Yükleniyor...
Seyrimde bir şehre vardım
Gördüm sarayı güldür gül…[1]
Macarca levhalarda bol miktarda ü ve ö harflerini görünce insan Türkçeye yakın bir dil sanıp âşinalık hissediyor. (İngilizcede ü’lere, ö’lere hasretiz!) Fakat Macarca anlaşılması güç bir dil. Kelimeyi anlayacak gibi oluyorsunuz, nafile… Sevimli ü’ler, ö’ler işe yaramıyor. Yalnız dilbilimcilerin dediğine göre gramer olarak benziyoruz. Macarca, Türkçe gibi eklemeli bir dil. Üniversitede okumuştuk, tahtadaki şemayı hatırlıyorum: Ural-Altay dil ailesinin Ural dilleri kolundan Fin-Ugur dilleri, oradan da Ugur alt başlığındaki dillerden biri, Macarca. Türkçe ise malum, Altay kolundan. Lakin aramıza asırlar girmiş, coğrafyalar değişmiş.
Tuna’nın bir yamacında son Budin valisi Abdurrahman Abdi Paşa yatarken Tuna’nın bir başka yamacında da Gül Baba yatıyor.
Yine Buda yakasındayız.
Tuna’nın ortasındaki Margit Adası’nın tam ucundan geçen köprünün ayağından itibaren… Burada sokak adları ne kadar tanıdık! Török Utca. Türk Caddesi. Ankara Utca. Ankara Caddesi. Mecset Utca. Mescit Caddesi. Mescit kelimesinin “Mecset” şekline dönüşü de ilginç! Sonra Gül Baba Utca’yı buluyorsunuz. Gül Baba Caddesi. “Gül” kelimesinin böyle, ü’lü yazılışıyla yüzümüzde güller açıyor! Kale bölgesine pek yakın değil burası, bir vasıtayla gidiliyor. Budapeşte’nin toplu taşıma sisteminin mükemmel olduğunu hemen yazmalıyım.

Türk Caddesi
Gül Baba Caddesi’nin sonunda merdivenler… Basamaklarda yükseldikçe küçük küçük bahçeler. Önce Manolya Bahçesi… Ardından Lavanta Bahçesi…. Ardından Gül Bahçesi…

Gül Baba’ya çıkan merdivenler
Çiçekler, ağaçlar, yemyeşil çimler, sular arasında Gül Baba’nın sekizgen türbesi.
Sular, ah sular! Bir lüleden sızıyor, dokuz mermer çanaktan döküle döküle gelip uzun ince bir yolda şırıl şırıl akıyor, bir dairenin içinde döne döne kaybolurken insanda sonsuzluk duygusu uyandırıyor.
Evliya Çelebi, Budin Kalesi’nin alınmasından sonra kılınan ilk cuma namazının hikâyesini babasından dinlediği şekilde anlatır:
“Babamızın anlattığına göre, İslâm ordusu bu ilk cumada o kadar kalabalık imiş ki Budin Kalesi dopdolu olduğundan dağlarda ve bağlarda ta Gül Baba tepesine kadar kalabalık cemaat ile her yer dolu imiş. Allah’ın hikmeti bu cuma namazında Gül Baba buyururlar ki: ‘Bütün cemaat hazır iken dağılmasınlar. Fırsat ganimettir, emanetimizi teslim edelim. Beni ılıca suyuyla yıkasınlar ve Süleymanım beni Budin’e defnetsinler, İstanbul’a sıhhatle gitsinler ve bütün oğullarını öpsünler’ diye vasiyet eder. O cuma cemaati arasında bir kere Ya Cemalullah deyip ruh teslim edince hemen Süleyman Han gelip cenazesine hazır olup o an kefenleyip ıskat namazıyla yıkayıp bizzat namazını Ebussud Efendi kılar. Budin’in fethinde pak toprağına defnolunan ve iki kere yüz bin kalabalık cemaat ile cenaze namazı kılınan Bektaşi fukaralarından Gül Baba hazretleridir ki, Fatih Sultan Mehmed, İkinci Bayezid, Birinci Selim ve Süleyman Han ile tüm savaşlarda mevcut olan Gül Baba-yı Âl-i Abâ’dır. Allah sırrını aziz eylesin.”[2]
Fetihten birkaç sene sonra Gül Baba’nın türbesi yapılır. Evliyamız, babasından dinlediklerini naklettikten sonra, onyedinci yüzyılın ortalarındaki seyahatinde kendi gördüklerini de kaydeder:
“Yedi Cennet gibi çiçekli bir tepe üzerinde bir kurşun örtülü yüksek kubbe içinde yatmaktadır. Sandukası yeşil çuha ile örtüü, mübarek başında nurlu Bektaşi tacı var ve çevresi türlü türlü güzel yazılı Kur’an-ı Kerimler ile süslenmiştir…. Bu sultan Budin’in gözcüsüdür, himmetleri hazır ve nâzır ola.”
