Yükleniyor...
Teknoloji ve internet kullanımının yaygınlaşması nedeni ile, özellikle son yirmi yılda hem Türkiye’de hem de dünyada, artan şekilde Türkçeye büyük bir ilgi var. Bu ilginin kültürel, sosyolojik, siyasi ve ticari boyutuna dair çokça çalışmalar yapılmakta. Türkçeye gösterilen yoğun ilgi çerçevesinde incelenen ve üzerine eserler ortaya konulan çalışmalar arasında, ne yazık ki ülkemizde en az çalışılan kısım, Eski Uygurca metinler üzerinden Türkçenin dil bilgisi tarihi ve gelişimidir.
Türkçeye duyulan ilginin bu denli artmış olması doğal olarak Türkçe nedir? Yapısı gelişimi ses ve biçim bilgisi nasıldır? Nasıl kolay öğrenilir ve doğru kullanılır gibi, birçok sorunun sorulması, bu sorulara cevap bulma ihtiyacını da ortaya çıkarmıştır.
Yazı; ortaya çıkış sürecinden itibaren, gelişimini bir iletişim ve kayıt etme aracı olma yönünde tamamlamıştır. Bu iletişim aracını doğru kullanmak için, kullanılan dilin yazıya geçirilen hâlinin, bir sistem içerisinde kendine has kuralları olması gerekir. Eğitimin ve dil öğreniminin son derece yaygınlaştığı modern dünyada, öğrenilen bir dili anlamlı ve kurallı şekilde yazabilmek için; yazının iletişim aracı olarak kullanılmaya başlandığı süreçten itibaren geçerli olan yegâne kuralı, asgari düzeyde dil bilgisini bilmeyi gerektirmesidir.
Bugün Türkçede kullandığımız dil bilgisi terimleri ve kökenine dair, en eski kaynaklarımız Eski Uygur Türkçesi metinleridir. Doç. Dr. Murat Elmalı tarafından ortaya konan bu eserde tam da bu gelişimin, Türkçeye dair soruların cevabını, bir dil bilgisi kitabı içerisinde olmasını beklemediğimiz şekilde, geniş bir çerçeveden buluyoruz. Kitap her ne kadar akademik camiaya yönelik bir yapıt gibi gözükse de, Türkçe konuşan ve konuştuğu dilin yapısının kökenini merak eden herkesin, okuyabileceği ve faydalanabileceği bir kaynak.
“ (…) Esas olarak çeviri metinlerden oluşan Eski Uygurca külliyat, hem din bilimi, ilahiyat için dünya kültürü içerisinde önemli bir yer arz eder hem de filoloji çalışmaları için zengin bir malzeme sunar. İşte bu 400 yıllık, zengin çeviri edebiyatının kendi içerisinde tutarlı bir dili, bir dilbilgisi, terminolojisi vardır. Çoğunluğu Çinceden yapılan Budist içerikli metinlere dayanan söz konusu dil hazinesi, ihtiyaç durumunda Sanskrit ve Çince dil bilgisi terimleri Türkçeleştirilmiştir. Bu Türkçeleştirme çalışmaları, çeviri yollu da olsa Ortak Türkçe çalışmaları için de yol gösterici verilerdir.(…) ”
diyerek kitabın ön sözünü yazan, Köktürkçe ve Eski Uygurca alanındaki en yetkin isimlerden biri olan, Prof. Dr. Mehmet Ölmez de, Murat Elmalı’nın bu eserinin ne kadar önemli olduğu mesajını okurlara kendi cümleleriyle veriyor. “Türk dilinin ve edebiyatının çeşitli ürünlerinin hemen hemen ilk örneklerinin verildiği Eski Uygur Türkçesi döneminde Eski Uygurların yüksek bir felsefi düşünceye sahip olduklarını gösteren eserler de kaleme alınmıştır. Özellikle Budizm inanışından dolayı pek çok eser Türkçeye tercüme edilmiştir. Bu eserler arasında Abhidharma metinleri gibi felsefi eserler önemli bir yer tutmaktadır.”
