %3 ölçüsünü benimsemiştir. Ancak, aşağıda da değindiğimiz gibi, gerçekleşmelerde ara hedef olarak aldığımız %4 ve %5 hedeflerinde bile başarılı olamadık.
Enflasyon Neden Bir Sorundur?
Enflasyon, mutlaka ve kararlılıkla sürekli mücadele edilmesi gereken bir ekonomik ve sosyal hastalıktır. Bu sorunun aşağıda değineceğimiz nedenleri olduğu gibi, başlıca şu sonuçları da vardır.
Enflasyon;
Bizde durum nedir?
Enflasyon konusundaki bu genel bilgi ve açıklamalardan sonra, Türkiye’deki duruma biraz daha yakından bakabiliriz.
Öte yandan, bir gelişmiş ülke hastalığı olmakla beraber, durgunluk içinde enflasyonun bizde olmayacağının bir garantisi de yoktur. Tamamen aksine, adı tam olarak konmasa da; artan enflasyon yanında, düşen büyüme, piyasalarda zaman zaman yaşanan yaygın veya sektörel durgunluklar, inen kepenkler ve tırmanan işsizlik, bu tehlikenin bizim için de varit olduğunun açık işaretleridir.
Bu yüzden, son yıllarda sıkça yapıldığı gibi, malların seçimi, zaman zaman değiştirilmesi ve/veya listelerdeki ağırlıkları ile oynanması çoğu haklı çeşitli eleştirilere konu olur. Bu nedenle sonu gelmez şekilde “halkın enflasyonu – mutfağın enflasyonu – resmi enflasyon” ayırım ve tartışmaları yapılır…
Hemen her ülkede olduğu gibi, bizde de enflasyonla mücadele Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın asli görevidir. Ancak bu mücadele, hele enflasyonun iki haneli rakamlara ulaştığı dönemlerde, yalnızca Merkez Bankası tarafından yürütülemeyecek kadar önemlidir. Bu nedenle hükümetlerin uyguladığı/uygulayacağı ve ekonomik sistemin altyapısını teşkil eden ekonomik ve mali politikalar (özellikle bütçe, vergi, teşvik, ücret ve dış ticaret/gümrük politikaları) büyük önem taşır. Merkez Bankası para politikalarını belirlerken, bunları da esas alarak (gerektiğinde bunlarla ilgili uyarıları da yaparak) enflasyonla mücadelede onları tamamlayıcı/takviye edici yönde kararlar alarak uygular.
Son zamanlarda işin özünde değil, ama bazı yöntem ve ayrıntılarda kimi yaklaşım farklılıklarının ortaya çıktığına, bağımsız Merkez Bankası’na özellikle faiz indirimi yönünde telkinler/eleştiriler yapıldığına tanık oluyoruz. (Merkez Bankası’nın 20 Ocak 2015’te aldığı faizde %0,5 indirim kararının siyasetçilerce yetersiz bulunması, hemen akabinde Erdem Başçı’nın 2015 enflasyon raporunu açıklarken bir soru üzerine söylemek durumunda kaldığı “3 Şubatta açıklanacak enflasyon en az %1 düşerse, 4 Şubatta toplanıp faizi indirebiliriz” sözünün piyasalardan tepki görmesi ve doların 2,45’e dayanması buna tipik örneklerdir.)
Mücadeleyi sekteye uğratabilecek bu tür eğilimlerden mutlaka kaçınmak gerektiği açıktır. Merkez Bankamızın da itibarını koruması bakımından temkinli yaklaşımını sürdürmesi ve telkinler de olsa aceleci davranışlara kapılmaması çok önemlidir. Özellikle de yeni yasası ile Merkez Bankamızın bağımsız, hatta 2010’daki anayasa referandumu ile anayasal bir kurum haline getirilmesinden sonra…
Tabii, iş dünyasının da bu konuda elini taşın altına koyması ve ekonomik soğuk savaşın yol açtığı enerji faturamızdaki çok önemli iyileşmenin (Merkez’in 92 dolarlık 2015 yılı petrol tahmini raporda 52 dolara indiriliyor) mücadelede büyük bir fırsat olarak değerlendirilmesi zorunludur. Aksi takdirde, 2015 için açıklanan revize %5,5 enflasyon hedefi ve alınacak yeni kararlar da giderek anlamını kaybedebilir…
Bununla beraber, Merkez Bankası’nın son yıllarda koyduğu enflasyon hedefleri ile gerçekleşmeler arasında önemli sapmalar olmuştur, olmaktadır. Örneğin, 2006-2008 yıllarında %4 enflasyon hedeflemesi öngörülmüş, ancak gerçekleşmeler büyük sapmalar göstererek sırasıyla %9,7 , %8,4 ve %10,1 olmuştur. Bunun üzerine %4’lük hedeflemeden vazgeçerek, 2009-2011 dönemi enflasyon hedefleri sırasıyla %7,5, %6,5 ve %5,5 olarak yukarıdan aşağıya doğru yükseltilmiştir. Krizin de etkisiyle İlk iki yılda gerçekleşmeler ilk defa hedeflerin altında kalmış ve sırasıyla %6,5 ve %6,4 olmuştur.
2010 yılında ise, gerçekleşme %5,5 yerine %10,4 olmuştur. Son üç yılda hedef %5 olarak alınmış, gelişmelere göre yıllar içinde bazı revizyonlarla kısmen yükseltilmiş ve gerçekleşmeler sırasıyla %6,2 , %7,4 ve %8,17 olmuştur. (Bu son yılda revize hedef Merkez Bankası tarafından %8,9’a yükseltilmişti.)
Çözüm Nasıl Olmalı?
Son 40 yılı aşkın dönemde (2001-2005 yılları hariç) enflasyonla mücadelede başarılı olduğumuzu herhalde söyleyemeyiz. Bu döneme bütünüyle baktığımızda, enflasyonla mücadeledeki başarısızlığımızın başlıca nedenleri; izlenen (aslında çoğu zaman bize dayatılan) ve Türkiye’yi adeta açık pazar haline getiren yanlış ekonomi politikaları, kurumsal ekonomik-mali altyapının ve yerli üretimin zayıflığı/düzensizliği ile yetersiz siyaset kurumu yüzünden yaşadığımız çeşitli sosyal, hukuki ve yönetsel sorunlar/belirsizlikler yoluyla artan ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklardır…
Hastalığın tedavisi, teşhisin doğruluğuna ve buna uygun ilaçların sabırla ve düzenli olarak kullanımına bağlıdır. Hastalığımızın temel sebeplerini ve dolayısıyla bunların giderilme yollarını yukarıda işaret ettiğimiz hususların bir açılımı olarak özetle şöyle sıralayabiliriz:
Sonuç
Katılımcı yaklaşımdan kastımız şudur: Enflasyon, 77 milyonu, hatta “gelecek nesillerimizi” çok yakından ilgilendiren bir milli sorundur. O halde çözüm yolu da bu kapsamda düşünülmeli; tümüyle siyaset kurumu, kamu ve özel kesim ve sivil toplum kuruluşları buna katkı vermelidir.
Neden “gelecek nesiller” diyoruz? Sırf günü kurtarmak için 2030, 2034, hatta 2040 vadeli devlet borçlanma senedi çıkararak onların gelirlerini (genelde yatırım dışı harcamalarda) yıllardır bol keseden kullanıyoruz. Bu yetmiyormuş gibi, eğer önlem almazsak onlara bir de enflasyon mirasını bırakmaya ne hakkımız var?..)