Şimdi de öyle! Yeşil çuha örtülü sanduka, duvarlarda farklı üsluplarda hüsn-i hat levhaları… Fakat Evliya’nın gördüğünden bu yana Gül Baba türbesi hayli maceralar geçirmiş, tehlikeler atlatmıştır. 1686’da Budin elimizden çıktıktan sonra türbe Cizvit tarikatınca Katolik kilisesine döndürülür, türbenin yanıbaşındaki tekke yıkılır. Cizvitler gittikten sonra, ondokuzuncu yüzyılda Mimar Janos Wagner, araziyi satın alıp ailesi için muhteşem bir mâlikâne yaptırır. Türbe binanın bahçesi içinde kalır fakat müslümanların burayı ziyareti engellenmez. İkinci Dünya Savaşı’nın bombardımanlarında şehir -hatta Wagner ailesinin evi de – büyük hasar görürken mâlikânenin adeta kucağında kalan türbe yıkılmaktan kurtulur. Türbe ondokuzuncu yüzyıldan itibaren bir çok restorasyon geçirmiştir. Şimdi arazi Türkiye Cumhuriyeti’nin mülkü ve türbe bugünkü mükemmel haliyle Türk-Macar ortaklığında, TİKA’nın gayretleriyle 2018 yılında tamamlanmış, ziyarete açılmıştır.
Türbenin birkaç katlı, Tuna manzaralı göz alıcı bir bahçesi, bahçede hazretin heykeli, sarıklı sembolik mezar taşları, küçük bir müzesi, küçük bir hediyelik eşya dükkânı, şık bir kahvesi, toplantı odaları var. Müze bölümünün duvarlarında pek çok bilgi yazıları, fotoğraflar, hat eserleri, Bektaşi geleneğinden bazı eşyalar sergileniyor. Bilgi tablolarından birinden öğreniyoruz ki Gül Baba ondokuzuncu yüzyılda Macaristan’da Türklere olan sempatinin sembolü olmuş, hakkında Bela Toth bir hikâye yazmış, Jeno Huszka “Gül Baba” isimli bir operet bestelemiş, daha sonra operetin iki ayrı filmi çekilmiş, ressam Ferenc Eisenhut Gül Baba’nın ölümü konulu yağlıboya tablo yapmıştır. Bu eserlerde Gül Baba yardımsever, barışsever, gül yetiştiren yaşlı bir kişi olarak canlandırılmaktadır. Başka kaynakların verdiği bilgileri de ilave edersek, anlıyoruz ki Gül Baba Macaristan’da Türkiye’de olduğundan çok daha önce ve daha yaygın şöhret bulmuş, hakkında yazılmış, çizilmiş, türbesi Avrupalı seyyahlarca daima ziyaret edilmiş bir şahsiyettir.
Müzedeki hüsn-i hat levhalarından birinde ta’lik yazıyla: “Yâ Hazret-i Gül Baba” yazıyor. Altında hoş bir mısra ve İstanbul 1985 tarihli tanıdık bir imza:
Feyz umarak nâmından, bu levhayı yazdı da yolladı Uğur Derman
Türbenin olduğu tepeye “Gül Baba Tepesi” demiş Macarlar. Rozsadomb. Gül Baba Türbesi Mirasını Koruma Vakfı da 2017 yılında Macar devleti tarafından kurulmuştur. Türbenin bugün Macarlar tarafından da ziyaret edilmekte olduğuna şahit oldum, bir hayli şaşırdım.
Günde birkaç fasıl yükselen çan seslerine karşı… Sivri kulelerin, kubbelerin tepe noktalarına dikilmiş murassa haçlara karşı… Hz İsa, Meryem Ana, bilumum Hristiyan azizlerinin ve krallarının ve kumandanlarının heykellerine karşı… Âşık Çelebi’nin deyişiyle “kıbleye tutmuş yüzünü bir müselman” Tuna’ya karşı… Belki sarığının kenarına hep bir gül iliştirdiği için, belki gül yetiştirdiği için Gül Baba denmiş… Belki Merzifonlu, belki Ispartalı bir derviş… Hayatı rivayetlerle, menkıbelerle süslü… Anlatılanların ne kadarı gerçektir bilinmez ama o çiçekli tepede, Orta Avrupa’daki Osmanlı-Türk varlığının hatırası, nişânesi ve Türk-Macar dostluğunun da ortak değeri olarak bir Gül Baba yatmaktadır.
[1] Ümmi Sinan
[2] Seyahatname, 6. cilt. Seyit Ali Kahraman sadeleştirmesi
1 Yorum