Murat Elmalı’nın “Eski Uygurca Dil bilgisi Terimleri vibakti-samaz çalışması ile, Eski Uygurların yüksek bir Budist felsefi düşünceye sahip oldukları kadar gramer ve dil bilimi konularına da hâkim oldukları, ortaya konulmaya ve dil bilgisi tarihimize küçük de olsa, bir katkıda bulunulmaya çalışılmıştır.”
Peki, dil bilgisi çalışmaları için neden Eski Uygurca Metinler önemlidir? Eski Uygur Türkçesi Dönemi’nde dinî eserler çeviren Budist rahipler ve çevirmenlerin çeviri yaptıkları dilleri çok iyi bildikleri günümüze kadar ulaşan eserlerden anlaşılmaktadır. Bu çevirmenler iki dilli toplum içinde yaşayıp Çinceyi doğal yolla öğrenmiyorlarsa, mutlaka bir gramer anlayışları olmalıdır. Dil öğrenimi ve dil öğretimi aşamasında her iki dilin (ana dilin ve hedef dilin) kurallarının en azından temel bilgi düzeyinde bilinmesi gerekir. Bu da bize Türklerin gramer ile, Türkçenin bilinen kaynaklarından çok daha önce ilgilendiklerini gösterir. Tüm bu süreci uzun ve titiz bir çalışma ile bizlere sunuyor Murat Elmalı. Okura da vakit ayırıp, bu eseri okuyarak haberdar olmak kalıyor.
Tarih boyunca geniş bir coğrafyaya yayılan Türkler bulundukları her yerde farklı kültür ve dillerle karşılaşmışlardır. Karşılaşılan yeni kültürleri tanımak, bu kültürlerin dillerini öğrenmek ile mümkündür. Türklerin bu dilleri bildiklerini ve bu dille etkileşim içerisinde bulunduklarının izleri bilinen ilk yazılı eserlerimizde görülmektedir.
Eski Uygurların yaşadıkları coğrafya ilk dil bilimi çalışmalarının ortaya çıktığı bölgelere oldukça yakındır. Budist felsefenin en önemli eserleri arasında yer alan Abhidharma metinlerinin yazıldığı ilk dil bilimi çalışmalarının da merkezidir. Bilimin pek çok dalında başlangıç olarak Eski Yunan alınır ancak dil incelemelerinde en eski geleneğe Hindistan sahiptir. Yunan geleneği felsefeye dayanırken Hint geleneği doğrudan dil üzerine kurulmuştur.
Türklerin tarih boyunca farklı dillerle etkileşim içerisinde olduğu ile ilgili bilgiler ve dilin öğrenilmesi öğretilmesi aşamasındaki gereklilikler dil bilgisi ve dil bilimi ile olan ilgimizin ne zamana dayandığı sorusunu da beraberinde getirir.
Eski Uygur Türkçesi Dönemi’nden kalma dinî eserlerin çevirileri incelendiğinde, çeviri yapan Budist rahipler ve çevirmenlerin çeviri yaptıkları dilleri çok iyi bildikleri ortadadır. Bu da bizi mutlaka bir gramer anlayışları olduğu sonucuna götürür. Bu eserlerin çevrildiği dönemde dil öğretimi, yerli ve yabancı dil öğretimi varsa gramer ve gramercilik anlayışı da doğal olarak vardır.
Ne yazık ki Eski Uygur Türkçesi Dönemi veya daha öncesinden günümüze kadar gelen bir gramer kitabı metni bulunamadı. Bilinen ilk gramer kitabımız Kâşgarlı Mahmud’un yazdığı kayıp Kitâbü Cevâhiri’n-Nahvi fi Lûgati’t-Türk’tür. Sanılmasınki Kâşgarlı’dan önce Türklerde gramer çalışmaları yoktu. Kâşgarlı’nın kayıp kitabı bulunamasa da Eski Uygur metinleri, bize Türklerin gramer gibi özel bir alana, Kâşgarlı’dan çok daha uzun zaman önce önem verdiklerini gösterir. Bu Türklerin, dil-dil bilim konusuna eğilmelerinin entelektüel alt yapısı hakkında bize bin yıldan daha uzun bir zamandan öncesinin de olduğuna dair delildir. Dil bilgisi ve dil bilim çalışmalarının Kâşgarlı’dan çok daha öncesinin olduğunu, Kâşgarlı’nın ise; gelişmiş ve belli bir seviyeye ulaşmış Uygurların dil- dil bilimi çalışmalardan istifade ettiğini söyleyebiliriz.
Günümüze kadar gelen Türkçe yazılmış ilk gramer kitabımız 16. yüzyılda Kanunî Sultan Süleyman’ın veziri İbrahim Paşa’ya sunulmak üzere Bergamalı Kadrî tarafından kaleme alınmış olan Müyessiretü’l Ulûm’dur.
Türkçenin kurallarının düzenli bir öğretim sistemi içinde verilmesi konusundaki ilk düşünce ve uygulamalar Tanzimat Fermanı’ndan sonra başlamıştır. Ahmet Cevdet Paşa’nın hazırladığı Medhal-i Kavâ’id uzun bir dönem Türk dilinin bir bilgi alanı ve bilim konusu olarak işlenmesinin usûlünü ve üslûbunu belirlemiştir.
Birçok bilim dalının inceleme konusu olan dil çalışmalarında ilk olarak gramer çalışmaları ön plâna çıkmıştır. Hemen hemen her bölgede ilk gramer çalışmaları felsefe ile beraber ortaya çıkmış daha sonra ayrılarak farklı bilim dalları olarak günümüze kadar gelmiştir. Abhidharma metinlerinin çevirileri bu metinlerin çevrildiği dillerde de gramer çalışmalarının başlamasına etki etmiştir.
Vibakti (hâl çekimi) ve samaz (söz öbekleri) terimleri Eski Uygurların gramer konuları ile oldukça yoğun bir şekilde ilgilendiklerini göstermektedir. Terimlere buldukları karşılıklar ve bu gramer terimlerinin Türkçedeki durumları ile ilgili tespitleri, elimizde belli başlı gramer kitapları olmasa dahi, Eski Uygurların belli seviyede bir gramer anlayışları olduğunu ortaya koymaktadır. Eski Uygurların gramer anlayışı Sanskritçe etkisinde gelişen bir gramerciliktir.
Eski Uygur Türkçesi Dönemi’nden günümüze kadar gelen belgeler, Eski Uygurların dil bilgisi konuları dışında bu bağlamda başka konularla da ilgilendiklerini ortaya koyar. Özellikle Abhidharma metinlerinde yer alan bazı konular bugün modern dil biliminin ilgilendiği konularla neredeyse aynıdır. Söz, ses, isim, dayanak vb. güncel konular, Eski Uygurca metinlerden örneklerle geniş bir şekilde ele alınmış.
Vibakti ve samaz terimleri üzerine çalışan Tekin 1970, Röhrborn (1977,1993), Kudara( 1980,1988), Shõgaito (1988, 1993, 2001, 2004,2008), Barutçu Özönder 1998, Peng-Wang 2004 gibi isimlerin çalışmalarına da değinilerek okurun, geniş bir kaynak kişi-eser yelpazesinden faydalanması sağlanmış.
Metinlerden verilen örnekler, örnekler üzerinde uygulamalı çözümlemeler Türkçeyi kökenlerinden itibaren doğru anlamamıza ve kullanmamıza hizmet etmekte.
Bu terimlere odaklanırken Eski Uygur metinlerinde; yüksek bir felsefe, felsefenin gerekliliği olan düşünce ve sorgulama eylemlerine de tanık oluyoruz.
Vibakti-samaz’ı okuyup incelediğinizde, konuştuğunuz, yazdığınız Türkçe sizin için artık sadece Türkçe olmaktan öte bir yere konumlanacak.
Unutmayalım ki dillerin korunmaya ihtiyacı yoktur. Diller, onları kullandıkça yaşar. Türkçeyi doğru kullanarak yaşatmak için ise, Türkçenin serüvenini doğru kaynaklardan öğrenmek ve geleceğe aktarmak gerek.
Geçmişin, bugünden kopmadan geleceğe aktarılan bu titiz ve özel çalışması için, emek verenlere Türkçe âşığı bir okur olarak teşekkür etmeden geçemeyeceğim.
Bilginize, emeğinize kaleminize sağlık… Teşekkürler Murat Elmalı